Daha önceki yazımda “Ne kadar değerliyiz?” konusuna değinmiştim. “Ne kadar değerlerle doluysak o kadar insanız, o kadar vicdanlıyız…” sözü

Daha önceki yazımda “Ne kadar değerliyiz?” konusuna değinmiştim. “Ne kadar değerlerle doluysak o kadar insanız, o kadar vicdanlıyız…” sözüyle neticelendirmiştim.
Değerler ahlaki, kültürel, ruhsal, toplumsal ve bireysel alana ilişkin duyarlılık geliştirmeyi ve bunları içselleştirmeyi kapsar.
Değerler; sevgi, sorumluluk, saygı, hoşgörü – duyarlılık, özgüven, empati, adil olma, cesaret, dostluk, yardımlaşma, dayanışma, doğruluk, dürüstlük, bağımsız ve özgür düşünebilme, iyilik yapmak, çalışkanlık vb. alanları kaplar.
Değerlerin öğrenilmesi sosyal bir öğrenmedir. Çocuğun gördüğü ilk sosyal kurum aile olduğu için çocuğun değer sisteminin oluşmasında aile en önde yer alır. Ailede değerler model alma ve anne babayı taklit etme seklinde oluşmaya başlar. Çocukların davranış ve tutumlarının sonucunda çevrelerinden gördükleri tepki ve yorumlarla gelişir. Arkadaş ortamı, eğitim ve medya ile pekiştirilir.
Gerçekten değerle yüklü olmak insanın yaşam kalitesini, insancıllığını önemli ölçüde etkiler. Değerleri kullanmak yaşantımızda olmazsa olmaz bir şart haline getirmek gerekir. Bunu bir yana bırakıp, değerlere yeterince önem veriyor muyuz? Bu soruya samimi içten verilen bir cevap insanın birçok hata yapmasını engeller. Onu ön yargılardan, etiketlemelerden ve gereksiz ötelemelerden kurtarır. Aslında kimi zaman hemen yanı başımızda ki olanı biteni fark edemiyoruz. Yeterince göremiyoruz, ya da görmek istemiyoruz. Değer aslında görmek istediğimiz kadardır.
Usta yıllarca yanında yetiştirdiği çırağının eline iri bir pırlanta verip: ”Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.” Çırak, elinde pırlanta bir bakkal dükkânına girer ve:
”Şunu alır mısınız?” diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra:
”Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın.” der. Çırak teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gider:
”Buna ne verirsiniz?” diye sorar. Semerci şöyle bir bakar:
”Bu…” der, ”Benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
Çırak en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar:
”Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.”Buna kaç lira istiyorsun?” Çırak sorar:
”Siz ne veriyorsunuz? ”
”Ne istiyorsan veririm.”
Çırak, ”Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
”Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Çırak:
”Emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini…” anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır:
”Bundan ne anladın?” diye sorar. Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
”Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.”
Değerini bilmek, değere sahip olmak, onu korumak, özümsemek oldukça önemlidir. Günlük yaşantımızda da değerli gördüğümüz yerlere ve kişilerle birlikte olmak insana mutluluk katıyor.
Değerler aslında toplumun temel taşlardır. Onlarla sosyalleşme olur. Onlarla daha değerli, daha güven de oluyoruz.
Ne kadar evrensel değerlerle yüklüysek o kadar değerliyiz. Değerlerle yüklü olmakta önemli değil önemli olan o değerleri benimsemek ve kullanmaktır. Değerli görebilmek ve insanca, vicdanlı bir şekilde yaşayabilmektir.
Elimizdeki değerleri yitirmeden önce onlara sahip çıkalım. Yoksa iş işten geçtikten sonra telafisi olmayan hatalara düşeriz…