1071’de, Malazgirt’te Alparslan ve erleri büyük bir zafer kazandı. Hemen ardından Anadolu’da, Konya’da, İznik’te, Trabzon’da Türkçe konuşulm

1071’de, Malazgirt’te Alparslan ve erleri büyük bir zafer kazandı. Hemen ardından Anadolu’da, Konya’da, İznik’te, Trabzon’da Türkçe konuşulmaya başlandı… Türkler Anadoluya açılmış bu kapıdan içeri girdi. Verimli topraklarda çadırını kurdu. Hayvancılık, çifçilik yaptı.

Meralar boş ve verimli idi. Bu toprakların kıymetini bildi ve çok çalıştı.

Bu topraklarda, atalarımıza hakkettiği değeri verdi. Onlara iyi baktı…

Çalışmak, Dünyaya katkı sağlamak ibadetti, önemliydi… Döngüsü az olan, büyük kısmı kaya, buz, çorak topraklardan gelmişlerdi. Verimli Anadolu topraklarının kıymetini bildiler.

Bugün, 40 ve üzeri yaşlarda olanlar iyi hatırlar.

Gençliğimizde sorarlardı “Ev almayı düşünüyor musun?”… Genel olarak verilen cevap; “Tabii ki hayır!” denir, ardından da şu açıklama yapılırdı; “Ev, ticaret alamaz ama ticaret, ev alır”…

O gün birçok alanda ticaret yapma imkânı vardı. Hepimizin gayesi de çalışmak, ticaret yapmaktı… Duracak, işlemeyecek varlığa, rant ekonomisine para yatırmak ise örf, adet, geleneklerimiz ile uyuşmuyordu…

Bugün ise maalesef ekonomimizin dinamiği konut ve inşaatlar oldu…

Haberlerde üç yıllık konut stoğumuzun varlığından bahsediliyor. Toki’nin elinde çok fazla konut stoğu olduğu söyleniyor.

Seçim arifesinde olduğumuz bugünlerde hükümetin talebi ile bankalar harıl harıl konut kredisi için çalışıyor.

Son yıllarda konuta çok fazla yatırım yaptık. Çoğu işyeri sahibi, işyerini kapattı. Üretim sermayesi ile konuta yatırım yaptı… Üretimden zarar etmeye başlayanlar, daha çok kazanç sağladığını düşünenler konuta, ranta bel bağladı. Geleceği değil günü kurtardı…

Tabi rantta coştu…

Enflasyon, son 15 yılda toplam %200 civarı açıklanmışken, ortalama bir konutun değeri %800 arttı…

Bu farkı oluşturan ilk sebep; aynı sürede İstanbul ve büyük şehir nüfuslarının 2 kat artmasıdır... “Gelir”, “Rızık” vatana tam olarak dağıtılamadı ve insanlar rızıklarını başka şehirlerde aramaya başladı…  

Bir çok işyeri sahibi üretime ayırdığı sermayeyi, rant ekonomisine aktardı. Konut aldı. Ticaretini yavaşlattı ya da tamamen bitirdi. İşte faiz ve rantın haram olmasının temel sebebi de buydu… Çünkü ardından işsizlik başladı, bugün en çok konuşulan ekonomik sorunlardan biri işsizliktir.

Tabii ki ekonomik tartışmaların en başında döviz gelir…

Bu hafta dolar 4,36’ya kadar tırmandı…

Trump, İran ile nükleer anlaşmasını sonlandırdı, olan Türk lirasına oldu… Merkez Bankası hızla müdahele etti ama ancak 4,28’e geriletebildi…

ABD’nin temel geçim kaynağı dolar…

Dünya ülkeleri ile Las Vegas’ta, dolar üzerinden adeta kumar oynuyor. Bol bol manipülasyon yapıyor. Poker deyimi ile rest çekiyor. Ve masadaki en zayıf ellerin parasal varlığını emiyor…  

Bu ve önceki tecrübeler şunu net olarak gösterdi… Bizden bağımsız gelişen her olayda, iyice zayıf düşmüş Türk Lirası etkilenecek… Vücuda virus girmiş, en küçük bir manipülasyonda öksürecek, tökezleyecek…

En çok ta ülkemizi ileriye taşıyacak holdinglerimiz açısından durum kötü… Dövizin artışı bilançolarını neredeyse bitirdi, eritti… Holdinglerimizin, yurtdışında ülke için rekabet etmesini ve ülke gelirini artırmalarını bekliyoruz.

Ama bu bilanço ile işleri gerçekten zor… Bilançolar 4 kat eridi…

Düşünsenize; yabancı firma ile Türk firması mesela teknolojik alt yapı için rekabete girse; kafadan onun 1 lirası bizim 4,3 liramıza eşit… Yabancı otomatik olarak 4 – 1 önde rekabete başlıyor…

Durumu eşitlemek için yaptığımız doldur-boşalt taktiği, defans boşlukları ile skoru eşitlemek çok zor… Hatta başka goller de yiyebiliriz. Bir bakmışız skor 5–1, 6–1, 7-1 olmuş…

“Kör kurşun” misali ataklar yapamayız… Taze kan, yeni, farklı fikirler ile belli bir plan, program çercevesinde ilerlemeliyiz…  

Öncelikle geliri, rızkı tüm yurda yayabilmeliyiz… Çifçi mazota yaklaşık 5,75 TL veriyor. Bunun %73’ü vergi, kalan 1,5 TL ise mal yani mazot bedeli ve istasyon payı… Öncelikle bu ağır verginin düzelmesi şart… Ayrıca geçmesekte, geçmişiz gibi ödediğimiz köprü, otoyol paraları sonlanmalı… Boşalan hazinemiz tekrar dolmalı… Ödediğimiz vergilerin her bir kuruşunun bekçiliği yapılmalı… Bağımsız olması gereken Merkez Bankamız üzerindeki siyasi baskı sonlanmalı… Şeffaflıktan korkulmamalı, yanlışa sığınılmamalı…

Kolay yoldan artist, şöhret olunmaz… “İlla olucam” diyen de kötü yoldan geçmek zorunda kalır… Yeşilçam filmleri bunun örnekleri ile doludur... Lâkin ola ki birgün kolay yoldan şöhret olsan bile; her zaman okuyarak, ilmi ile artist, şöhret olmuşların gerisinde kalırsın… Onları kıskanarak geçer koca ömrün…

Lâkin kıskanarak yaşamak fıtratımızda yok… Parası, bizim paramızı 4’de, 5’e katlamış ülkeleri kıskanarak ömür geçmez… Yanlışsız, yalansız, aldanmadan yapılmış bir plan ve strateji çercevesinde bu zor durumlardan kurtulmak elbette mümkün…

Güzel bir yaşanmışlık hikayesi ile mümkün olduğunu kanıtlayalım ve yazımızı noktalayalım… Ayrıca ne zaman bir başarı hikayesi ararsanız, bakacağınız ilk yer kurtuluş mücadelemiz olsun. Binlerce var…

“Yunan ordusu İzmirden girdiğinde, yeni Türkiye hükümetinin henüz düzenli bir ordusu dahi yoktu… İstanbul hükümetinin belli başlı yerlerde kısıtlı savcı, hakim ve askerleri vardı… Tabii bu boşlukta Yunan ordusu kısa sürede Eskişehir’e kadar ilerledi… Bu sırada yeni kurulan Türkiye hükümeti de boş durmuyordu. Çok zor koşullardı ama düzenli orduyu kurmayı başardılar.

Yunan askerleri ele geçirdikleri köy ve mecralarda her türlü kötülüğü yapıyordu. Yakaladıkları askerlere, karşı koyan köylülere, adilik yaptıkları kadınlara “Zito, Zito Venizelos” diye yüksek sesle bağırtıyorlardı… Kurşuna dizmeden önce bile aynı ifadeyi söyletiyorlardı. O günlerde bu ifade bir Yunan sloganı, belki de sancağıydı âdeta… Bu söylem Anadolu’nun her yerinden duyulmuştu…”

“Zito” Yunanca “Yaşa” demekdir. Venizelos’ta o günkü Yunan başbakanıdır…

Yunan ordusu ile son olarak Sakarya ve Dumlupınar’da karşı karşıya geldiğimizde yaklaşık 300 bin Yunan asker, 40 bin Türk askeri vardı.

Yaklaşık 8 katımızdılar. Âdeta 8-0 yeniktik… Ama müthiş stratejiler neticesinde Yunan askerleri İzmir’e kadar kovalandı ve denize döküldü. Yakalanan Yunan askerleri ve bugün “keşke Yunan kazansaydı” diyenlerin ataları

“Yaşa Mustafa Kemal” demek zorunda kaldı…

Ardından bu yapılanların unutulmaması için, birazda nazire ile birçok marş yazdık. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” bunlardan biridir. Sonrasında “Yaşa Varol Harbiye”, “Yaşa Fenerbahçe” marşlarını da yine Yunan’a nazire içerir…

Yanlışsız, yalansız, aldanmadan yapılacak strateji ile skoru eşitlemek her zaman mümkün…