Çocukluk güzel şeydi, kötü olan tek şey bitmesiydi. Her güzel şey gibi, o da hiç yaşanmamış gibi geçmişin kapalı bir kutusunda tozlandı ve şimd

Çocukluk güzel şeydi, kötü olan tek şey bitmesiydi. Her güzel şey gibi, o da hiç yaşanmamış gibi geçmişin kapalı bir kutusunda tozlandı ve şimdi sadece iki cümlenin içinde, birkaç hatıranın varlığında, senden küçüklere anlatılan hikayelerde asılı kaldı. Çocuklukla, gençliğim arasında hiçbir fark yoktu, çünkü ben çocuk olmaktan hiç vazgeçmedim. Hayat, insanlara iki seçenek bırakır; ya gerçekleri kabul edersin ya da çocuk kalırsın. Sen gerçek olmuşken, ruhunun bir tarafının sıcak ekmek kokması, hala sabah güneşinin mutluluğuyla uyanması garip bir şey mi?

Çocukken, gecenin karanlığından ürkmezdim, tam aksine o gölgelerin içinden hep bir masal kahramanı beklerdim. Hayat bu ya, elindekinin azlığıyla, hiç olmayanın yokluğuyla imtihan eder seni. Bu çocuk olsan da, ton ton bir yaşlı olsan da hiç değişmez. Hep uzaklardan gelecek birini beklersin. Seni bütün çaresizliklerinden kurtaracak, senin uzanamadığın geleceğe o uzanacak, hayallerine boyu yetişecek bir kahraman. Tek fark, çocukken bunun olmayacağını bilmezsin, büyüyünce bilmene rağmen yine de beklersin. Ben de bilmeden hep, o başucumdaki pencereden bir kahramanı bekledim. Çok küçük nedenlerim vardı kurtarılacak, ama bir çocuk için o kadar büyüktü ki...
O kahraman yaprakların hışırtısındaydı, ağaçların gölgesinde kökü gizliydi. Başucumdaki pencerenin yanında o kadar büyük bir ağaç vardı ki, bir gün o ağaca tırmanıp, dileklerimi gerçekleştirecek, tozpembe bir hayata uyandıracak ve isteklerimi gerçekleştirecek zannediyordum. Hayata uyanmak bir şey varmış, ben galiba gerçekten bir kahramanın olmadığını o zaman öğrendim. Ne çok gençtim ne de gençliğe erişemeyecek kadar çok yaşlıydım, ama yaşamaya başlamıştım.
Çocukluk güzeldi, hele bir de bilinmez bir kahramanın yolculuğuna çıkıyorsan, maceralarla dolu bir hayat demekti. Bir bayram sabahının neşesi üzerinde, yeni kıyafetlerle donanmışsın, aynada bir masal bir prensesi görüyorsun, boyun dedelerin dizlerine geliyor, onlara sana gerçek bir prenses gibi davranıyor, sen de onların yalanlarına severek inanıyorsun. Çocukken büyüklere, o kadar çok yalan söylerler ki, sen bir yalanın gerçekliğine inanırsın. En yakınındakilerin hiç ölmeyeceğini, onların gittiği yerde bizi beklediğini, her gökyüzüne baktığımızda bizi duyduğunu, gördüğünü, yaramazlıklarımızda üzüldüğünü, yemeğimizi yemezsek büyüyemeyeceğimizi, sütümüzü içmezsek görünmeyeceğimizi, bir masal prensesine inanmak, tüm bu yalanların içinde en masumu olsa gerek. Çocuklar hiçbir zaman iflas eden babalarının bir gün intihar edeceğini, babası sırf iflas etti diye annelerinin onu terk edeceğini hiç bilmezler. Kavgaların sesi, yüksek sesli bir konuşma olarak geçer, büyükler küçüklerin gerçeklerine o kadar çok müdahale ederler ki, bu genetik olup çocuklarımızın çocuklarına geçer. Biz tüm bunlara inanırız, sonrasında bunların gerçek olduğunu öğrendiğimizde büyürüz. Sonrasında bunlara alışamadığımızda suçlanırız, sonrasında bunlarla yaşayamadığımızda aşağılanırız, ama kimse sormaz “sana kim söyledi bunun böyle olduğunu? Sana kim dedi, gökyüzünün melekler mezarlığı olduğunu? Sana kim söyledi insanların toprağa değil de, kalbimize gömüldüğünü? Sana kim söyledi, sonsuz mutluluğun var olduğunu, acıların yaşandığı bir ülkenin yok olduğunu?”
Söyleyemezsin “Çocuktum, inandım.” Ama öyle, her ne kadar geçerli bir sebep olarak görülmese de tek beis bu. İşte bu yüzden çocukluk sıcak ekmek koktuğu için, barbie bebeklerin dünyasında yaşandığı için, her güne mutlu bir merhaba dendiği için, peşinde pervane olan ailen olduğu için değil de, tüm bu söylenen yalanların yalan olduğunu bilmediğin için daha güzeldir.
8 yaşında bir kahramanın bütün kırık notlarımı düzelteceğine, diplomamı alırken bana gülümseyeceğine, bu yolculukta her düştüğümde eliyle el vereceğine, nefesiyle umut olacağına, beni hep gülümseteceğine, hatıralarımda mutlu tebessümler bırakacağına, yarınıma, bugünüme ve hep geleceğime ait bir dokunuşla mucizeler yaratacağına inanmıştım. Sonra o kahramanın gelmesine gerek kalmadı, çünkü o hep yanıbaşımdaydı. Hayatıma mucizeler katan kişinin yokluğuyla gelmesini beklerken, şimdi onun yokluğuyla ondan gelen bütün mucizelere inanıyorum.
Hayatınızda hep bir karaman vardır. Siz çocukken onun hep uzaklardan geleceğine inanırsınız, büyüdüğünüzdeyse onun hep var olduğunu, ama sizin onu hep uzaklarda aradığınız anlarsınız. O kahraman hep vardır ve siz onun, aslında sizin kahramanınız olduğunu hep hayata uyandığınızda öğrenirsiniz.