Merhaba Barış Bey, Florida’da da doğup uzun yıllar yurtdışından yaşamışsınız. Öncelikle İstanbul’a gelmek istemenizdeki ana temel ne oldu?

Çoğumuz “Gurbetçi Psikolojisini” bilir. Eğer batıda, herhangi bir ülkede yaşıyorsanız üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyorsunuz. İstediğiniz kadar o topluma entegre olun, İngilizleri sevin, İngiliz kahvaltısından çok iyi anla, ama her zaman dışarıdan biri oluyorsunuz. Bu durum ben de kendiliğinden oluşan bir milliyetçilik geliştirdi. Her insan içgüdüsel olarak bir aidiyet kurmak ister; bir inançla, bir bayrakla veya bir etnik kökenle… Ben de bunun zorluğunu hep yaşadım. Bu yüzden ben ülkeme dönmek istedim. Yurtdışında doğmuş biri olarak, hala ait görülmüyor olmam beni kültürüme daha çok bağladı.

Yurtdışında İşletme ve Bilgisayar Çift Anadal okumuşsunuz. O yıllar aklınızda oyunculuk var mıydı?

Ben oyunculuk eğitimi alana kadar oyuncu olma hayali kurmadım. Öncelikle hayal kurmaya teşvik edilirseniz hayal kurabilirsiniz. Benim için her şey belliydi. Doğru bir meslek tanımı, o mesleğe uygun bir okul ve mezun olduktan sonra bana para kazandıracak o iş de başarıya ulaşma fikriyle büyüdüğüm için 27 yaşıma kadar sisteme uymak dışında bir hayalim yoktu.

Sizi oyunculuk eğitimi almaya iten sebep neydi?

Biraz kabuğumdan çıkıp sosyalleşmek, kendimi bulmak adına bir girişimdi.

Türkiye’de Vahide Perçin, Deniz Erdem, Harika Uygur, Mehmet Ada Öztekin gibi birçok başarılı isimden eğitim aldın. Bu eğitimler şimdiki Barış’ı nasıl şekillendirdi?

Hepsi bana birçok eşik atlattı. Harika (Uygur) sayesinde Amerika’ya gittim ve Franks ve Michael adında hocam oldu. Her biri bugünkü Barış’a birçok şey kattı.

Son olarak seni Ramo dizisinde izledik. Şöyle bir kariyer yolculuğuna baktığım zaman bugüne kadar hep akıllarda kalmış projelerde oynadığını görüyorum. Bu bir seçim miydi?

Bir seçim değildi, ama tesadüfte değildi. Ne istemediğimi çok iyi biliyordum, ne tür bir şeyin içinde olmak istediğime dair bilgim vardı. Şükrediyorum ki, kendimi bulabileceğim ve ortaya yaratıcı bir şeyler koyabileceğim projeler oldu.


Bir oyuncu olarak bir role kendinize özgü hazırlanma süreciniz ne kadar sürede oluşuyor?

Bu durum benim için zamanla çok evrildi. Eğer 5 yıl önce sorsaydınız keskin bir sistemle cevap verebilirdim, ama şuan için her şey anlık. Bazen çok kısa bir sahnedir bir hafta çalışırım, bazen çok uzun bir sahnedir karavanda ezberlerim. Deneyim, hissiyat ve artık kendimi çok iyi tanıyor olmamla alakalı bir şey.

Oyuncu olma cümlesi sizi ne kadar mutlu ediyor?

Şuan buraya setten geliyorum ve kendimi semada gibi hissediyorum, çünkü oyunculuk bana bir sistemin dışına çıkmaya, deneyimleyemeyeceğim insanlık hallerine girmeme vesile oldu. Bu bana kendi potansiyelimi deneyimleme fırsatı verdiği için hayata tutunduğum, yaptığım diğer işleri de destekleyen en önemli unsurlardan bir tanesi…

Oyunculuk dışında Alim Yapım’ın kurucu ortağısınız.

Evet. Aynı zamanda Murat Dalkılıç’la birlikte ikinci bir şirket daha kurduk. Gig Events ve Gig productions adında. Sinemaya, ana akıma, dijital mecralara dizi ve filmler üretiyoruz.

Kadir Bey ile kurduğunuz şirket ilk yapım şirketiniz miydi?

İlk tecrübemdi, ama çok hızlı öğrendim, çünkü çok iyi bir ekip olduk. Birbirimizin tüm özelliklerini çok iyi tanıma fırsatı bulduk ve birbirimizi destekledik. Bu yüzden kendimi hem deneyimli hem de becerikli bir yapımcı olarak sayıyorum.

Kadir Doğulu ile dostluğunuz nasıl başladı?

Bir aile yemeğinde tanıştık. O günden sonra çok konuşma fırsatımız olmamıştı, ama neredeyse birbirimizden habersiz “Vuslat” dizisinde iki yakın arkadaşı oynuyorduk. Asıl tanışma sürecimiz orada başladı.

Genelde yapımcılar oyuncu ararken zorlanır. Oyuncular da yapım kısmındaki anlaşmazlıklarla karşılaşır. Sen her iki tarafın da içindesin... İki ayrı pencereden baktığında neler söylersin?

Muazzam derecede ufkum açılıyor. İyi ki işin mutfağından gelerek yapımcı oldum. Önce akademik olarak işletme geçmişim ve girişimcilik kariyerim var. Ardından sanatçılık kariyerim başlıyor. Oyunculuk kariyerime cast oyuncusu olarak başladım. Daha o karavan çok uzakta gözüküyorken bir gün birisinin gelip “Barış Bey çay alır mısınız? Cümlesine kadar o merdiveni adım adım çıkmış birisi olarak yapımcı koltuğuna oturduğumda çok daha hassas davranıyorum. İşin mutfağında çok iyi gözlem yaptığımız için nasıl bir yapımcı olacağımı en çok şekillendiren şeylerden biri bu oldu. Biz bütün çalışanlarımızla birlikte bir ekip arkadaşı olduk.

O mutfağı bilen biri olarak en çok zorluğunu yaşayan da sizsinizdir. Yapımcılık zor mu?

Eğer itina gösterilirse sorunlar o kadar büyük değil. Doğru anlatılırsa herkes her şeyi anlayabilir. Yeter ki karşınızdaki onu anlatmaya efor sarf etsin. Set halinde başınıza her şey gelebilir, ama farklı insan hallerinden anlarsanız çok farklı çözümler üretilebilir. Ben bütün yapımcıların mutfaktan uzaklaştığını görüyorum. Kesinlikle dönüp tekrardan oraya bakılması lazım…

Sizce bunun sebebi nedir?

Çok hızlı büyüme gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bugün tanıdığımız bütün yapım şirketleri kaliteli işler yapıyor. Bu işleri belli bir referans üzerinden yaptıkları için herkes onlardan iş istiyor. Onlar da kapasiteleri oldukları için bu işleri alabiliyorlar. Bu kadar büyük işlere soyununca o mutfakta takipsizlik oluşuyor. Benim öngörüm, artık sektöre girmeye çalışan yeni oyuncuları dizilere entegre etmeye çalışacakları yönünde. Artık gençlerin yolu açılmalı. Hem genç yapımcı hem genç yönetmen yetiştirmek istiyoruz. Amerikalı bir yapıma baktığınızda en az 15-20 tane yapımcı ismi görürsünüz. Türkiye’de tek ismin bir sürü mecraya yayılma durumu var. Halbuki insanlar ortak yapımlar yaparak birçok iş yapabiliriz.

Siz şuan oyuncu yetiştiriyor musunuz?

Oyuncu koçluğu yapıyorum. Önce Harika Uygur’un yanında asistanlık yaptım. Şimdi eğitmenlik yapıyorum. Tarif edemeyeceğim bir deneyim. Dört sene boyunca aralıksız eğitim verdim. Pandemi zamanında gönüllü online eğitim verdim. Bu süreç bana çok şey öğretti. Oyuncu koçluğunu meslek olarak değil de yolunu açmaktan heyecanlanabileceğim insanlara katkıda bulunmaya çalışıyorum.

William Shakespeare çok sevdiğim bir sözü vardır. Dik tepelere tırmanmak için başta yavaş yürümek gerekir. Senin bu yolculuktaki dik tepen neresi?

Ben Türk kültüründen uzak yetiştim. Batı kültüründe büyüdüm. Türk kültürünü tanımam ve içselleştirmem baya bir zamanımı aldı. Benim tepem, uluslararası alanda ülkemi temsil etmek. Aynı zamanda evrensel bir insan olarak, evrensel insanlığa verebileceğim katkıları hayal ediyorum.

Özgür bir kuş gibi hayatını bir çantanın içine sığdırıp bir günde değiştirebilecek bir yapınız olduğunu düşünüyorum. Özgürlük kavramı sizin hayatınızın tam olarak neresinde duruyor?

Benim adım Barış Özgür. Bence özgürlük bir haktır. Eğer bütün güzel tarafların ortaya çıkmasını istiyorsanız onu özgür bırakmanız lazım. Elinizdeki şartların içinde en iyisini yaşamak bizim elimizde. Eğer bunu becerebilirsek kendi özgür alanımızı da yaratabiliriz. Bana “Siz bir oyuncusunuz tabi ki özgür olabilirsiniz” diyebilirsiniz, ama ben de zor şartlardan geçtim. Her zaman muazzam şartlarda büyümedim, ama elimdekiyle en güzel şekilde var olmaya çalıştım.

Karşınızdaki insanlarda “Asla tahammül edemem” dediğiniz bir özellik var mı?

İnsanları karşına alıp, yakasına yapışık suratlarını sevmek lazım... Sevmeden kimse kimsenin problemini çözemem. Önyargı en büyük problemdir. Benim dünya üzerinde o kadar çok tanımadığım insan türü, insan psikolojisi var, ama bilmediğim bir konu hakkında, biliyormuş gibi yorum yapmak gibi haksızca ve insanları yanlış şeylere yönlendirecek insan dürtüsü olamaz. Bilmediğin bir şeyi, bilmediğin bir cevapla karşılıyorsan bunun adı cehalettir. Bana Fransızların çok ırkçı olduğunu söylediler. Bugüne kadar 20’den fazla Fransız tanıdım, ama hiçbiri ırkçı değildi, ama akıllı biriyim, dünyayı takip ediyorum ve biliyorum ki Fransa’nın %50’si ırkçı bir partiye oy veriyor. Uzakdoğu’da rahiplerle yaşadım, Güney Amerika’da Şamanlarla yaşadım, kendimi çölde buldum. Hiçbir insan ırkı yok ki, içinde güzellik olmasın. Sadece insanların manipülasyonları ve korkuları olabilir.

Yaptığınız iş kısmet, şans, bazen de uzun bir beklemenin ardından gelen müjdeli haberleri taşıyor… Bulunduğunuz yer daha çok hangi faktörlerin birleşimi?

İnsan tek başına hiçbir şey yapamaz. Nasip, insanın başına gelen olaylardır. Geçmişten getirdiğimiz bütün hatıralar, atalardan taşıdığımız bilgi en başta geliyor. Bana başkalarının inandığı kadar ben kendime inanmadım. İnsanın hayatında ona rehberlik yapacak birilerine ihtiyacı vardır. Benim lisedeki matematik hocama kadar teşekkür ederim. Bendeki çabayı görüp, benim elimden tutan herkese çok teşekkür ederim.

Bir sabah uyandığında bugüne kadar hayalini kurduğun bir hayata gözlerini açma ihtimalin olsa nerede ve nasıl bir dünyaya uyanmak isterdin?

Bunu bir örnekle anlatacağım. Bir arkadaşımın derdini dinledim ve onun derdini çözebilmek için muazzam bir çaba içerisine girdim. En sonunda bana “Mutlu musun?” diye bana sordu. Ben o an verebileceğim bütün doğru cevapları hazırlamışken bir an böyle bir soruyla karşılaştım. O an onun sorununu çözmeye o kadar kanalize oldum ki, benim mutlu olup olmamamın hiçbir önemi yok. Kaç sabah olursa olsun potansiyelim neyse ona uyanmak isterim. Tercihim başka türlü bir hayat değil, yapılabilecek şeyi yapmak isterim.