Birkaç hafta önce yine amacımdan sapmış bir halde iş yerimde bilgisayarımın başındaydım. Yetiştirmekte olduğum bir şey vardı sanırım şu an iç

Birkaç hafta önce yine amacımdan sapmış bir halde iş yerimde bilgisayarımın başındaydım. Yetiştirmekte olduğum bir şey vardı sanırım şu an için çok net hatırlamıyorum. Mutsuz ve yorgundum, her zamanki gibi boynumda büyük bir sancı vardı. İlaç üstüne ilaç alıyorum geçse de toplantıya yetişsem diye. Sonra mail kutuma bir e-posta düştü. İsmini daha önceden tanımadığım biri, bazen reklam olabiliyor böyle mailler. Yine de açtım. Önce şaşırdım çünkü mail oldukça uzun yazılmıştı. Vakit yok vesaire derken kendimi paragrafların içinde buldum. Bana şöyle soruyordu mailin sahibi:
“Kendinize ne zaman geleceksiniz?”
Bir tokat geldi sanırım suratıma, kıpkırmızı oldum… Dedim ki ne oluyor? Nereden çıktı şimdi bu adam? Birkaç satır sonra anladım. Mail bir okuyucumdan geliyor. Yazarlık ile ilgili araştırmalar yaparken benim iki yıl önceki yazımı bulmuş. Kitap hazırlığı içinde olduğumdan ama yayınevlerinin yeni yazarları pek önemsemediğinden bahsetmiştim. Benden kitabımın neden çıkmadığı ile alakalı hesap sormuş. Bu beni hem etkiledi, hem de şaşırttı açıkçası. Çünkü hiç tanımadığım biri benden bir şey istiyor. Tuhaf değil mi? Sonra aynı soruyu ben de kendime sordum. Neden çok istediğim halde bir türlü kitabımı çıkaramadım? Bir sürü bahane sıralamaya çalıştım. Çünkü yazmaya vaktim yok, yayınevleri çok tutarsız, ya beni kandırırlarsa, ya insanlar yazdıklarımı beğenmezlerse, beni yargılarlarsa, Çünkü ben duygularımı biraz açık seçik ifade ederim. Yargılanmaya ve çamur atılmaya çok müsaitim… Ve daha bir sürü bahane ürettim durdum. Sonunda baktım ki ben gerçekten korkuyorum… Bir işi ciddiye alıp hakkıyla yapmak isterseniz korkabilirsiniz. Özellikle yazarlık gerçekten de ciddiye alınması gereken bir iştir. Yani bana göre öyle. Türkiye’de insanlara sorun “Yapmayı en çok istediğiniz iş nedir?” diye.. Herkes “Kitap yazmak!” diye atılır ortaya… İşimin bir yanı İnsan Kaynakları olduğu için bir ara mülakatlarda fazlaca sorardım bu soruyu… Çoğunlukla da aynı cevabı aldım.
“Aslında benim en büyük hayalim kitap yazmak”
Neden?
“Çünkü çok şey yaşadım”
O zaman git günlük tut! Değil mi? Görüşmelerim hep böyle geçer benim. Çünkü öz güveni fazla yüksek bir milletiz. Sorun oradan kaynaklanıyor. Adamın hayali çok! Bir de “hayatımı yazsam roman olur” durumu var ki o da halkımızın ayrı bir ciğer yarasıdır…
Ben yazma işini çok ciddiye aldığımdan aynı doğrultuda korku katsayımın da arttığını hissettim. Çünkü yazmak dediğimiz şey boğaza karşı evinizde oturup bilgisayarınızdan kelebek resimleri çıkartmak değildir. Anlayan anladı ne demek istediğimi… “Ay hayat ne kadar da güzel, siz de kendinizi üzmeyin, boş zamanlarınızda at binmeye gidin çok güzel oluyor “ deyip arkasından “Ünlüyüm zaten yayınevlerini kafalarım gerekirse 500.000 baskı yaparım” demek hiç değildir. Yazmanın temelinde hayatta kalma mücadelesi, gözlem ve empati yeteneği vardır. Öyle hop! Deyince yazar olunmuyor, yani olunmaması lazım diye düşünüyorum… Dostoyevski, Tolstoy hop! Diye yazar olmamıştı oradan biliyorum. Henry Miller kitabını yayınlatmak için mezar kazıcılığı işi dahi yapmıştı. İlginçtir ki orada da insanın kendi mezarını kazmakla ilgili çeşitli düşüncelere dalmıştır…
Sonra şöyle düşündüm. Çevremizdeki hemen hemen tüm insanlar işinden mutsuz. Kimse kendini, yeteneklerini bilmiyor. Hedefimize giden yolda ilerlemekten çok başka yollara sapmaya çalışıyoruz. Neden? Çünkü başarısız olmaktan korkuyoruz. Bu zamana kadar yapmayı en çok istediğimiz şeyden başarısız olma korkusundan dolayı kendimizi mahrum bırakıyoruz.
İnanın ki kendi kendimize koyduğumuz sınırlar en çok tehlikeli olanlardır. Ben de aynı şeyi uzun zaman yaptım…. Ya yazılarımı beğenmezlerse, ya kitabım satılmazsa, ya beni eleştirirlerse… Hiç bitmez bu korkular…
Sonra Nihat Bey maline şöyle devam etmiş:
“Sizi tüm yüreğimle destekliyorum. Sakinleşin. Şuraya-buraya koşmalara son verin. Çoğalmaya çalışmayın, zaten yeterince fazlasınız… Lütfen zihninizi berraklaştırın, rahatlayın. Durup dinlenin, buna yazarların da ihtiyacı var.”
Evet, ben de birkaç hafta yazılarıma ara verip durup dinlendim… Kimim neyim? Nasıl Mutlu olurum? Açıkçası benden ne olur? Gözlemlemek istedim… Sonra hedefime gitmeye karar verdim…
Ne olursa olsun yazmaya devam etmeye… Kendimi sınırlamadan, kaygılardan uzak…
İşte böyle bazen yüzünüze bir tokat gelir, anlayamazsınız… İstemeseniz de, gücünüz olmasa da sizi yolunuza götürür…
Bu arada teşekkürler Nihat, her sabah 06:30’da uyanıp biraz yazıp sonra işime gidiyorum, haberin olsun…
Yeni ben ile yoluma devam…