Modernlik geniş ve kaba bir tabirle eskinin dışlanması yeninin kutsanmasıdır. Sosyolojik boyutu itibariyle ise yeni bir hayat tasavvuru oluşturur ve bunu

Modernlik geniş ve kaba bir tabirle eskinin dışlanması yeninin kutsanmasıdır. Sosyolojik boyutu itibariyle ise yeni bir hayat tasavvuru oluşturur ve bunu tanzim etmek ister. Modernizm, Batıda gelişen bir toplum düzenidir. Batı tarzı olan ne varsa kabulünü makbul görür. Bizde bu anlayış, 18. yüzyıl itibariyle kabul görmüş. 20.yy.’da ivme kazanmış Türk toplumunu birçok yönüyle başkalaştırmış, kendi olmaktan uzaklaştırmıştır. 
Temelinde iki ana ideoloji vardır: Sekülerizm ve Kapitalizm. Modernizmin prototip insanı, inançlarını hayatın görünen (zahiri) alanından yalıtan ve maddi kazancı hayatın merkezine alan, İslam’ın özüne taban tabana ters bir korku kültürünün eseridir. Bu yönü sebebiyle toplumsal ilişkileri ikincil düzeye(resmi) indiren, ilişkilerin temeline çıkar ilişkisini koyan, bencil toplumsal örgütlenme şeklidir. 
 Bizim özümüze yabancılaşmamızın en önemli sebebi Batı tarzı büyümedir. Özellikle bu iddianın muhatabı 20. yy itibariyle İslam’ın özüne aykırı, kaynağı Batı olan ideolojilerin ekseninde büyüyen nesillerdir. Bizim tez zamanda bu sorundan kurtulmamız gerekiyor. 
Batı tarzı büyümede faydacılık esastır. Ben merkezli bir dünya görüşü öngörülür. Bu ben merkezli (egoist) anlayışın ne tarihimizle ne inancımızla örtüşür hiçbir tarafı yoktur. Bugün İslam davasının müdafisi, bizi biz yapan ne varsa geri getirme kaygısında, anlayışında olmalıdır. 
Roger Garaudy, “İslam’ın vadettikleri” eserinde batı tarzı büyümenin yaptığı tahribatı üç farklı yönüyle beyan etmektedir. “Bizi gayesiz hayatlara ve ölüme götüren, içinde şu ölüm tohumlarını taşıyan bir kültür ve ideoloji modeliyle kendisini haklı göstermeye çalışan Batı tarzı büyümenin ne olduğunu bilmenin zamanı gelmiştir ki işte şudur:
a) Çarpık bir tabiat anlayışı. Tabiatı kendi "malımız" gibi gören ve onu "iyi ya da kötü maksatla kullanma" hakkımızın olduğu şeklindeki bir anlayış... O kadar ki biz tabiatı artık sadece tabiî zenginliklerin bir deposu ve atıklarımız için bir çöplük olarak görür olduk. Böylece, kaynakların düşüncesizce tüketilmesi ve çevrenin kirletilmesiyle, bizzat yaşadığımız çevreyi tahrip ediyor ve farkına varmadan, "entropi" kanununun şuursuz işbirlikçileri oluyor, yani enerjinin azalmasına ve düzensizliğin artmasına katkıda bulunuyoruz.
b) Acımasız bir insan ilişkileri anlayışı. Bu anlayış, dizginsiz bir bireyciliğe dayanıyor ve sadece pazar rekabetinden, çatışmalardan ve şiddetten beslenen toplumlar doğuruyor. O toplumlarda da kör ve aşırı güçlü birkaç ekonomik veya siyasi birlik, en zayıfları köleleştiriyor veya parçalayıp yutuyor.
c) Umut kırıcı bir gelecek anlayışı. Bu ise, günümüzde olup bitenin bir uzantısı ve miktarı esas alan bir büyümenin sonucudur. Çünkü insanı gayeden yoksun ve ilahi bağdan yoksun ve ilahî bağdan kopuk şu günümüzde hayatımıza bir anlam verecek ve ölüm yollarından bizi çevirecek hiçbir şey yok... “
İnsanoğlu varoluş gayesinden uzaklaştıkça, sınır kabul etmeyen bir çoğalma ve çoğaltma hırsıyla doluyor. Bu hırs doğanın tahribatına sebep olurken hem de insanoğlunun yaşam alanını sınırlandırıyor. Kapitalist ruha sahip toplumun davranışlarının temelinde çelişki gibi görünen israf, tahrip aynı zamanda biriktirme, çoğaltma tutumları yatar. İslam ise bunların dışında bir orta yolu münasip görür. İslami ruha sahip toplumun iktisadi davranışlarının temelinde ise Allahın verdiği nimetlerin şükrünü eda edebilmek vardır. Şükrün eda edilebilmesi nimetin karşılığında söylenilecek birkaç teşekkür sözünden ibaret değildir. Kazanılanı hak etmek için çalışmak, kazancı, infak(verme) ile temizlemek, bereketlendirmek, Müslümanların hayrına yorulmak, bunun örneklerini çoğaltabiliriz.
İslam davası, İnsanlığın selameti için iş görmeyi öngörür. İnsanlığın zararına olabilecek bir şeyi kendi menfaatine dahi olsa kabul etmez. İslam dini bunu emreder. Hadsiz bir çoğalma, sınır tanımaz bir kazanç, Batı tarzı ekonomi anlayışının eseridir. Bakara suresinin 205. Ayetinde “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” İşte bu bozgunculuk bir yönüyle kaynakların bilinçsizce tüketilmesidir. Maddi kazanç için doğal dengeyi(ekosistemi) bozucu davranışların olması, toprağın kirletilmesi, havanın kirletilmesi hepsi bu bozgunculuğun farklı bir türüdür. İnsanların sağlığının hiçe sayıldığı bir üretim tarzı bu bozgunculuğun bir türüdür. İnsanlığın hakkını gasp eden bu kapitalist ekonomi şekli, bozgunculuktur.
Batı tarzı üretim şekli, Batılı gibi düşünen bireyler ortaya çıkarıyor. Sadece şahsi çıkarlarını düşünen, maddi güce tapan, maddiyat için hak, hukuk tanımayan, haram-helal bilmeyen, bencil insan tipini ortaya çıkarıyor. Güce tapan insanlardan oluşan, haksız dahi olsa güçlünün her daim haklı görüldüğü adaletsiz bir düzenin sebebi bahsi geçen Batı tarzı büyümedir. İnancı dışlayan, nefsinin esiri bir toplum üreten, İnsanı özüne yabancılaştıran bu sistemden insanlık nasıl bir selamet bekleyecektir!
Batı tarzı büyüme, bize hayatı batı insanının penceresinden algılatarak yaşatıyor. Bu algı bizim başta ayrıştırma, üzerinde düşünme, tercih etme kabiliyetimizin önüne geçiyor. Batı kültürü algı aktlarımızı hapsettikçe, varlığımız üzerine düşünmekten vazgeçtikçe, modernizm, sekülerizm ve bunların nihayetinde küfür arzu ettiği zafere ulaşıyor demektir. 
Bugün kimliğimiz üzerindeki en önemli tehlike olarak bunu düşünüyorum. Bizi İslam olmaktan uzak tutabilecek yaşam tarzına muhalefet edebilirsek, Müslüman kimliğinin çerçevesini yeniden çiziyor ve ayrıntılarına girebiliyor olacağız. Bizim medeniyet tasavvurumuzun başlangıç adımı budur. İslam davasının neferi küfrün ne olduğunu bilecek ki, dini küfürden ayırabilsin. Bunun başka bir alternatifi yok.