Kim ne derse desin, yukarıdaki cümleler Türk diplomasi kültürüne uygun değildir. Çünkü diplomasi dili zarafet, letafet ve nezaket ister. Bu diplomatik

Kim ne derse desin, yukarıdaki cümleler Türk diplomasi kültürüne uygun değildir. Çünkü diplomasi dili zarafet, letafet ve nezaket ister. Bu diplomatik davranış dilini devlet yönetenler ile devleti yönetmeye talip olanların dikkatlice kullanması sonucunda hem devlet hem de kişiler saygınlık kazanır. Osmanlı Devlet yöneticileri diplomasi dilini kullanırken büyük ölçüde birbirlerine karşı zarif nazik ve latif hitaplar kullanmıştır. Hatta gerek iç yazışmalar da ve gerekse dış yazışmalar da çok mükemmel kayıtlar tutmuştur. Osmanlı Devleti, yazışma dilindeki hitaplarda da asla taviz vermemiştir. Mesela; Osmanlı Devleti’nde devletin resmi yazışmalarında veya halkın devlet memurlarına hitaplarında kalıplaşmış ve de kullanılması zorunlu unvanlar vardı. Bu hitaplara “elkâb-ı resmiyye” denirdi. Bu sebepten Osmanlılar ’da bu resmî yazışma usulüne çok önem verilirdi. Unvanın yanlış yazılması, kırgınlıklara, hatta skandallara sebebiyet verebilirdi. Resmî yazılarda kullanılacak unvanlar, yazan kişiyle yazılan kişinin rütbesine göre değişirdi. Meselâ ulemadan Sadrazam’a gelen yazılarda “Ma’rûz-ı dâî-i Kemîneleridir ki(aşağı ve duacı kölenizin arzıdır) diye hitap edilir ve “Fehâmetlü Devletlü Hazretleri” unvanı kullanılırdı.
Osmanlı bürokrasisinde; Vezir (Bakan), askeriyede Müşir (Paşa) ve ilim camiasındaki Sadr (Kazaskerlik) rütbesi birbirine denk idi. Bunu bir defa alanlar, azledilseler bile, ömürleri boyunca bu unvanı muhafaza ederlerdi. Nitekim Prusya’da da emekli subaylar, ölene kadar üniforma giyip rütbe taşırlardı. Bugün de büyükelçi, vali, müsteşar, profesör gibi unvan sahipleri, fiilen vazife yapmasa bile bu unvanları kullanabilir. Sadrazamlık ve Şeyhülislâmlık gibi rütbeler ise, fiilen vazifede bulunmaya bağlı olarak kullanılırdı. Sadrazam veya Şeyhülislâm azledildikten sonra sıradan protokole karışırdı. Hatta sıradan valilik, müderrislik, kadılık vazifesine tayin olunabilirler; “Biz Sadrazamlık veya Şeyhülislâmlık yaptık. Bu makam, rütbemizden aşağıdır. Bize hakarettir” diye düşünmek akıllarından ucundan geçmezdi.
Padişahların unvanları ve onlara hitap şekilleri de çeşitli idi. Padişaha yazılan yazılarda “Şevketlü, Kerâmetlü, Kudretlü, Velinimetim Padişahım Efendim Hazretleri” denirdi.
Meselâ; 19 Mayıs 1919 da Kurtuluş Savaşı’nın İlk Adımı’nı Samsun’da başlatan ve Hünkâr Yaveri olmak itibariyle Osmanlı protokolünü iyi bilen Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonraki yıllarda yönetime karşı olsa bile; Heyet-i Temsiliye Başkanı iken Sivas’tan Sultan Vahdeddin’e çektiği telgrafta zarafet ve nezaket kuralları dışına taşmadan;
“Başkumandan-ı akdesimiz, Şevketlü Mehâbetlü Padişahımızın Atebe-i mülûkânelerine” diye başlayıp, “Şevketpenâh Efendimiz” diye devam ederek, “Emrü Fermân Şevketlü Padişahımız Efendimiz Hazretleri’nindir” diye bitirdiği görülür. Yani Mustafa Kemal ne olursa olsun Padişah eski yöneticisi de olsa diplomasi kurallarını asla çiğnememiştir.
Şehzâdelere (Padişah oğullarına); “Devletlü Necâbetlü Sultan Efendi Hazretleri”;
Valide Sultanlar ile Sultanlara (Padişah annesi ve kızlarına); “Devletlü İsmetlü Sultan Âliyetüşşân Hazretleri”;
Kadınefendilere (Padişah hanımlarına); “İsmetlü Kadın Efendi Hazretleri”
Sadrıâzamlara; Übbühetlü
Mekke şeriflerine; Siyâdetlü
Dârüssaade Ağası’na (Harem Ağaları’nın başına); İnâyetlü
Seraskerlere; Atıfetlü
Serdar-ı ekremlere (Ordu Kumandanlarına); Re’fetlü
Şeyhülislâmlara; Faziletlü
Kazaskerlere; Semâhatlü
Yüksek Kâdılara; Faziletlü
Müderrislere; Mekremetlü
Kâdılara, Meveddetlü
Çelebilere (Mevlânâ soyundan gelenlere); Reşâdetlü
Mısır Hıdîvi’ne; Fehâmetlü
Patriklere; Rütbetlü
Rumeli Beylerbeyi’ne; Seâdetlü
Miralaylara (Albaylara); İzzetlü
Kapıcıbaşı ve Binbaşılara; Rıf’atlü
Yüzbaşılara; Fütüvvetlü denirdi.
Tek kişinin işgal ettiği makama yazılan yazılarda o kişinin ismini zikretmeye gerek görülmezdi. Meselâ “Mekke Şerîfi Siyâdetlü Efendi Hazretlerine...” denirdi. Ayrıca orduda yüzbaşıdan aşağısına Efendi, yukarısına Bey diye hitap edilirdi. Bürokraside vezirlere, orduda da miralaydan yukarısına Paşa; ilmiye mensupları ile hanedan üyelerine Efendi, saraylılara da Ağa denirdi.
Kısacası: Devleti yönetmeye talip olanlarla ve devleti yönetenler, milletin ve devletin menfaati için her an buluşup konuşmak zorunda kalabilirler; işte bu nedenle diplomasi dili zarafet ister, letafet ister ve nezaket ister.