Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” balesinden bir parça seslendiren müzik zemininde Petersburg’un siyah-al karışık seması aydınlandı bir evin pencere

Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” balesinden bir parça seslendiren müzik zemininde Petersburg’un siyah-al karışık seması aydınlandı bir evin penceresinden. O pencere ki, arkasında yalnız, hüzünlü ve bitkin bir insanın silueti duruyordu. Yeni çıkmış ayın ışığında o kadının nemli gözlerini ve yüzündeki acı çizgilerini görmek olurdu. Anna isimli bu kadının peki ne derdi acaba? Niye onun yüzünden hüzün eksik olmuyordu? Acaba ne yaşanmıştı ki Anne bu kadar üzücü ve umutsuz görünüyordu. Acaba neydi onu bu kadar üzen? – diye yazar kalemini bir kâğıdın üzerinden kaldırıp derin düşüncelere dalarak pencereden gecenin karanlığındaki ayın hazin müzik tek süzülen ışığına baktı. Çok baktı, ama bir süre bulamadı. Bulamadı ne Anna’nı bu kadar üzen, neydi onu vahşi bir kaplanın pençesiyle yaralanmış ceylan kadar üzen. Neydi peki?

Yazar ayağa kalkıp uzun süre odada bir aşağı, bir yukarı adım etmeye, yeni yarattığı Anna karakteri kadar endişeli duygularla düşünmeye başladı. Şimdi onu Anna’dan daha çok kendi düşünceleri, yazacağı eserin içeriği ve kazanacağı başarı düşündürüyordu. Galiba bu nedenle o Anna’nın duygularını, yüzündeki keder dolu bakışlarının nedenini anlamadı, anlayamadı. Evet, sonunda uzun süre düşünce deryasına daldı olduktan sonra artık her şeyi iyi anlıyordu, doğru anlamıştı yorgun yazar. O günün ağırlığından ve yazın sıcağından yor. Hayır. Onu yoran Anna, onun hayatı ve genel olarak yazılmalı olan bu yeni romanın her şeyi hakkındaki düşünceleri, görüşleri idi. Peki adı ne olmalı bu derin, felsefi, toplumsal romanın? Yazar çok düşündü, düşündü, ama şimdi de ada için derin düşünceler okyanusunda boğulmaya başladı.

Hah, galiba buldu ama, öyle kesintisiz şekilde odada bir aşağı, bir yukarı adım eden yazar sonunda yorulmuş ve odadaki eski kanepenin üzerinde uzanmaya karar vermişti. Peki bulduğu neydi acaba. Annan’ın neden hüzünlendiği mi, yoksa onun yüzündeki bu hüzünlü çizgilerin asıl kimliği mi, yoksa bu romanın öyküsü mü? O kadar sabırsızca düşünüyordu ki yazar, biraz daha düşünse sanki yerinden fırlayacak ve kendini pencereden aşağı atacaktı. Ancak o bunu yapmadı, çünkü neyi bulduğunu artık iyi biliyordu. Yüzüne aniden konan gülümseme onu masasının başına geçmeye ve yazmaya devam etmeye zorladı. Çok hevesli ve sevinçli bir halde eserini süren yazar bir anlık durakladı, eserin ismini ifade etmediğinin farkına vardı ve hemen kâğıdın başına gelerek boş yere büyük harflerle “Kadın olmak”. Evet, işte böyle yazdı. Peki, neden bu isim? Şimdi de bu konuda düşünmeye başladı yazar.

Annan’ın hiç de garip arzuları, farklı hayalleri yoktu. O da herkes gibi evlenmek, çok çocuk doğurmak ve eşine mutfakta, yatakta değerli eş olmak istiyordu. Peki, “kadın olmak” bundan ibaret miydi, ancak bununla yetinmek, sadece bu basit arzuları dilemek Anna’nı kelimenin gerçek anlamıyla kadın, mutlu kadın edecekti? Bu sorunun cevabını ise ne pencere önünde durup nemli gözleriyle, hüzünlü bakışlarıyla Petersburg’un gece hayatını izleyen Anna, nida onu yaratan yazar bilmiyordu. Ama her şeyden önemli ve baştan beri cevabını bekleyen bir soru vardı, Annan’ın bu kederli, üzüntülü bakışlarının, geçirdiği ıstırabın sebebi neydi. Bu sorunun cevabını ise galiba yazar artık bulmuştu. Kendini bir anlık Annan’ın gözünde kahraman ve yazar dostlarının yanında başarılı iş adamı olarak gördü yorgun yazar.

Anna düz 10’üncü sınıftan beri sevip-saydığı, uğruna her şeyi göze aldığı insanı, erkeğini, kendi yarını yarım saat önce bir araba kazasında yitirmişti. Ama üzüntünün sebebi yalnızca sevgilisi Vasilinin ölümü değildi, hem de onun ölümünden bir gün önce Anna’nı en yakın arkadaşı Roza’yla aldatması, bunu da en acımasız ve alçak bir insan olarak telefonla Anna’ya bildirmesi idi belki. Ne bilmek olur. Ya da bu acı haberi aldıktan sonra deli gibi olan, kendisini, ruhunu kaybeden Annenin düşüncelerini dağıtmak için gittiği yakınlıdaki barda yeni tanıştığı ve sanki (Anna bir anlık böyle düşündü) hemen sevdiği Rauf’un evli olmasıydı. Ya da tamamen başka bir şey… Örneğin arkadaşı Roza’nın babasının bir zamanlar Anna’nın babası tarafından vurulduğu, Roza’nın da babasının intikamını Anna’dan onun sevgilisiyle yatarak almak istemesi.

Düşünceler aynı anda hem Anna’nı, hem de yazarı tarimar etmişti. Her ikisi de içini yiyip- dağıtan düşüncelerden kurtulamaz, yaslandıkları pencereyi kırıp kendini aşağı – St. Petersburg sokaklarına atmak, sanki bu düşünce kafesinden kurtulmak istiyordu. Ama bunu etmiyorlardı, diye değil korkuyorlardı, hayır. Çünkü her ikisi de kendilerini sıkan, boğan, yağan, içten-içe dağıtan bu düşünceler / bir düşünceye – kadın olmak hissine, duygusuna kapılmış, yanıt arıyorlardı. Gerçekten de kadın olmak nedir, nasıl bir şeydir. Bu soruya belki de bu eseri okuyan bayanların kendileri de tam cevap verebilir. Belki de zavallı Annan’ın ve yorgun yazarının akıbeti bekliyor okurları, ne bilmek olur.

Anna kendisi bizzat bu soruya şöyle cevap verirdi: “Zordur “Kadın olmak”. Çünkü herkesin sahip olmak istediği bir vücudun var. Korumak zorunda olduğun bir namusun ve sevmenin yasak olduğu zihniyetin… “Erkek gibi erkek” derler, ama “kadın gibi kadın” söylemezler. “Taş gibidir” vb. derler. Soğuk olmak zorundadır, hissetmemesi gereklidir, iyi görünmelidir, ama pek açık saçık yok. Erkeğinin yanında yerini bilmeli. Kadın olmak günahtı bu hayatta. Seversin deli derler, sevmezsen “dünyadan haberi yoktu derler”.

Yorgun yazar ise bu soruya şöyle cevap verirdi: “İnsanlar bu dünyaya bir görev için gönderilmişler, kadınlar da. Ben “kadın vazgeçilmesi kolaydır” ve “kadın bir hiçtir” düşüncesini hiçbir zaman onaylamadım. Kadın tıpkı erkek gibi aynı haklara sahiptir. Seçme ve seçilme hakkı var. Kadın sürekli değişen, sürekli ilgi odağı olmaya can atan ve daima elinde olanlarla paylaşan bir varlıktır. Kadınlar her konuda daima güçlü olmaya can atıyorlar. Kadın özgür, güçlü ve erkeğe oranla ezeli varlıktır. Çünkü yaratılış da, ölüm de onun varlığıyla, onun ruhuyla bağlantılıdır. Onun kaygısı bizi büyütüyor, toplumdan yararlı bir şahsiyet yetiştirir. O bize yaralandığımızda merhem, okşamak istediğimiz zaman evlat, eğlenmek isteğimizde ise sevgili oluyor. Kadın her haliyle kutsal varlıktır. Günümüzde ise sıkılmış, belli barajlar içinde saklanmaktadır. Tüm bu barajları aşmak aslında mümkündür”.

Böylece düşünceler içinde Anna kenara çekildi ve önce biraz viski içti, sonra soğuk duş kabul edip üzerini değişti, yatağına uzanıp bütün düşüncelerden sıyrıldı. Bir anlık ne düşündüyse telefonunu alıp hayatındaki ilk aşkına, ilk sevgiyle yaklaştığı ve kutsal saydığı erkeğe, babasına telefon etti. Gecenin yarısı olmasına rağmen babası çok bekletmeden telefonu açtı ve şefkatli, samimi sesi duyuldu Annan’ın telefonunda:

– Buyur kızım.

– Baba, ben kadın olmak istiyorum, özgür, mutlu, huzurlu.

Babası bir süre sustu ve nemlenen gözlerini sildi. Yatağının diğer tarafında kanserden vefat eden eşinin resmini eline aldı, her zamanki gibi okşadı ve kızına cevap verdi:

– Elbet, olacaksın, çünkü sen güçlü bir kadınsın. Çünkü sen benim kızımsın diye Vladimir telefonu kapattı.