Küçüklüğünden beri boyundan büyük sorular soran, fazladan mantıklı, okulda öğretmenin anlattıklarından sıkılıver

Küçüklüğünden beri boyundan büyük sorular soran, fazladan mantıklı, okulda öğretmenin anlattıklarından sıkılıveren ve sonrasında eve gelen, kendi kendine bir şeyler okumaya çalışan, hatta ansiklopediler karıştıran bir çocuk Buket Uzuner.



‘Büyüyünce ne olacaksın’ diye sorduklarında, ‘astronot, denizaltı kaptanı’ gibi cevaplar verirmiş.



Bilim insanı olmayı ve ağır hastalıklara çare bulmayı, bu şekilde insanlığa çok daha faydalı olmayı da düşlemiş bir ara.



Zengin olmayan ama okumuş bir ailenin çocuğuymuş, annesi babası onu her şeyiyle iyi yetiştirmeye çalışmış.



İlk gençliğinde illa yazar olmak istemiş, aklından başka bir meslek geçmemiş.



Zaten mecburen yazıyormuş, zorunda hissediyormuş kendini, başka çaresi yokmuş.



Kendi tabiriyle sırtına silah dayanmış gibi vazgeçemiyormuş bu eylemden...



Ama yazarak, sadece yazıya zaman ayırarak geçinmenin, başka işler yapmadan ayakta kalmanın, hayatını ikame ettirip nafakanı kazanmanın çok zor olduğundan dem vuruyor.



Fakat insan isterse her işi başaracağına da inanıyor.



Bir çocuğa, bir gence, en çok öğütlediği şeyler, hayal kurmasını öğrenmek ve çok çalışmak…



“Eğer yazar olmak istiyorsanız, söyleyecek sözünüz, derdiniz ve meseleleriniz olması lazım,” diyor.



Edebiyatta, hikâye anlatma ve kahraman yaratma dürtüsünün başka bir şey olduğuna inanıyor.



Herkes yazar olurmuş ama edebiyatçı, hikâye anlatıcı olmak bir başkaymış.



Gerçek bir yazar, hikâyesi ve olay örgüsü olmasıyla, aynı zamanda kahraman yaratmasıyla belli olurmuş.



Ona göre yazarlar fazla ortalıkta görünmemeliymiş, kendi reklâmlarını yapmamalılarmış, her şeyden önce metinlerinin, eserlerinin önüne geçmemelilermiş.



Zaten eskisi gibi edebiyatseverlerin, kitap âşıklarının olmadığına inanıyor. Bu gidişat onu üzüyormuş tabii.



***



Buket Uzuner’e göre, ilham diye bir şey yokmuş (veya çok azmış), çalışma, adanmışlık ve azim varmış.



Kendisinde de yazmaya vakfedilmiş bir ruh olduğunu çok erken kavramış zaten.



Her şeyi bir kenara bırakmış ve yazmaya başlamış. Etrafındaki insanlar onun için endişelenmişler biraz, ama o kendine inanmış.



Altı ay, çeşitli işler yapıyor, para kazanıyor, sonra da kalan altı ay eve kapanıp mütemadiyen yazıyormuş.



İlk kitabı birçok yayınevinden geri çevrilmiş. Ama genç Buket, pes etmemiş, aynı kitabı oturup tekrar tekrar yazmış.



O zamanlar her yazar gibi biraz iddialı, gururlu, onurlu ve kibirli olduğunu söylüyor.



1972 yılında, 17 yaşındayken ilk öykü kitabı çıkmış. Kitabını eline aldığındaki mutluluğu hiç unutmamış.



Buket Uzuner, yazmazsa hasta olacağını, seyahat etmezse ve yerleşik bir düzene geçerse öleceğini düşünen bir kalem...



Yazacakları için yıllarca araştırmalar yapan, gezen dolaşan, ‘yazarlara en parlak, en yaratıcı fikirlerin genellikle başka metinleri/kitapları’ okurken geldiğine inanan bir yazar…



Bu işin başında olan insanların Buket Uzuner’in hayatından öğrenecekleri çok şey var. Sen başka yazarların hayatını merak etmezsen kimse senin hayatını merak etmez çünkü.



Küçüklüğünden beri boyundan büyük sorular soran, fazladan mantıklı, okulda öğretmenin anlattıklarından sıkılıveren ve sonrasında eve gelen, kendi kendine bir şeyler okumaya çalışan, hatta ansiklopediler karıştıran bir çocukmuş Buket Uzuner.



Büyüyünce astronot, denizaltı kaptanı olmak istiyormuş. Bilim insanı olmayı ve ağır hastalıklara çare bulmayı, bu şekilde insanlığa, daha faydalı olmayı da düşlemiş bir ara… Ama yazar olmuş…