İnsanın hayatta en önemli özelliği ve en büyük amacı “insan-ı kâmil” olmak olmalıdır. İşte Türk Milleti; yaşamı boyunca elde ettiği tecrübelerden ibret alınması ve insan-ı kâmil olma yolundaki yaşam hikayelerinden gelecek nesiller ibret alsın diye; bu hikayeleri uzun anlatım yerine atasözü ve deyimlerle anlatmıştır.

İşte onlardan sadece iki tanesi; “Çileden Çıkmak” ve “Zıvanadan Çıkmak!”

“Çileden Çıkmak” deyimi öncesinden “Çile Çekmek” deyimini açıklarsak bu deyimi daha iyi anlarız. “Çile Çekmek,” çok sıkıntı çekmek ve bu sıkıntıya katlanmak demektir!

Dini yaşamda bir sabır ve olgunluk anlamında yani dünyevi işlerden arınıp uhrevi dünyaya doğru uzanan yolun başlangıcıdır! Bunu biraz daha detaylandırırsak; "dervişler nefislerini terbiye etmek için, insanlardan uzaklaşarak çile-hane denilen bir yere kapanıp burada kimseye kötülük yapmadan, günah işlemeden kırk gün boyunca ibadet ederler. Kırk günlük sabır işi bu olgunlaşma süresine çile denir. Burada sabır gösteremeyenler kırk günü tamamlayamazlarsa buna “Çileden Çıkma” denir. 

Necip Fazıl "Çilden Çık-ma-mak" yani "Çile Çekmek" inancını şöyle özetliyor:

"....................................

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak..."(Çile şiiri)

Konumuza devam edelim!.. Mevlevilikte çile süresi üç yıla yakındır. Bir başka ifadeyle 1001 gün süren bir hizmet uygulaması şeklindedir. Çile bir olgunlaşma eğitimidir. Herhangi bir sebeple, 1001 günlük Mevlevi çilesini doldurmadan bu işi bırakmak hoş karşılanmaz. Buna "çile kırmak" denir. “Çileden Çıkmak” veya çıkarmak deyiminin arkasında böyle bir çağrışım vardır.

Çile müddetince model şahıslardan adap erkan ve davranış kuralları öğrenilir. 

Günümüzde ise başa gelen şeylere dayanamayıp taşkınlık gösterildiği zaman çileden çıktı denir(M.Demirci)."

Bunun yanında savaş literatürümüzde de bir “çile” vardır. Atalarımız yayın kavisli kısmına keman, yayı germeye yarayan ipe de kiriş veya “çile” derlermiş. Çile genellikle hayvan bağırsağından yapılır ve ince olanı makbul sayılırmış. Osmanlı askerleri “ne çileler çektik” derken aslında “ne kirişe asıldık” “nasıl ok kullandık” anlamını kastetmektedir. Bugün ise daha ziyade çok sıkıntı çektik anlamında kullanılmaktadır.

                      ***

Zıvanadan Çıkmak!

Türk Milleti'nin sıkıntılı anında veya karşısındaki kişinin kendisini bir türlü anlamayıp ve de anlattığını anlamaması, dahası hal ve hareketiyle onu sinirlendirmesi üzerine kullandığı ikaz durumudur, aslında!

Zıvana kelimesinin kökeni, Farsça 'dır. İki ucu açık küçük boru, içine bir şey geçirilmek için açılmış delik, bu deliğe geçirilen mil anlamına gelir. Sözlük anlamı ise kısaca şu şekildedir: "Çok sinirlenmek," öfkelenmek, "Aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak!"

Evet, zıvanadan çıkmak denilince, sinirlenmek, olağan dışı taşkın davranışlarda bulunmak akla gelir. "Zıvanasız" sıfatı ise deli, ölçüsüz davranışları olan, delişmen, aklını kaçırmış, çok öfkeli kişileri anlatmak için kullanılır.

Halkın eski günlerdeki yaşamının içeresinde barınma ve korunma oldukça önemlidir elbette! Zıvana kelimesine bu anlamda bakacak olursak, kapıyı tutan zıvanadır ve zıvana çıktığı anda kapı yerinde duramaz ve devrilir. Kapının zıvanadan çıktığında ayakta duramayışına benzetilerek, bir kimseyi sinirlendirip, aşırı davranış göstermesine sebep olma halinde "Zıvanadan Çıkarma" deyimi kullanılır.

Bu kelimenin yakın zamandaki gelişen teknolojinin getirdiği karmaşık yaşamı düzeltmek için önlemler geliştirilmiştir. Yani bu anlamda baktığımızda trafik polisi kızdığı zaman sürücülere "bak beni “Zıvanadan Çıkarma,” gelmeyim oraya!" şeklinde hitap ettiği rivayet edilir. Yani, "Zıvanadan çıkıp ceza yazacağım" anlamına getirirmiş.

Tekrar gerilere gidersek anlama baktığımızda ise, iki adet değirmen taşını bir arada tutmakta olan tek bir zıvananın yerinden çıkması için çok fazla bir güç gereklidir. Ancak çok aşırı bir zorlama, yüklenme olmalı ki Zıvana çıksın ve değirmen taşları dağılsın.

Bu gibi hikayelere “halk söylemi” denilir. Kelime veya deyimin kökeninin nereden geldiği bir yana anlamı üzerinde birkaç kelam etmek gerekir.

Bir söz, davranış ve olay karşısında hemen parlamak, yani öfkelenmek insana bir şey kazandırmaz, aksine zarar verir. Her şeyi düşünüp, akıl ve mantık yoluyla çözmek gerekir. Bazı insanlar bu yolu denemezler. Bağırıp çağırıp ve öfkelenmekle başkalarının üzerinde baskı kurup her şeyi halledeceklerini sanırlar ama aldanırlar.

Kıssadan hisse: İnsan-ı kâmil olmak için; sabırlı, sebatlı, metanetli, basiretli, marifetli, dirayetli, şefkatli, merhametli, adaletli, nedametli, zerafetli ve  itikatlı olmak gerektir.

Yani insan-ı kâmil olanın kitabından; “Çileden Çıkmak” ve “Zıvanadan Çıkmak” asla yazmamalıdır.

 Sohbetimizi merhum Necip Fazıl’ın ibret verici mısraları ile bitirelim:

"Sabrın sonu selâmet,

Sabır hayra alâmet.

Belâ sana kahretsin;

Sen belâya selâm et!

................................

Sabırla pişer koruk,*

Yerle bir olur doruk.

Sabır, sabır ve sabır,

İşte Kur'anda buyruk!"