Türkiye'nin yaklaşık 3 katı büyüklüğündeki Doğu Türkistan'ı Çinlileştirme projesi, bilinen Çin işkenceleri yanında en son teknolojik imkanlarla desteklenmektedir. On milyonlarca Müslümana yönelikzulüm ve tecavüzlerdede milyonlarca Çinli görevlendirilmiştir. Kamplardakiler yanında evlerindekiler de izlenmekte, seçilmekte, kullanılmaktadır. Fotoğraflar, videolar, resmi belgelerin önemli bir kısmının dijital tekonoloji sayesinde dünya ile paylaşılabilmesi, Müslümanları sessizce yok etmek isteyenlerin aşamadıkları bir ironi haline gelmiştir. Bunları inkar eden yönetim için tek yol vardır: Başta Doğu Türkistan'da yakınları olanlar olmak üzere isteyen herkes köyleri, mahalleleri, evleri polis olmadanziyaret edebilmeli, istediği kişilerle görüşebilmeli, kamplardakilerle gözetleme olmadan dertleşebilmeli, camilerin yıkılmadıklarını, ayakta kalanların eğlence mekanlarına dönüşmediklerini gözleriyle görebilmeli, gelerek herkese anlatabilmelidir. Sadece çıkar ilişkisi olan Çin işbirlikçileri değil milyonlar rahatlıkla bunu yapabilmelidir. Tıpkı Türkiye'nin her kentine, köyüne herkesin gidebildiği gibi.

Gerek yarım asır önce TC vatandaşlığını alanlar gerekse Türkiye'ye eğitim için gelmiş, dönenlerin yok olmasından dolayı burada kalmış öğrencilerimiz, yakınlarından, anne-babalarından, kız kardeşlerinden yıllardır haber alamıyorlar. Konuyu kurcalayınca hıçkırarak ağlıyorlar. Uygur Akademisi'nin 17-18 Eylül'de düzenlediği "Uygurların Maruz Kaldığı Soykırım ve Var Olma Mücadelesi" başlıklı iki günlük konferansta tebliğler sunuldu, çözüm yolları konusunda ümitvar girişimlerden bahsedildi. Bu gerçekleri CIA propagandası diye geçiştirmeyi tercih edenler bir bahaneyle toplantıya katılmadılar. Halbuki burada sadece resmi belgeler, raporlar, fotoğraflar değil bizzat işkencelerden kurtulanlar ve yıllardır yakınlarına ulaşamayanların feryatları vardı.

TC vatandaşı Doğu Türkistanlıların grup grup, noter ve medya kayıtlarıyla Çin konsolosluğundan akrabalarını ziyaret için vize istemelerini, bir noktadan sonra Çin yönetiminin bu talepleri karşılamak zorunda kalacağını, aksi durumun soykırım haberlerini teyit edeceğini, gidiş usulleri resmiyet kazandığı için sağ salim dönebileceklerini önerdim. Aldığım bilgiler karşısında dehşete düştüm. Bu yolu deneyen nice Doğu Türkistanlılar gidebilmiş, fakat dönememişler. Türk diplomatlar girişimlerde bulunmuşlar, sonra köşesine çekilmişler. İlginç olan ise bu haberler Türk medyasında gündeme gelmemiştir. Önemli bir kısmı akademisyen olan TC vatandaşları Türkiye'nin "diplomatik himaye" hakkı ve görevini gündeme getirmemiş, Dışişleri Bakanlığı adım atmamıştır.

"Diplomatik himaye" bir devletin, başka ülkedeki vatandaşlarının haklarını diplomatik yollarla savunmasıdır. Bu savunma vatandaşına zarar veren devlete karşı haktır, mağdur olan vatandaşlarına karşı ise görevidir. Ders kitaplarında da yazıldığı gibi, devletin, başka bir ülkede mağdur edilen vatandaşının yanında olması, kendi onuruna, namusuna sahip çıkması demektir. Başka bir ülkede mağdur edilen kişiye vatandaşlık verilmiş ise, ülke sınırlarını savunduğu gibi devletin vatandaşının haklarını savunması gerek. Mesela İngiliz vatandaşlığını almış bir Afganistanlının Guantanamo üssünde tutulduğu haberi gelince İngiltere ayağa kalktı, "vatandaşımız suçluysa yargıla, bilgi ver, değilse serbest bırak" çıkışları üzerine ABD serbest bıraktı. Benzer durumdaki bir Türk vatandaşının ailesi, oğlunu kurtarmak için girişimlerinden sonuç alamamış, yıllar sonra serbest bırakılan kişiden Türk diplomasisinin ilgisizliğini öğrenmiştik.

On yıllardır Türkiye'de yaşayan Doğu Türkistanlılar, TC vatandaşlığını kazanmışlar, iş kurmuşlar, devletin ve özel sektörün her kademesinde görev almışlardır. Çin vatandaşlığından çıkmak içinkonsolosluğa başvurduklarında,Çin'e gitmeniz lazım denilmiş. Hem vatandaşlıktan çıkma işlemlerini yapmak hem de yakınlarını ziyaret etmek için Doğu Türkistan'a gidenlerden bir daha haber alınamamıştır. Hiçbir zaman Çin vatandaşı olmamış, Türkiye doğumlu, fakat anne-babası daha önce Çin'den göç etmiş olanlardan Doğu Türkistan'a gitmesi için izin verilenler de gidince aslında Çin vatandaşı oldukları yönünde kayıt yapılmış ve bir daha haber alınamamıştır. Çin'deki konsolomuzun girişimleri sonuç vermemiş, fakat uluslararası yargıya da gidilmemiştir.

Bir ABD veya AB ülkesi vatandaşının bu tür muameleye maruz kalması mümkün değildir. Son derece başarılı organizasyonlara ve girişimlere imza eden Doğu Türkistanlı dostlarımızın bu konudaki yetersizlikleri veya bilgisizlikleri de açıktır. Batı Trakya'daki soydaşlarımıza yönelik baskıların bir derece azalmasında, çoğu kararları uygulanmasa da birçok sorunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ve diğer uluslararası zeminlerde gündeme gelmesinde, soydaşlarımızın uluslararası hukuk kadrosu yetiştirme yönündeki gayretleri son derece önemlidir. Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın da bu yöndeki girişimleri beklenmektedir. Bununla beraber en hazin olanı Türkiye'nin konuyu örtbas etmesidir. Türk medyasının bu gelişmeler karşısında sessiz kalmasının sorumlusu soydaşlarımızın dertlerini yeterli şekilde anlatamaması da olabilir. Çünkü on yıllardır konuyu takip eden bir akademisyen olarak bu gerçeklerden yeni haberdar oldum.

Öncelikle Çin'in gerek daha önce Doğu Türkistan'dan ayrılanlar veya ayrılanların çocukları üzerindeki vatandaşlık iddiasının hiçbir temeli bulunmamaktadır. Eğer soydaşlarımızı yok etmek için böyle bir yasal düzenleme yapılmışsa, yani bu kişiler üzerinde Türkiye'nin diplomatik himaye hakkını iç hukuk kuralları gereği kabul etmiyorsa bunun adresi uluslararası yargı yollarıdır. Sadece Türkiye doğumlu olanlar için değil, fakat on yıllardır Türkiye'ye yerleşmiş kişiler için dahi diplomatik himaye hakkının olduğu kesin olarak ortaya çıkacaktır. Mevcut içtihatlar bu yöndedir.

Gidip haber alınamayanlar veya o ülkedeişkence ve soykırıma maruz kalanları savunmak için vatandaşlık bağı veya çifte vatandaşlıkta hangi ülkeninkinin etkin olduğu anlamsızdır. Çin'in de imza attığı veya jus cogens (emrecidi kurallar) kapsamındaki düzenlemeler gereği her ülkenin görev ve yükümlülüğü vardır. Eğer mağdurlar, soydaşlarımız ve dindaşlarımız ise Türkiye öncelikli görevli ve sorumludur. Önemli bir kısmının ağzına Pekin'den bal çalınan Türk ve İslam ülkeleri liderlerinin sessizliği, Türkiye'nin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Pakistan'dan istenilen Müslümanları Çin zindanlarına göndermekte tereddüt etmeyen İmran Han'ın başına gelenler, körleri, sağırları oynayan her yöneticinin başına gelebilir.

[email protected]

twitter.com/alaeddinyalcink