1712-1778 Yılları arasında yaşayan Fransız yazar Jean-Jacques Rousseau "hiçbir yurttaş başka bir yurttaşı satın alabilecek kadar varlıklı ve kendi kendini satmak zorunda kalacak kadar da yoksul olmamalı" demiştir. Demokrasi yasa, kanun ve kurallar silsilesi olsa da işletilmesi, uygulama şeklidir özünü oluşturan. İnsanlık tarihinde hiçbir sistem, yönetim şekli, idare hali, yönetim biçimi, inanç ve felsefi kurallar dizisi yoktur ki yaşama geçirilişte işletim şekliyle aynı olsun, yaşananlarla kurallar üst üste otursun. İnsan daima yetkiyi kendi elinde bulundurur, baskıcı monarşide de din esaslı teokraside de aynıdır. İnsanların etik kurallarla insanca yaşayabilecekleri sistemde kilit durum da olan yine insandır, bilinç sahibi olması ve değişen, gelişen süreçte akla ve zamana yatkınlıktır.

Esirlikten, esaretten, insanın bilgi, beceri, düşünme yetisi bir yana vücut gücü temelin de çevresinde ki insanları kendi lehine çalıştırması ile esaret, kölelik başlamıştır. Vücut gücü ile hükmetme kontrol edebilme zamana bağlı olarak yerini taraftarı olmaya, silah sahibi olmaya, toprak sahibi olmaya, varlıklı ve zengin olmaya getirmiş, evrimleşmiştir.

Geçen yıllarla birlikte soyut güç sahiplikleri ve soyut olanı meseleyi kavramaya zorlanan sıradan ama çok olan insana kabullendirmek, inandırmak gelmiştir. Asırlar boyunca öylesi çeşitli yönetim şekilleri var edilip insan hayatına geçirilmiştir ki, üç beş ana başlık kolaycılık ya da derleme toplama, tarihçilerin, yazım ustalarının disipline benzetme üretimidir. İdare de olan, hükmeden kişi ya da kişiler, aile ve efradı kuralları yazılı hale getirip hak, hukuk, adaletten bahsetmeye başlamışlar olsa da, icraatta, uygulama, hayata geçirilme halinde eşitlik, denge sağlanamamıştır. Hükmeden sadece kölelik sisteminin yetersiz olduğu kanaatiyle insanların tüm yaşam şekline karışmak, hükmetmek, tek karar verici olmak istemiştir. Gelişen çağlarla birlikte dünyada ki insanlar bölüm bölüm, grup grup, kavim kavim, dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmalar başlamıştır.

Felsefi görüşüm odur ki; Fransız ihtilali yıllarına kadar sadece para altın ve zenginlik hüküm sürmüştür. Son iki asır para ve zenginliği tamamıyla dışlayamasa da aklın, bilginin, keşfin gücünü önemli ölçüde ön plana çıkarmıştır. İnsanların hayata müdahil oldukları gibi, çalışıp ürettikleri gibi, tüm ürün ve ganimeti, doğanın sunduklarını eşit ve hakça paylaşma gerekliliği belirginleşmiştir. Milenyum sonrası kısık sesle söylenen, yıllar geçtikçe volümü artırılan söylem, çalışanın asgari, insanca yaşamı için gerekli ücreti belirleniyorsa, insanın azami serveti, zenginliği, sahip olabilecekleri de belirlenip sınırlanmalıdır.

Milenyum derken 2000 yılından sonra ki ilk çeyrek sürenin de sonuna geldik. Görünümler değişik olsa da satın almalar, satılık insanlar durumunda, temel işleyişte değişme yok gibi. İnsan hakları, cumhuriyet, demokrasi, eşitlik, onurlu yaşam derken insanın insanı sömürme hali doludizgin devam etmekte sergilediği görüntü değişmektedir. Dünya insanı her coğrafya da her millete mensup halde değişik uygulamalarla eşitlik kavramını sahiplense de, sınır koyuculuk nedense yine zenginlerin, köşeleri tutmuşların, diğer bir tanımla insan haklarını tanımayan, adalet ve hak istemeyen, benim olsun, bizim olsun da ne olursa olsun diyen kurnazların elinde. Dünya da ki tüm varlığın ekseriyeti nüfusun zerre sayılacak kesiminde iken çalışan ve üreten, çaba gösterip mücadele eden milyarlarca nüfus ise kavgasını ve hak aramasını devam ettirmekte ama, ne yazık ki, en berbat olan, kendi araların da!