23 Nisan 1920’de, bir asır önce TBMM’nin açılması ile Ankara’da millet iradesine dayanan, yepyeni bir devlet doğmuştu. Ve on ay önce Erzurum’da askerlikten ayrılıp sine-i millete dönen Mustafa Kemal Paşa da şimdi bu yeni devletin hem Meclis Başkanı hem de İcra Vekilleri Heyeti Başkanı olarak seçilmişti. 

O günleri, Anadolu ve Trakya’da genel durumu kısaca hatırlayalım. 

Batıda; İstanbul ve Boğazlar İtilaf Devletleri, İzmir ve çevresi (Milne Hattı olarak bilinen Ayvalık-Turgutlu-Aydın hattının batısı) Yunanlılar, Kuşadası ile Bodrum ve Antalya, İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. 

Güneyde; Toroslara kadar bölgeyi işgal eden Fransızlardan Pozantı, Maraş ve Urfa savaşa savaşa geri alınmış, Antep’le Adana ve Mersin’de çatışmalar devam etmekteydi. 

Doğu’da da, 1917 ihtilali sonunda Rusların boşalttığı Güney Kafkasya karmakarışık bir haldeydi. Bölgede malumları İngilizlerin baskısı ile 93 Harbi sınırlarına çekilen Ordumuzun boşalttığı Ardahan-Kars-Iğdır bölgesinde, Ermeni ve Gürcülerle silahlı mücadele devam etmekte ve ayrıca Ermeniler yer yer ayaklandıkları Doğu Anadolu’dan Kilikya’ya kadar topraklarımızda Büyük Ermenistan’ın peşindeydiler. 

Ve ayrıca Marmara güneyinde, Biga-Gönen bölgesi ile Ankara batısında Düzce-Bolu-Gerede ve doğusunda da Yozgat-Zile bölgelerinde İstanbul’un kışkırttığı Milli Hareket karşıtları ayaklanmışlardı. 

Özetle Koca İmparatorluktan sığındığımız Anadolu’nun da batısı İzmir-Manisa-Aydın bölgesi Yunanistan’ın, güneyde Antep-Adana-Mersin Fransızların, Boğazlar ve İstanbul’la limanlar, tüneller ve demiryolları ve birçok önemli merkezler İtilaf Devletlerinin işgal ve kontrolü altındaydı. Ayrıca Megali İdea hedefleri arasında olan Trakya ve Doğu Karadeniz’i, İstanbul’u hala kendi toprağı sanıyordu. Ve politikalarını İngilizlerin her talebini yerine getirip O’nlara yaranmak üzerine kuran İstanbul, aynı zamanda ayaklandırdığı halk hareketi ve kurduğu Saltanat Ordusu ile Milli Hareketi ortadan kaldırmaya çalışıyordu. 

Birinci Dünya Harbi’nin galipleri, Ateşkes Antlaşmalarını müteakip 1919 yılı içinde Almanya ile 28 Haziran’da, Avusturya ile 10 Eylül’de, Bulgaristan’la da 27 Kasım’da barış antlaşmalarını imzalamışlar, sıra Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak antlaşmaya gelmişti. 

Değerli okurlarım, 19ncü yy.’dan beri Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Osmanlı topraklarında malumları, bütün Avrupalıların gözleri ve hedefleri vardı. 

Ruslar, yıllardan beri Boğazları ve Doğu Anadolu’yu ve sıcak denizlere çıkmayı istiyordu. 

İngilizler için Rusların sıcak denizlere sarkmasının önlenmesi ve enerji kaynakları önemliydi. 

Fransa; Suriye ve Çukurova’yı istiyordu. 

İtalya, Antalya dahil Ege bölgesinin peşindeydi. 

Yunan Megali İdeasının hedefi İstanbul ve Anadolu, Bulgarların hedefi de İstanbul’du. 

Ve Osmanlı coğrafyasındaki ayrılıkçı unsurlar da özerklik ve bağımsızlık yollarını zorlamakta adeta yarış içinde, bütün Avrupa da bu unsurların arkasındaydı. 

Avrupalıların bu temel hedefleri Birinci Dünya Harbi öncesi pazarlıkların ana konusu idi. Nitekim İngiltere ile Fransa bu konuda 3 Ocak 1916’da Sykes-Picot Antlaşması ile uzlaşmışlar, daha sonra Rusya ve İtalya da bu anlaşmaya dahil olmuşlardı. Her ne kadar Rusya, İtalya’ya verilecek payı kabul etmese de 1917 Bolşevik İhtilali ile savaştan erken ayrıldığından sorun çıkmamış, bilahare İzmir’in Yunanistan’a peşkeş çekilmesi, İtalya ile İngiltere ve Fransa arasında sorun olmuş ve devam etmişti. 

Osmanlı topraklarının Düveli Muazzama arasındaki taksimi, Kamuran GÜRÜN’ün Ermeni Dosyası kitabında yayınlanan ilişik haritada açık bir şekilde görülmektedir. 

Osmanlı, Birinci Dünya Harbi içinde İtilaf Bloku arasında paylaşılmıştı ama Rusya bloktan ayrılınca Rusya’ya ayrılan Boğazlar ve Doğu Anadolu’nun durumu ile İzmir’in İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verilmesinde ve ayrıca Suriye, Irak ve Filistin konularında da yeni anlaşmazlıklar çıkmıştı. Ayrıca Rum Pontus adına Trabzon Metropoliti Hrisantos, Ermeni Cumhurbaşkanı Bogos Nubar, Kürtleri temsilen Şerif Paşa ve Yunanistan Başbakanı Venizelos ısrarla pay peşine düşmüşlerdi. 

Ayrıca Ateşkesten bu yana İstanbul her ne kadar her şeyi kabullenecek gibiyse de Anadolu’da halk mitinglerle, kongrelerle ayağa kalkmış, silaha sarılmıştı. İstanbul’a rağmen Ege’de Yunanlıların, Güneyde de Fransızların karşısına çıkan Kuvayı Milliye, Güneyde Maraş ve Urfa gibi iki önemli şehirden Fransız Ordusunu kovalamış ve Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde bir devlet de ortaya çıkmıştı. Ve artık Anadolu halkının miting, kongre gibi çabalarının göstermelik olarak değerlendirilemeyeceği de apaçık ortadaydı ve bir yıl önce Türklere çok kolay kabul ettirilebilecek barış zora sokulmuş, geç kalınmıştı.  

12 Şubat 1920’de İngiliz, Fransız ve İtalyan başbakanları Londra’da toplanıp Osmanlı ile yapılacak barışın esaslarını belirlediler. 

- İstanbul Türklere bırakılacak, Boğazlar İtilaf Devletlerini korumasında bir karma komisyon tarafından yönetilecekti. 

- Trakya ve Oniki Ada Yunanistan’a verilecekti. 

- İzmir’in Yunanistan’a verilmesini İtalya kabul etmediğinden bölgede, yönetiminin Yunanlılarda olacağı karma bir yönetim şeklinde anlaşılmıştı. 

- Doğu Anadolu’da, yeni kurulacak Milletler Cemiyetinin manda yönetimi altında, Ermenistan Devleti kurulacak. 

- Ve Anadolu direnişini büyümeden ezmek ve barış şartlarını kabule zorlamak için İstanbul işgal edilecekti. 

Birinci Londra Konferansı olarak anılan bu toplantının hemen ardından Yunanistan Başbakanı Venizelos, barış şartlarını kabul ettirme görevine talip olmuş, bilahare malumları İngilizler İstanbul’u işgal etmiş ve Damat Ferit Hükümetini de sıkıştırmaya devam ediyordu. İşte bu hava içinde İngiliz, Fransız ve İtalyan başbakanları TBMM’nin açılışından hemen önce 18 Nisan 1920’de San Remo’da yeniden bir araya geldiler. Amaçları Birinci Londra Konferansı’nda kabul ettikleri taslağa kesinlik kazandırmaktı. 

Uzun tartışmalardan sonra Birinci Londra Konferansı kararları aşağıdaki değişikliklerle kabul edilmişti. 

- Yunanistan’a Trakya ile İzmir ve çevresi, Ermenilere de Doğu Anadolu’da altı il verilecekti. 

- Kapitülasyonlar aynen devam edecek, Türk Maliyesini büyük devletler yönetecekti. 

- Kürtlere özerklik verilmesi için ayrı bir komisyon kurulacaktı. 

Bu kararlar alınmıştı ama, özellikle Ankara’da Kemalistlerin karşı çıkacağı belli idi. 

Bölgede İngiltere’nin 38 bin, Fransa’nın 60 bin, İtalya’nın da 17 bin askeri vardı. Geniş bir bölgeye dağılmış bu kuvvetler yetersizdi. 

Ermenistan Cumhurbaşkanı silah, cephane ve donatım verildiği takdirde üç-dört ay içinde 40 bin mevcutlu bir kuvvet vadetmiş, Yunan Başbakanı Venizelos da İzmir bölgesindeki kuvvetin barış şartlarını zorla kabul ettirebilecek şekilde takviye edilebileceği belirterek görev istemişti. Bilahare hazırlanan barış şartları Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa’ya 11 Mayıs 1920 günü tebliğ edilmiş, şartları çok ağır bulan Tevfik Paşa kabul etmeyerek bir ay süre talep etmişti. Barış şartlarını Ankara’nın da kabul etmeyeceği apaçık ortadaydı. Nihayet İtilaf Bloku başbakanları 17 Haziran 1920’de, Yunan Ordularının Batı Anadolu’yu işgal harekatına başlamasını, harekatın Bursa bölgesi ile sınırlı kalmasını kararlaştırıp Yunanistan’a bildirdiler. 

İzmir bölgesinde Milne hattı batısındaki Yunan Küçükasya Ordusu; silahı, donatımı ve eğitimi yüksek iki kolordu ve altı tümen halinde teşkilatlanmıştı. 

Bu koca Yunan Ordusunun Milne Hattı batısında tesbit eden Türk Ordusu, 200 km’yi bulan cephenin kuzeyinde, Ayvalık’tan Turgutlu’ya kadar 90 km’lik bölümünde Bandırma’daki 14ncü kolordunun 6’nci Tümeni, geri kalan bölümünde de Konya’daki 12nci Kolordunun 23 ve 57nci tümenleri tertiplenmişti. 6’ncı Tümenin mevcudu altı bin, 50 km cephesi olan 23ncü Tümenin mevcudu beşbin, 57nci Tümenin ise onbine yaklaşıyordu. Bu mevcutlara bölgenin Kuvayı Milliye birlikleri (Yozgat’ta isyan bölgesinde olan Çerkez Ethem Müfrezesi hariç) dahildi. Ve çok geniş bir cephede, Ordu birlikleri ile Kuvayı Milliye Müfrezelerinin farklı yapıları ile ikmal, irtibat, hareket kabiliyeti ve ateş desteği zaafiyeti yanında cephede, emir komuta birliği bile sağlanamamıştı. 

Bütün bu olumsuzluklar yanında Ankara’nın hem batısında hem doğusunda ve Batı Cephesinin kuzeyinde İstanbul Hükümetinin kışkırttığı ayaklanmalar nedeniyle Milli Hareket, bugüne kadar karşılaştığı en tehlikeli günleri yaşıyordu. 

Yunan taarruzu 22 Haziran’da kuzeyde Akhisar-Soma-Balıkesir, 23 Haziran’da da güneyde Gediz, Küçük ve Büyük Menderes Vadileri boyunca Uşak ve Denizli istikametlerinde olmak üzere dört koldan başlamış ve süratle gelişmişti. Yunan Ordusunun kuzeye taarruz eden İzmir Kolordusu birlikleri süratle ilerleyerek 30 Haziran’da Balıkesir’i ele geçirmeyi başarmış, Güneyde de Gediz ve Menderes vadilerinde Yunan 1nci Kolordusu 24 Haziran’da Alaşehir’e, 3 Temmuz’da da Nazilli’ye ulaşmıştı.

Durum Yunanlıların bir yıl önce İzmir’e çıkıp Ege’yi istila ettikleri günleri andırıyordu. Her açıdan zafiyet içindeki Türk Ordusunun direnme gayretleri sonuç vermemiş, bölgede göç ve panik başlamıştı. Yunan Ordusu Balıkesir’den sonra Bursa istikametine taarruza hazırlanırken, Selanik’ten deniz yolu ile getirdiği iki Alayı Erdek ve Bandırma’ya, bölgeyi savunan Türk Ordusunu kuzeyden kuşatacak şekilde çıkarmıştı. 

Tabii bu ara Ankara önce 2nci Anzavur isyanını, ardından Düzce-Gerede isyanlarını bastırmış, Çerkez Ethem Kuvvetlerini Yozgat isyanının tedibi için görevlendirmişti. 

Bursa’yı, İzmir’in işgalinde dağılmış olan ve yeniden teşkiline çalışılan 56ncı Tümenle cepheden çekilebilenler savunmak için hazırlanırken Ali Fuat Paşa Garp Cephesi Komutanlığına atanmıştı. Balıkesir’i ele geçiren Yunan Kolordusu, 6 Temmuz’da Bursa’ya ileri harekatı başlatmış, ancak yeniden tensik edilen 56ncı Tümenin bütün gayretlerine rağmen Bursa 637 yıl sonra 8 Temmuz saat 15:00’da Yunan Ordusu tarafından işgal edilmişti. 594 yıl işgal değil hiç düşman bile görmemiş Bursa halkı paniğe kapılıp yollara düşmüştü. Ali Fuat Paşa’nın ifadesi ile Mahşeri andıran korkunç bir dram yaşanmaktaydı. 

TBMM derhal aldığı bir kararla Meclis kürsüsü, ancak Bursa şehri kurtarıldığında kaldırılmak üzere siyah bir örtü ile örtülmüştü.

Güneyde ilerleyen Yunan 1nci Kolordusu da Alaşehir ve Nazilli’yi aldıktan sonra ilerlememiş Bursa’yı işgal eden Yunan Kolordusu da İngilizlerin talimatına uyarak Bursa doğusunda savunmaya geçmişti.  

Değerli okurlarım, Orhan Gazi’nin uzun muharebelerden sonra 1326’da Bizans’tan alarak başkent yaptığı Bursa, bilindiği gibi 10 Eylül 1922’de, Muhteşem Kurtuluş Savaşı ile Yunan işgalinden kurtarılmış, TBMM kürsüsünden siyah örtü de çıkarılmıştı. 

Bursa’nın işgal edildiği bu buhranlı günlerde Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin gizli oturumunda milletvekillerine “Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur. Cepheler delinebilir. Buna karşı tedbir, delinen kısmı derhal kapatmaktan ibarettir. Bu ise cephedeki kuvvetlerden başka, geride ihtiyatta kuvvetli birlikler bulundurmakla mümkündür. Halbuki Yunan Ordusu karşısındaki milli cephemiz bu vaziyet ve kuvvette mi idi? Bütün Batı Anadolu illerimizde, Ankara ve çevresinde, daha doğrusu bütün memlekette ihtiyat denilecek bir birlik bırakılmış mı idi?” diye çaresizliği açıklamıştı. 

Değerli okurlarım, bu çaresizlik içindeki günlerin 100ncü yılında, vatanı ve bağımsızlığı ve tüm kutsal değerleri için kanını ve canını seve seve veren bu kahraman halkımızın, böyle acıların yaşamaması için hepimiz her zaman biraraya gelip kenetlenerek her an bir yumruk gibi hazır olma düşünceleri içinde başta Ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Muhteşem Kurtuluş Savaşı’nın kadın-erkek tüm kahramanlarını büyük bir saygı ile selamlıyorum. 

Ruhları şad mekanları cennet olsun.