Entel yönü oldukça gelişmiş Yiğit arkadaşıma dönüp: “Arkadaşım Yiğit!” dedim. “Sana hayatta fark ettiğim çok önemli bir ayrıntıdan bahse

Entel yönü oldukça gelişmiş Yiğit arkadaşıma dönüp: “Arkadaşım Yiğit!” dedim. “Sana hayatta fark ettiğim çok önemli bir ayrıntıdan bahsedeceğim” Yiğit önce bayram değil seyran değil, ne oluyor şimdi der gibi baktı. Bir süre yüzümdeki ciddi ifadeye odaklandı ve en sonunda “Yaa hocam dur hele Allahisen (Allahını seversen) şimdi! Şurda bir çay içicik yoo!” dedi. Ama ben kararlıydım. O yüzden sözlerime devam ettim.
“Bazı duygular var. Bunların adını herkes bilir. Fakaat bahsini ettiğim bu duyguları bazı insanların bırak yaşamasına…” sözlerimin tesirini artırmak için sözümün tam burasında sanki ufuklara bakıyormuş gibi yapıp başımı ağır ağır salladım ve dedim ki “Bilmesine imkân yok!” Yiğit “Eyyi eyyi tamam. Ne güzel” dedi. Üfleyerek kafasını yana çevirdi. Bu hareketini ilgilendiğine yorarak devam ettim.
“Mesela diyelim ki Ramazan ayındayız. Oruç tutmayanları düşün. Tutsun ya da tutmasın o başka mevzu. Fakkaat” sesimin tonunu bir derece yükseltip “Amma acaba bayram geldiğinde oruç tutmayanlar ne hissetmiştir? Yani oruçlu bir adamın oruç tutmayan adama göre bayramı yaşaması, hissetmesi bir midir? İşte…” dedim. “O adam hiç bir zaman hakiki bayramları ve bayramlarda neler hissedileceğini, bayramın o gerçek neşesini bilemeyecektir. Ne kadar acı değil mi?”
Sanki orucu o yemişte yakalamışım gibi rahatsız oldu. “Ya hoca muhabbeti mahvettin yoo! Bana ne şimdi bayramdan, oruçtan…” dedi. Bereket versin tam o sırada Mustafa yanımıza geldi. “Ne anlatıyon hoca. Ellaham (zannedersem) gene möhüm (önemli) bişey” dedi gülümseyerek. Yiğit kaşlarını kaldırarak “Çok möhüm, çok möhüm!” diye tastikledi. “Anlatsın da bak dinle hele!”
Adamın dibi bu bizim Yiğit. Bir mum ateşiyle diğer bir mumu yakarsa, ışığından ne kaybeder, misali istiyordu ki Mustafa da canım fikirlerimden istifade etsin. Böyle düşünmemiş olabilir. En azından ben öyle düşündüm!
Evet, az sonra büyük bir çığır açacak fikrimi yeni ve istekli talebeme anlatabilirdim. “Mesela Mustafa” deyip şevkle ona döndüm. Yiğit kahveciye manalı manalı “Hele ağam acele dört çay gönder. İçimiz yandı” dedi bu arada. Ben devam ettim tabi. “Çalışan anne - babaları düşün” dedim. “Aha (işte) düşündüüüm! Nolucu ki!” dedi. “Özellikle içlerinden çocuklarıyla yeterli zaman geçiremeyenleri düşün. İşte onların evlatları yanlarında büyüyor görünse de gerçek anlamda anne baba değiller” Mustafa’nın değişen acayip bakışlarına aldırmadan iddiamı sırladım. “Onlar asla gerçek ebeveyn olamayacaklar. Hakiki anne-baba hissini bilemeyecekler. Çünkü çocukla anne - baba arasında tarifi yapılamayan o özel anları hiç yaşamadıklarından içlerinde o muazzam his çiçek açamayacak. Dolayısıyla o kutsal bağ kurulamayacak, o his hiçbir zaman bilinemeyecek. Bunun için de tam anlamıyla anne baba olunamayacak. Anlıyor musun?” dedim. Mustafa “Yani şimdi onlar çocuklarının ana babaları değil miymiş?” dedi. “Bunu mu anladın bu kadar sözden” dedim. “Ağam kızma, üvey olmak kötü bir şey! Düşünsene zavallı mahsimlerin (masumların) hallerini. Değil mi?” dedi. Bir de benden tasdik bekliyordu…
Pes etmedim. Son olarak Ali’ye döndüm. Değerli fikirlerde istifade etmek Ali’nin de hakkıydı. “Anlat anlat” dedi Ali. Sıranın kendisine geleceğini hissetmiş gibiydi.
Zannettim ki muhatabımı buldum. O büyük fikirleri hakiki anlamda anlayabilecek kişi karşımda… Fakat o Benim de kafamı ütüle hele der gibi bakışına doğrusu mana veremedim. Vazgeçmedim tabi! En vurucu örneği ona saklamıştım çünkü.
“Bazı duygular vardır. Adını herkes duymuştur ama herkes bilemeyecek, yaşayamayacaktır. İdealistlik, vatanseverlik, namus, şeref, hukukun üstünlüğünü koruma gibi…” Şimdi hızımı almıştım. Uçuşa geçebilirdim. Devam ettim.
“Söyler misin? Haram yiyen biri namuslu olmanın ne demek olduğunu tam anlamıyla bilebilir mi? Bu hayatta zarar görse de namusunu ve şerefini koruduğu için o kahramanların içinde duyduğu hazzı duyabilir mi?” Devam ettim “Şerefli bir adama rüşvet veren kişi o parayı yüzüne çalan kahramanın öfkesinin köklerini tam anlamıyla anlayabilir mi? Vatanseverlerin, idealistlerin hapse hatta ölüme gülerek gitmesini kavrayabilir mi? Allah aşkına ruhlarında hissetlikleri o latif duyguyu, kutsal değerlerden habersiz zavallı kişilerin anlayabilmesine imkân var mı? Kendini yüce değerler için feda eden adamı ulvi duygulardan bihaber insancıklar anlayabilir mi?”
Daha fazla dayanamadım. Ayağa kalktım. Sanki mahallenin kahvesinde arkadaşlara değil de Atina Meclisinde senatörlere hitap ediyormuşum gibi acayip hareketler eşliğinde konuşuyordum.“İşte bazı insanlar görünürde bir insan gibi hayat yaşasa da insanı insan yapan hisleri, bilmeden, hissetmeden ölüp gidecekler. Bir sürüngen gibi… İşte bunu fark ettim, bunu diyorum”
Son heceyi o kadar sert ve yüksek şekilde söylemiştim ki kahveci az kalsın bardakları yere düşürüyordu. Sokrates hitabette yanımda halt etmişti! Arkadaşlarımın gözlerine tek tek baktım. Ne yalan söyleyeyim bıraktığım o ezici etkiyi görmek istiyordum.
Ali hafifçe geriye yaslanıp “Bitti mi?” dedi. “Bit-ti” dedim. “Eyyi o zaman hele gel şurada bir tavla atak” dedi. Ağzımı büzerek “Çok cahalsınız!” diyerek tek tek hepsine kızdım, bağırdım, çağırdım...
Sonra tavla oynadık. Beni defalarca yendiler. Bütün çayların parasını Sokrates’e ödettiler.