Aslında her şey 2003’te Talabani Peşmergelerinin rehberliğinde ABD askerlerinin Süleymaniye’de kafamıza çu-val geçirmesiyle başlamıştı. Yani Per

Aslında her şey 2003’te Talabani Peşmergelerinin rehberliğinde ABD askerlerinin Süleymaniye’de kafamıza çu-val geçirmesiyle başlamıştı. Yani Perşembenin gelişi Çarşambadan belli ol-muş, ABD, yarım asırlık müttefiki Türkiye’nin geleceği ile ilgili olarak pek hayırlı şeyler düşünmediğini bu tutumuyla belli etmişti. Böylece Ortadoğu’da yeni ortak olarak daha kullanışlı gördüğü Kürtleri sahneye sürerek hem İsrail’i rahatlatacak, hem de bölgenin söz dinlemez devletlerini hizaya getirebilecekti.
Son iki yüzyıl özellikle Balkanlar’da çok kanlı olayların yaşandığı bir dönem olmuştu. 20.nci yüzyıl ise Ortadoğu için hiç dinmeyen acıların ve dökülen kanların hafızalara kazındığı bir dönem oldu. Batılıların enerji kaynaklarını kontrol altına alma ve onu uluslararası pazarlara güvenle nakletme hesaplarıyla, İsrail’in bin yıllarca önceden gelen ve gelecekteki bin yılları kapsayan stratejileri bu coğrafyada İslam aleminin huzurla yaşamasına fırsat vermez.
Bugün Suriye ekseninde yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde karşımıza çıkan tablo ise son derece düşündürücü...
Suriye’deki Rus askerlerinin alenen ılımlı muhalifleri ve de özellikle Türkmen yerleşim bölgelerindeki sivilleri hedef alması sonucu, ülkemize sığınmış olan 3 milyona yakın mülteciye ek olarak yeni bir göç dalgası yaratmakta. Tabela derneği mahiyetindeki Birleşmiş Milletler adlı uluslararası kuruluş, Suriye için doğ-ru düzgün hiç bir şey yapmadığı ve sivilleri katleden Ruslara hiç bir şey söy- lemediği halde utanmadan yeni göç dalgasına sınırlarınızı açın diye Türkiye’ye sesleniyor...
Aynı zamanda ABD ve Rusya, IŞİD’e karşı Suriye’deki en iyi ortakları olduğu gerekçesiyle bölücü terör örgütü pkk’nın uzantısı PYD’yi, Türkiye’nin itirazlarına rağmen destekliyor.
İran’dan Akdeniz’e kadar uzanan güney sınırlarımız bir Kürt kuşağı ile çevrelenmek isteniyor. Sykes-Picot anlaşmasıyla masa başında çizilen ortadoğu haritaları batının çıkarlarına göre değiştiriliyor. Suriye’deki nüfusu 4.5 milyon olan Türkmenler, PYD, Rusya, Esad rejimi ve sözde müslüman IŞİD eliyle yapılan etnik arındırmayla 1000 yıldır yaşadıkları topraklardan sürülüyor ve bölgenin demografik yapısı değiştiriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 1 Mart tezkeresini hatırlatarak Suriye'nin kuzeyinde PKK bağlantılı PYD'nin kontrolündeki bir Kürt oluşumuna karşı askeri müdahale imasında bulunması, herkesin “Suriye’ye mi giriyoruz” diye düşünmesine yol açtı.
Komşularla “sıfır sorun” derken, dişe dokunur bir dostumuz kalmadığı düşünülürse dış politikada yapacağımız bir yanlışın faturası çok ağır olur. Bu nedenle ben yine de “itidal” ve “diplomasi”nin tercih edilmesinden yanayım. Uçağı düşürülen Rusya, Türkiye’den rövanşı alabilmek için Türk askerinin Suriye'ye girmesini bekliyor.
Bize dost gibi görünen bazı Arap ülkeleri dahi, genetik kodlarında yer etmiş olan ve Türk düşmanlığıyla beslenen “Arap Milliyetçiliği” nedeniyle yapılması düşünülen bir müdahele durumunda saf değiştirip karşımızda yer alabilecekleridr.
Suriye konusunda net bir tutum alamıyan uluslarası toplum, her zaman olduğu gibi bizi yalnız bırakabilir. Nato’ya ise ne derece güvenebileceğimiz herkesin malumu. 1912-1913 Balkan Harbinde Osmanlı’nın küçük Balkan Dev- letlerini ezeceğini zanneden İngiltere, Fransa, Avusturya Macaristan gibi devletler, “savaşın sonucu ne olursa olsun, sınırların değiştirilmesinin kabul edilemiyeceğini” beyan etmişlerdi. Fakat beklenmedik bir şekilde Osmanlı yenilip tüm Balkanları kaybedince anında tavır değiştirip yeni sınırların geçerli olduğunu ilan ettiler...
Bu nedenle “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” istemiyorsak, “Cerablus-Azez hattında yapılması düşünülen askeri operasyonlarda çok dikkat etmeli mutlaka ilgili devletlerle koordineli olunmalıdır.