Gözlerdeki ışıltımız, ruhumuzun aydınlığını ne de güzel anlatır. 

Şarkılara bile konu olmuştur. Gözler kalbin aynasıdır. Göz manevi dünyamızdan maddeye dönüşmüş belki de tek parçamızdır. Her zaman doğruyu söyler. Gözler yalanı beceremez. Açık verir.

Işıltı olmaksızın “Bak gözlerimin ışıltısına” dendiğinde… O gözlere bakıldığında görünen “Işıldatmam gerekiyor, inandırmam gerekiyor.” diye avaz avaz çığlığı görülür… Ne kadar zorlanmak istense de gözler yalanı beceremez. Dedik ya onlar yanılmamamız için; Manevi dünyadan bizlere verilmiş kutsal birer hediyedir.

Aynı ekonomik programı defalarca açıklamak, defalarca ısıtılmış yemek misali tat vermez artık… Hele hele bir önce açıkladığının ve gerçekleşme durumunu öncelikle kıyaslayıp anlatmadıysan… “Böyle beklentimiz vardı. Şöyle oldu.” demediysen… Karşılaştırmalı bilgi vermeden, yeniden aynı şeyler konuşuyorsan inan tat vermez… 

Gözler kalbin aynasıdır. Gözlere bakarak anlarız giydiğin elbisenin sana aslında birkaç beden büyük mü küçük mü olduğunu… Anlayamadığın konuların üzerinde kurduğu baskıyı, belli ki başka kişilerce “hadi sen yaparsın aslanım” demenin her zaman yetmediğini… Bilgi, beceri, liyakatın önemini…

Madde dünyasının, ahlakın temelini oluşturan ekonomiye ancak “akıl ile güven” verilebilinir. Ve yine ancak “Geliştirebildiğin yeni projelerin iletişimi” olabilir, sağlıklı güvenin kapısını ardına kadar açan…

Ukrayna’nın bugün yaşadıkları elbette tesadüf değil… Teknolojilerinin, geliştirebildikleri projelerinin döneme uygun olamaması günün şartlarını belirliyor… Özellikle onların bu gelişime, Rusya’ya olan tarihsel bağımlılıkları sebebiyle çok daha ihtiyacı vardı. 21.nci  yüzyıla gelmişken, taa 10 bin yıl önce keşfedilmiş tarım ağırlıklı çalışarak ayakta kalamaz ülkeler… Ancak bu yüzyılın kurallarına uygun akıl, bilim, eylemler ile ayakta kalabilir milletler… 

Kime karşı?.. 

Elbette bu yüzyılın kuralına göre oynayanlara karşı… Ukraynalılar son derece milliyetçi insanlar… Hepimiz, onların bu cansiperane  direnişlerine, bedenlerini ortaya koymalarına, vatan için kanlarını dökmeye hazır olmalarını hayranlık ve biraz da duygulanarak seyrediyoruz… Ermenistan, Suriye gibi ülkeler hariç bütün ülkeler Rusya’nın bu ortaçağ şoven yaklaşımını haklı olarak kınadı. 

Yıllardır diğer milletler, rakipler durmaz gelişirken, maalesef bazı ülkeler aynı gelişimi gösteremedi. Yeterince madenlerini artıramadı, halkını bilgi ve para ile zenginleştiremedi, teknolojide gelişemedi, ilaç bulamadı, uzaya çıkamadı, uzayda asteroit madenciliği yapamadı, uzayda enerji üretemedi, yine uzayda barınma alanları ve uzay turizmine giremedi, olmadı da olmadı… Bugün bunları yapan ülkeler var… Onlara güçlü ülkeler diyoruz… Haliyle zamanla zayıf kalmışların, en küçük özgürlük seslenişine biri çıkıp “Hop ne diyorsun sen bakıyım” deyiveriyor… Ve güçsüz kalmışın karşısında kaygı bile duymadan dalıveriyor sınırından içeri…

Onurlu ama zenginleşememiş Ukraynalılara da “Kanımızı son damlasına kadar dökeriz” nidaları kalıyor…

Evet orta çağda en gelişmiş teknoloji balta iken, ok iken… Rönesans döneminde gelişmiş teknoloji altı patlar, tek kırma iken… Bugüne nazaran teknolojik yetersizliklerle kan dökerek savunma yapmak anlaşılabilinir… Hatta vatan ve millet uğruna canından vazgeçmek gerçekten çokta onurlu bir davranıştır. Bugün de elbette öyle ama çağımızda ilim ve bilim yolunda gidenlerin kanlarını dökmeden ya da çok çok az dökerek bu tür sorunlarını çözebildiklerini biliyoruz.

Ama bugün; İlim ve bilimde rakiplerinden daha fazla gelişmeyenler için, potansiyel düşmanlara nazaran tembellik edenlerin dilinde delikanlılık şarkısı oldu bu ifade… Çünkü artık iş işten geçti. Geçmiş zaman kötü, verimsiz kullanılmış. Biraz irfan ile “tembelik ettim galiba” diye itiraf bile etse, artık başka çaresi kalmamış… Tek verebileceği ona emanet edilen canı kalmış… Tek akıtabileceği de kanı kalmış…

Bu arada Ukraynalıların, kadın erkek hepsinin birer mitolojik kahraman gibi dimdik ayakta durmalarını saygı ile seyrediyoruz… Lâkin gözlerindeki ıslaklıkta gözlerimizden kaçmıyor… Gözlerindeki o buğulanma zannetmeyin korku… Daha çok pişmanlık gibi… Kızgın ve kırgın bakışlarının ardında geçmişteki hataları… Kendilerine olan kırgınlıkları, hayal kırıklıkları var gibi…

Sanırım asıl kendilerine kırgınlar… 

Kendi kendilerini sorguluyorlar… 

Neden bu güçlü milletlerden geri kaldık? Neden bize verilen en güzel ödülü “aklı” zamanında doğru ve dengeli kullanmadık? Neden çalışmadık? Neden rakiplerden daha tembel kaldık? Neden tarihten ders alamadık? Neden tarihten ders almayarak, tarihin tekerrür etmesini sağladık? 

Evet yapmamıştı…

Şimdi onların, Wall Street’ten, Londra piyasalarındaki patronların finansal savaş oyunlarına ve kocaman teknolojik silahlarının karşısına koyabileceğin tek varlığı canı kaldı… Finansal piyasalar mı? Ne alaka demeyin. Büyük şirketler para odaklıdır. Daha çok kazanmak için saldıranında, savunma yapanında arkasında durmaktan çekinmez. Bakın yıllardır silah yatırımı yapmayan Avrupa’dan haberler geliyor. 100 milyar dolarlık silah siparişi vermişler bile… Ayrıca savaş sonrasında yıkılan bina, fabrika, yol, havalimanı, araç, teknolojik altyapıların tekrar onarılması ya da satın alınması gerekecek…

Haydi durma şimdi tembelliği avaz avaz bağır ve “Kanımızla çirkin hayallerinizi bozacağız” de… “Çünkü artık, asıl düşmanın karşısında Ağustos böceği gibi kaldım, kanımdan başka verebilecek başka bir şeyim kalmadı” eleştirisi yapmanın faydası yok… 

Umarım tekrarlanmış bu acı ders! 

Rakipleri karşısında tembel, fakir, değersiz kaldığını düşünen tüm ülke halklarına ders olur… 

Gözleri, düşüncelere daldıran derin bir bakış olur…

Ülkemizde; Ukrayna ve Rusya’ya bağımlı bırakılan buğdayın, savaş sebebiyle fiyatların artacağındaki endişenin sebebi, elbette Buğday ambarı olarak ün yapmış vatanımızda buğday üretiminin nüfusa oran ile azaltılmasıdır. 

Demek ki maddede 1+1=2 olması gibi, maneviyetta 1+1=1 olması gibi asla değişmeyecek olan; İnsani eğitim kalitemizi, toprak ve çevre kalitemizi koruyamazsak, başka ülkelere bağımlı kalırsak, fakirleşeceğimizdir…