11 Şubat herkes hazırlanıyor. Sevgililer gününe sadece 48 saat var. Hediyeler, umut veren vaatler, güzel sözler. Aşkı diliyoruz, sonsuz olmasını istiyoruz. Bizler böyle heyecanla beklerken güzel yürekli bir insan tam da o gün vahşice vazgeçiliyor hayatından! Vazgeçiyor demiyorum. Vazgeçiliyor!

Annesine, babasına neredeyse her sabah böyle bir ülkede yaşadığı için şanslı olduğunu böyle güzel bir ülkede olmaktan mutlu olduğunu söylüyordu bu güzel yürekli kız hiç bıkmadan. Psikoloji okumuştu. Temizlemek istiyordu, sevgisiz insanlardan ülkeyi başaramadı. Ne çok hayal yok olup gitmişti öyle! Evet, yıllar oldu tam altı yıl hala sızlıyor içimiz.

Bir annenin söyleyebileceği en ağır cümleyi yüreğinin yangınıyla söylemişti annesi: “Keşke çocuğumu silahla öldürselerdi canı daha az acırdı” dedi. Babasıyla ülkeyi tartışırken bu ülkenin gündeminden biri olacağından bihaberdi. Bilemezdi ki! Ama oldu. Eğer bilseydi o gün bu kadar vahşice sonsuzluğa uğurlanacak olduğunu yine bu kadar çok sever miydi acaba bu ülkeyi? Evet. Büyük bir soru işareti.

Bizler o sabah hangi güzel kıyafetleri giysek sevdiğimiz daha çok beğenir telaşına girerken; o belki de keşke daha kalın giyinseydim de elleri tenime değmeseydi de bu kadar derinden acıtmasaydı dedi. Bizler saçlarımızı en hoş nasıl yapabiliriz planlaması yaparken; onun ilk tutuşan saçları oldu. Parfümümüzü bile özenle seçtik. Oysa… 

Geriye kalan cümleler daha ağırdı. Sevgisiz ve şiddete meyilli bir ailenin yetiştirdiği çocuk babasını örnek aldı. Nasıl bir acıdır nasıl bir yakarış! Kimse böyle bir vedayı hak etmiyor. Hiç kimse böyle bir sonu hak etmiyor.