Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk-1923)

17 Ağustos 1999 Gölcük- İzmit- Adapazarı Depreminin üzerinden 24 yıl geçti fakat hafızalardaki korkunç görüntüler henüz silinmedi. Ogün yıkılıp harabeye dönen şehirlerde depremin fiziki yıkıntıları tamamen kalktı ve her şey eskiye döndü. Ama olanlardan hiç ders alınmadı. Ve deprem coğrafyasında bulunan ülkemizde Düzce, Bingöl, Van, İzmir, Elazığ ve son olarak Kahramanmaraş Depremi gibi doğal felaketlerde benzeri acıları yeniden yaşadık.

Depremde görülen yıkım manzaraları hiç değişmiyor. Hep ayni ihmal ve başıbozukluktan yıkılan binalar ve tuzla buz olmuş beton yığınlarının altında kalarak yitirdiğimiz masum canlar.

17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminden günümüze değişen tek olumlu husus, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının deprem olduktan sonra afet bölgesine yetişmelerindeki büyük hız, koordineli çalışma ile yaraların sarılmasında kazandıkları engin tecrübe idi. Yakın geçmişimizde meydana gelen İzmir, Elazığ, Van gibi depremlerde şahit olduğumuz bu gelişmeye Kahramanmaraş merkezli 10 ilimizi kapsayan ve 13 milyon vatandaşımızı etkileyen son depremde şahit olmadık. Aksine tam tersi uygulamaları görerek üzüldük.

Deprem yaralarının sarılması ve en az zaiyatla atlatılmasında ilk 12 saat içinde yapılan organize kurtarma çalışmaları önemlidir. Zaman uzadıkça ölümler ve yıkımlar artar. Bunun için çok iyi bir teşkilatlanma, eğitim ve provalar, kesintisiz iletişim imkanları ve kurumlararası etkin koordinasyon şarttır.

Daha önce deprem ve diğer doğal afetlerde süratle ve doğrudan müdahale eden yeterli teçhizat ve eğitime sahip Silahlı Kuvvetler ile Sivil Savunma Teşkilatlarının yerine kurulan AFAD’ın henüz bu çapta büyük depremler için hazır olmadığını gördük. 2009 yılında 5902 sayılı Kanunla Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) adı ile kurulup afetlerde direk müdahale ve yardım için sorumlu kılınmıştır...

6 Şubat 2023 gecesi saat 04:17 sularında 7.7 şiddeti ile vuran deprem artçılarıyla birlikte yeterli tahribatı yaptıktan ancak üç gün sonra AFAD tam teşkilatıyla bölgede etkili çalışmaya başlayabildi. AFAD’ın bölgeye yardıma gelen sivil toplum kuruluşlarını, belediyelere ait yardım heyetlerini, Zonguldak madencilerini ve yurtdışından gelen yardım ekiplerini koordine etmede çok eksik kaldığını gördük. Aslında mevcut teşkilatları, teçhizatları ve operasyon grupları ile bu derece şiddetli ve on ile yayılmış bir depreme müdahalede yeterli olmaları kolay değildi..

Deprem bölgesindeki iklim şartları da müsait değildi ve yıkım önceden tahmin edilemeyecek kadar çok fazlaydı. Yani son depremin kapsadığı alan ve şiddeti de şimdiye kadar görülmemiş derecede büyüktü.

Nitekim ilk günden itibaren ulaşım zorlukları, sıfırın altında seyreden soğuk hava ve iletişim zorlukları insanların en çok ihtiyaç duydukları iaşe edilmeleri ve barınmalarında büyük aksaklıklara yol açtı. Bir bardak çay, bir dilim ekmek, bir battaniyeye ve ışığa muhtaç olundu. İlk şoku atlatan insanlarımız uzun süre kendilerini sahiplenecek devletin güçlü elini Kızılayın şefkatli kollarını aradı. Aradıklarını bulduklarında ise yıkım tamamlanmıştı.

Evet, Kahramanmaraş depremi 500 yıl sonra gelen ve adeta on ili haritadan silerek bir hayalat kente döndürecek kadar büyüktü. Dolayısı ile çok iyi bir organizasyon ile organize hareket etmeyi ve topyekün milletçe el ele olmayı gerektiriyordu. Başlangıçta bu organizasyon sağlanamadı. Yani zamana karşı yarış için tüm güçlerin bir elden sevk ve idaresi sağlanamadı. Bölgeye ilk anlarda koşarak gelen muhalefet belediyelerinin ve sivil toplum kuruluşlarının olaylara derhal müdahale etmesinin önünde AFAD’ın zorluklar çıkardığı da görüldü. Oysa vakit geçirmeden hayatların öncelikle kurtarılması gereken böyle bir durumda siyasetin ve siyasi çekişmelerin hiç gereği yoktu. Nitekim çok nahoş ve asla unutulmayacak bazı olaylar hafızalara kazındı.

Depremin yaralarını sarmak için tüm gücü ile yardım ekiplerini ilk saatlerden itibaren devreye sokan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na eski bir AK Parti milletvekili hanımın “ Defol İngiliz Uşağı. Show yapma. Ne ne arıyorsun burada” diye haykırması Türk milleti için çok ağır bir tecrübe olarak daima hafızalarda kalacaktır.

Ülkemizin dört bir yanından binlerce tır ile malzeme ve iş makinası yardımı yapılmışken, 81 ilden yardımsever halkımız hiçbir karşılık beklemeden koşarak “ Acaba bir can kurtarabilirmiyim” diyerek tamamen kendi imkanları ile bölgeye ulaşıp cansiperane çalışırken hizmetlerinin iktidar mensuplarınca engellenmeye çalışılması toprak altında acilen kurtarılmayı bekleyen insanlarımıza ihanettir. Ak Parti sözcüsünün sadece Ak Partili ve MHP’li belediyelere(Cumhur İttifakına) teşekkür etmesi de önemli bir ayrımcılık göstergesidir. Bu ve benzeri sözlerin yeri va zamanlaması yanlıştır. Gerçekleri yansıtmamaktadır. Gerçek ise insanlık namına hiçbir beklentileri olmadan bölgeye koşarak yardım için gelen ekiplerin adeta tırnakları ile toprağı kazıyarak depremzedelere faydalı olmaya çalışmaları Türkün en güzel hasletlerinden biri idi . Ve burada bu kardeşlik ve dayanışma tüm unsurları ile sergileniyordu. Bu alanda sergilenen birlik ve kardeşlik görüntülerinin ülkemizin yarınları için de çok yararlı olacağı asla unutulmamalıdır.

Aslında bu gibi büyük doğal felaketlerin tüm yıkıcılığı yanında milletleri bir arada tutma ve onları tek vücut yapma gibi çok olumlu bir yanı da vardır. Bu deprem felaketinin ilk safhasında ne yazıkki bu dayanışma örneği gösterilememiştir. Ve bu birlikteliği sağlayacak kurum tamamen iktidardır.

Biz Türkler kaderci insanlarız ve depremlerden asla ders almıyoruz. Bunun örneklerini geçmişte çok gördük.

Türk Devleti ve milleti depremde varını yoğunu harcar ve yaraların biran önce sarılması için olağanüstü bir çaba gösterir. Milletçe bu kenetleniş doğrudur. Fakat zamanlaması yanlıştır. İşin doğrusu deprem olmadan bu birlikteliğin sağlanması ve yıkım olmadan gereken bilimsel önlemlerin önceden alınmasıdır. Ülkemizde meydana gelen depremlerin çok üstünde şiddette depremlere devamlı maruz kalan Japonya gibi ülkelerde tek can kaybı olmazken ve binalar un gibi dağılmazken, neden hâlâ bizim ülkemizde meydana gelen yıkımlardan ders alınarak önceden tedbir alınmaması anlaşılır gibi değildir.

İşte sorun buradadır. Çözülmesi gereken husus, deprem sonrasında meydana gelen yaraların sarılması değil, böyle yaraların meydana gelmesini önleyecek tedbirlerin alınmasıdır. Deprem sonrası meydana gelecek yıkımların maliyetinin deprem öncesi alınacak tedbirlerin maliyetinin beş katı olacağını bilim adamları adeta haykırmaktadır. Fakat seslerini duyan makam yoktur.

Oysa deprem bu toprakların bilinen gerçeğidir ve daha binlerce yıl toprak yerleşene kadar bu doğa olayı durmayacaktır. Buraları vatan bilip, yurt tutan bizlerin bu zamansız gelen düşmana karşı bilinçli bir şekilde hazırlanmamız gerekmektedir.