Öyle bir bela ki, tüm dünyayı perişan ediyor, yaş, cinsiyet, din, dil, unvan, zengin, fakir demeden öldürüyor, en gelişmiş ülkelerin bile sağlık sistemlerini çöktürüyor. İnsanlar evlerinden çıkamıyor, evlatlarını göremiyor, herkes birbirinden ‘bana da bulaşır mı?’ diye kaçıyor. Trenler velhasıl tüm ulaşım sistemi felç olmuş, uçaklar yerde, fabrikalar, tesisler, lokantalar, AVM’ler, maçlar, at yarışları, konserler, tiyatrolar, camiler, kiliseler, kutsal Kabe bile kapanmış. İnsanlık böyle bir hadiseyi hiç yaşamadı. Doğal afetler, depremler, dünyanın belli bir bölgesini etkiler, acı verir, bu musibet salgın, her yerde... 

Bilimsel gelişmelere, teknolojik atılımlara, yapay zekalara, bilişim, computer icatlarına rağmen, insanlık bu salgında aciz kaldı, ilaç, aşı bulunamadı... Bilirsiniz, bir deyim vardır; “İnsanoğlu tuhaftır her şeyi unutur” diye.. Bugünleri unutmayalım diye yazıyorum. Bu salgın bir ölçüde etkisini kaybetse bile, sonuçları ağır olacak... İktisadi, sosyal hayat, insan ilişkileri, ülke ilişkileri başka olacak, 8 milyar insanı etkileyen faturalar çıkacak. Tabiatıyla, Türkiye’de bundan payını alacaktır. 

Bir defa şunu bilelim ki, artık vur patlasın, çal oynasın hovardalığı bitti. Ekonomiler küçülecek, büyüme düşecek, işsizlik, geçim yaşam sorunları derinleşecek... Hatta, doğanın, tabiatın değeri bilinmezse, daha yaşamsal sıkıntılar belirecektir... Bu salgın bir noktada durdurulabilirse, tüm ülkeler ağır ekonomik ve sosyal meselelerle karşılaşacaktır. 1929 buhranını arar duruma gelebiliriz. 

DPT’de görev yaptığımız yıllarda da Türkiye olarak değişik krizlerle karşılaşmışızdır.. Böyle durumlarda ülkeyi yönetenlerin, ilk başvurdukları kuruluş DPT idi. Devlet Planlama Teşkilatı, Başbakana bağlı, bakanlıklar üstü, Anayasal bir kuruluştu... Bünyesinde, Türkiye’nin en iyi yetişmiş uzmanlarını bulunduruyordu. Bu uzmanlar, teknolojiyi, bilimi, dünyadaki gelişmeleri bilen, izleyen, vizyon sahibi seçkin kişilerdi.. DPT, sadece 5 yıllık kalkınma planlarını, yıllık programları hazırlayan bir kuruluş değil, krizlerde, sabahlara kadar çalışarak ülkeyi krizden çıkaracak, alternatif planları, A, B, C öncelikli modeller olarak hazırlayan, hükümetlerin önüne koyan bir örgüttü.. Bu kriz modelleri ve senaryoları, hükümette, TBMM (Özellikle Plan/Bütçe Komisyonunda) enine, boyuna tartışılır, uygulama kararları alınırdı. Bu kararlar alınırken, gene çok yararlı bir kuruluş olan Yüksek Planlama Kurulu’nda (YPK), DPT müsteşarının ve uzmanların seçenek önerileri göz önünde tutulurdu. 

Adeta kıyamete benzeyen salgın belasının, ekonomiye menfi etkisi büyük olacaktır. Ekonomimiz, en az yüzde 8 küçülecek, turizm, ihracat darbe alacak, işsizlik büyük rakamlara çıkacak, sosyal huzursuzluklar, geçim meselesi görülecektir... Dünya, hiç kimsenin diğerine yardım edemeyeceği ortama girecektir... Hükümetin 2019 yılı bütçesi geçerliliğin kaybetmiştir. Yeni bir plana ve bütçeye acilen gereksinim vardır. Bu acil kriz planını yapabilecek uzmanların olduğu DPT artık yok, kaldırıldı, yok edildi... DPT’nin kaldırılmasının ardında, plan disiplininden hoşlanmayan, sadece benim dediğim doğrudur diyen bir yönetim sisteminin, yaklaşımının yattığını düşünüyorum. Tıpkı Türk Devletinin, temel kuruluşları olan Köy Enstitülerinin, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatıldığı gibi, DPT, önce etkisizleştirilip sıradan “Kalkınma Bakanlığı” durumuna getirildi, sonra da tamamen yok edildi. Türkiye ortalamasının çok üzerinde yetişmiş, seçkin DPT uzmanları sağa sola itelendi. Bir iktidarın, bir sistemin, DPT’yi yok ederek, nasıl kendi ayağına kurşun sıktığını anlayamıyorum. Esasen bu saatten sonra, bizim şerefle, fedakarca görev yaptığımız, eski etkin planlamayı kurmak, mümkün değildir. Değerli antika vazo düşmüş, paramparça olmuştur. İşin acı yanı, planlamanın nimet ve yararını çok iyi bilen, oradan yetişmiş, lider, milletvekili ve parti sözcülerinin, kapatılan DPT’den bahsetmemelerini ızdırap duyarak izliyorum. Ben görüş ve icraatları ile mutabık olmasam bile, yaşanan bu hassas durumda, demokratik rejim çerçevesinde, milletimizin oyları ile iş başına gelmiş, başta sağlık olmak üzere bazı iyi işler yapmış olan hükümeti desteklemenin bu ortamda siyaset yapmamanın daha doğru olacağına inanıyorum. Zira aynı gemideyiz, batarsak he beraber batacağız.. Feraha çıktığımızda siyaset gene olacaktır. Türkiye zarar görecek, endişem budur... 

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin önceliği, ziraatta, sanayide, yüksek üretim değerlerine ulaşarak, kendi kendine yeterliliğin, her alanda sağlanmasıdır. Bu yaklaşım, istihdama da müsbet katkı yapacaktır. Yukarıda belirttiğim eksiliklerle, DPT’nin olmamasıyla, elde mevcut insan gücü potansiyeli ile bu krizden nasıl çıkılacak, endişe ile bekliyorum...