“Bir şeyin kendini kendisi vasıtasıyla görmesi ayna gibi başka bir şeyde görmesine benzemez.”

“Bir şeyin kendini kendisi vasıtasıyla görmesi
ayna gibi başka bir şeyde görmesine benzemez.”
İbnül Arabi


Birçoğumuz için basit bir eşyadan başka bir şey olmayan aynaların çoğu zaman göz ardı ettiğimiz o “sırlı” yani tehlikeli tarafından bahsedeceğim bu hafta sizlere. Lakin bu esrarlı mevzuya geçmeden, benim için de cevabı bir hayli müphem bir soru sorayım evvela: Bir ayna karşısına geçtiğinizde kim olduğunuzdan hiç şüphe duyduğunuz oldu mu yahut ilk ne vakit kuşkuya kapıldınız gördüğünüz suretin gerçekliğinden? Bu basit fakat basit olduğu kadar da tuhaf gerçeği yazar yazmaz kalemi bıraktım ve bir an ne yaptığınızı hayal ettim. Şimdi içinizden bazıları ya bir duvarda öylece asılı duran ya da bir kenarda bir konsolun, masanın üstündeki el aynasını -umarım yuvarlak değildir- alıp kendine, aslında öyle zannettiği birine, bakıp bu garip ve biraz da anlamsız suali düşünürken; bazılarıysa gördüklerinin kendileri olduğuna inanıp aynayla beraber gazeteyi de bir yana fırlatarak hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler; velakin mayalarına daha çok şüphe karışmış bazıları da İbnül Arabi’nin Füsus’undaki o cümlelerden, bakanın, aynanın cismini asla göremeyeceğinden bihaberken bile gördüğü suretin kendi olup olmadığından şüpheyle aynı anda müthiş bir dehşete de kapıldı ve gene benim yaptığımı yapıp aynayı ters çevirdiler veyahut üstünü örtüp asıl mevzumuz olan o sırlı tarafı çevirerek hakikatle aralarına birer perde koydular. Ama hayır, sevgili okurlarım, adına hakikat dediğimiz şey, salt gözümüzün gördüğünden ibaret değildir. O halde hakikatin, gördüğümüzün çok daha ötesinde olduğunu, arkaları “sırlı” aynaların bizlere bıkıp usanmadan oyunlar oynadığını hatta Mahzen-i Esrar eserinde Nizami’nin dediği üzere hakikati olduğu gibi göstermeyi bırakıp bizleri kandırdığını rahatlıkla ifade edebiliriz. İşte gerçek bu, benim sadık okurlarım; evlerimize, hayatlarımıza kadar girip en mahrem hallerimize dahi şahit olan aynalar hepimizi aldatıyor ne yazık ki. Üstelik öyle ustaca aldatıyorlar ki bizleri, aslen bir yanılsamadan ibaret gerçeği göstererek yapıyorlar bunu. İnanın bana gördüklerimiz gerçeğin aslı değil; öyle olsaydı eğer hayatlarımız hiç bu denli belirsiz, düşlerimiz kapalı ve bu âlem hiç bu kadar girift ve anlamsız olur muydu? O halde her sabah kalkar kalkmaz karşısına geçip yüzümüzü yıkarken, tıraş olurken, gülerken, ağlarken, mutluyken, kederliyken ve saire baktığımız aynaların bu aldatmacasından nasıl kurtulabilir ve iki yüzlü bu oyunu nasıl bozabiliriz acaba?

Şimdi kalemi tekrar bırakıp aynanın karşısına geçmem gibi sizlerin de okumayı bırakıp o “sırlı” camın önüne daha bir ciddiyetle geçtiğinizi görür gibiyim. Bakın, fakat sakın aldanmayın ona; gördüğünüz sureti olduğu gibi yansıttığına inanmayın. Daha evvel fark etmediyseniz işte şimdi bir kere daha bakın. Fark ettiniz mi o hileyi? Yüzünüzün yönünü değiştirdiğine, solunuzu sağınızda, sağınızı da solunuzda gösterdiğine hayretle bakarken sorun bir kendinize: Neden böyle? Cevap veremez değil mi! Fakat ben derhal cevap vereyim. Çünkü hakikati bizlerden gizleme yolu bu ve ne yazık ki bu aldatmacaya işbirliği yapmışçasına ister Doğu’dan ister Batı’dan olsun, şekil verilip arkalarına o sır -bütün mesele bu kelimede işte: sır…- sürülmüş bütün aynalar başvuruyor ve maalesef akıllısından delisine herkes de düşüyor bu tuzağa.

Ama sırı ortaya çıkarmadan önce, hakikati keşfetmemizde karşımızdaki en büyük engel olduğundan halen kuşku duyanlara kutsal kitabımızda isminin bir kez dahi zikredilmediğini hatırlatıp şüpheye en yakın nesne olan aynaların o akıl almaz tuzağından kurtulmanın bir yolu yok mu, diye soracak olanlara, aynanın içinden geçen ve üstelik ön yüzünden çok arkadaki o sırlı yüzle alakalı bir yolun bulunduğunu belirteyim hemen. Bahsettiğim bu kumpastan kurtulmak için aynaların sırlarıyla hayatımızın sırrlarını birbirinden ayırarak -bunu çok azınız becerecek maalesef!- başlamalıyız işe. Ancak bunu yapmanın çaresi aynayı görmezden gelmek, bir yerlere gizlemek, üzerini bir şeylerle örtmek veya onu kırıp parçalamaktan -kim ne derse desin, ayna kırmak, apaçık bir uğursuzluğa kapıları aralamak anlamına gelir- geçmiyor katiyen; dedim ya, bütün mesele o sırı ortaya çıkarmaktan geçiyor. Sır derken burda kelimelerin ikinci manalarını göz ardı eden bazı okurlarımın, arkalarına sürülen ve aynayı asıl kendi yapan o ince metal tabakayı kastettiğimi düşünüp ellerine geçirdikleri bir nesne ile onu kazımaya çalışıyorlarsa en büyük yanlışı yaptıklarını, bu şekilde o sırı yok etmeye uğraşarak farkına varmadan kendi sırrlarını da yok ettiklerini üzülerek belirtirken sırrlarıyla birlikte tabii kendileri de kaybolan okurlarımı, Babil aynasına baksam dahi bulamayacağımı da ifade edeyim. Öyle ise bir yandan aynaların sırlarıyla hayatımızın sırlarını birbirinden ayırırken öbür yandan o sırı bulup nasıl koyacağız meydana? Aynaları yok edemeyeceğimize göre o zaman…