Birbirine girift anıların beni zorlaması eşliğinde, bir sabah evden çıktım. Garip bir yönlendirmeyle Gömeç’in insan

Birbirine girift anıların beni zorlaması eşliğinde, bir sabah evden çıktım. Garip bir yönlendirmeyle Gömeç’in insanlardan arınmış o güzelim parkına geldim.



Erkendi daha, güneşin doğmasına epey zaman vardı. Kafamın içinde “Hiç kimsenin kişisel kaosu kalıcı değildir...” cümlesi dolanıp duruyordu.



Bir hafta, on gündür belirli aralıklarla nisan yağmurları yağmıştı. Bu kadar yağmur kışın bile düşmemişti Körfez’e. O bakımdan ağaçlar, çiçekler ve böcekler bu duruma çok şaşırmıştı.



Hâlâ yağmur kokuyordu ortalık… Bazı yerlerde su birikintileri vardı. Sessizlik içinde gezinmek, hayatın, kuşların ve tabiatın uykudan kalkışına şahit olmak, insana ayrı bir güven ve yaşama sevinci veriyordu.



Ben de usulüne uygun bir nefes alarak oturdum bir ağacın dibine, altıma da bir karton aldım.



Sanki görünmez olmak istiyordum. Kimse tarafından bilinmemeliydim ve ansızın tanıdık bir sima ile yüz yüze gelmemeliydim…



Son günlerde elden geçirildiği aşikâr parkın içindeki halı saha yalnızlığın ve şimdilik dikkatlerden çıkmışlığın keyfini çıkarmaktaydı.



Hepsi aşağı yukarı bir boyda olan akasya, çam, ıhlamur, akdut, karadut, sandal, yabani hurma, sarmaşık ve iri gövdeli palmiye ağaçlarının, her biri farklı renkte güllerin altında masum, rayihalı ve cıvıltılı bir güne merhaba demekteydi.



Fakat güneşin batışını, baharın gelişini, ortalığın uyanışını fark etmez olmuş ve sanki kafasını kuma gömmüş insanlık artık bu güzelliklerden de haberi yoktu.



Ağaçların; dallarının sıklığından ve kendilerine sarılmış sarmaşıklardan dolayı pek görünmeyen ama şakımalarından orada olduklarını bildiğim türlü çeşit kuşun cıvıltısı sarmıştı dört bir yanımı…



Bir çocuğa göre sabahın körü sayılabilecek bir zamanda, annelerinden babalarından nasıl kurtulduklarına dair soru işaretleri olan üç yaramaz langırt oynamaya gelmişti.



Çok hareketliydi keratalar ve kendi aralarında şakalaşıyorlardı. Bazan hınzırlık yapıyorlar, arada bir de çok önemli gördükleri bir şeye yüksek sesle gülüyorlardı.



Benim o saatte ağaçların altında neden oturduğumu, ne denli kesif bir sıkıntımın içinde boğulduğumu ve hayatımda yolunda gitmeyen nelerin olduğunu da hiç öyle merak etmiş ve önemsemiş görünmüyorlardı.



Çocukların hemen arkasında, kirli ve kimsesiz bir beton çeşmenin yuvarlak gövdesi etrafında çevrelenmiş musluklardan biri açık kalmıştı, muhakkak geceden beri akıp durmuştu. Elimde olmayan bir yönlendirmeyle, gittim, burması sıkmayan, lastiği gevşemiş çeşmeyi kapatıncaya kadar uğraştım.



Buraya şenlik versin diye bir köşe de beslenen Ev Güvercinleri, parkın çay ocağını işleten kişinin, keyfinin yetip gelmesini ve kendilerine yem vermesini bekliyorlardı. Erkek güvercinler de bir yandan eşlerinin ekseninde dönmek suretiyle onlara kur, rakiplerine gösteriş yapıyorlardı.



Sonra bir an, güvercinlerin kur yapması, çocukların şen şatır halleri, ağaçların sessizliği ve kuşların cıvıltıları arasında kendi sesimi duydum. Bana uzaktan bir yerden sesleniyordu. Sanki “Üzülme, her şey olacağına varır,” diyordu. Dikkat kesildim. Evet, kendi sesim bana haykırıyordu.



“Kendini bu kadar çaresiz gibi görme. Bu dünya yüzüne nice kötümser, kendini kimsesiz hisseden insanlar geldi. Hepsi kendi kendilerine sanki dünyanın sonunun geldiğini düşündüler ama hayat onların kalplerine su serpti. Ne olduğunu bile tam anlamadılar. Onlar da yaşamaya devam ettiler sanki o eski günleri yaşayan onlar değilmiş, hiçbir dert tasa çekmemişler gibi yaşam aktı gitti,” diyordu.



Kendi kendime, “Haklısın, ama ne yapayım insanın elinde olmuyor bazı şeyler,” dedim.



“Evet, haklısın ama dünyanın sonu değil ya. Taslağımızı bu yayınevi kabul etmediyse başka bir yayınevine göndeririz. Görevimizi ve sorumluluğumuz biliriz. Daha çok yazar, daha çok okuruz ve kendimizi yetiştiririz öyle değil mi? Israrla kendimize inanmaya ve daha iyisini yapmak için gayret sarf etmeye devam edersek neler olabileceğini ve bizi ne gibi kazanımların beklediğini tahmin bile edemeyiz öyle ya.”



Ona hak verdim, derin ve spesifik düşüncelere daldım. Ben böyle irdelerken kendi sesim tekrardan devam etti.



“Yalnız siz insanoğlunun yapısında şöyle bir (başka bir kelime bulamadığım için bunu kullanıyorum) döneklik vardır. Sıkıntılı anlarınızda kendinize, içinize yönelirsiniz ama salah bulduktan sonra ise sanki o geçmişteki kötü günleri yaşayan siz değilmişsiniz gibi olursunuz. Bu günleri çabuk unutur ve her şeyi kendinizden menkul bilirsiniz. Bu da insanın maneviyatını aşağıya çeker.” dedi.



“Tamam, eyvallah!” dedim. “Geçmişi, yaşadıklarımı, çektiğim yazınsal sıkıntıları unutmam ve geleceğin de peşini bırakmam, ama anımı yaşarım ve şimdi’ye odaklanırım. Kendimi ihmal etmem.”



Hani, Truman Capote “Hiç kimsenin kişisel kaosu kalıcı değildir.” demişti, onu bir daha hatırladım.