“… Cumhuriyet döneminden daha eski dönemlere dayanan, bir yazgıdır ki, Türk yazarı her zaman düşünce özgürlüğünü, düşünce özgürlüğün

“… Cumhuriyet döneminden daha eski dönemlere dayanan, bir yazgıdır ki, Türk yazarı her zaman düşünce özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü yazıda yansıtma özgürlüğünü, halkını çağdaş bir kültüre ulaştırmayı amaç bilmiş, hapis yatmış, uykusundan feragat etmiş, yazı yazmış, bu uğurda verilen meydan çatışmalarında yaşamını yitirmiş onurlu yazarlardan oluşur.”
[(Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, Tezer Özlü, Yapı Kredi Yayınları (Sayfa 68)]

Nihat Genç, Doğu’nun Kafkası (!) Hasan Ali Toptaş üzerine bir yazı yazdı ve başta Doğan Hızlan olmak üzere tüm edebiyat camiasını yerden yere vurdu bu metinde.

Yolun başında bir yazar olarak bu edebiyat camiası sorununa ve Genç’in savlarına dâhil olmayacağım. Lakin bu yazı bana yazarlarımızın duruşlarını, feragatlerini, mahrumiyetlerini, onurlarını koruma çabalarını veya olumsuz taraflarını hatırlattı.

Giriş bölümünde alıntıladığım yazı ne çok şeyi ihtiva ediyor öyle değil mi?
Türkiye’de yaşayan yazarların eksikliğini çektiği konulardan başlıca ikisi, düşünce özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünü yaşayama-ma ve anlatama-ma meselesi oldu her zaman.

Aydın’da, meydana yakın bir yerde oturduğumuz, Mor Cepkenliler ve Menderes’in İki Yakası isimli kitapların ve daha birçok metnin, şiirin yazarı Ahmet Zeki Muslu, “Kamu görevlisi olduğun sürece otokontrol ile yazacaksın,” demişti bana.

Bunu bilmeme rağmen bu söz yüzüme bir tokat gibi çarpılmıştı. Kendisine fazlasıyla hak vermiştim, çünkü etrafımdan o kadar çok “Aman fazla sivri dilli olma, yazdıklarına dikkat et Fatih!” diye iyi niyetli veya aba altından sopa gösteren cümleler alıyorum ki bazan bunalıyorum.

Evet, bir devlet memuru olarak, ruhum bölünmüş bir şekilde hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum. Ama işimi seviyorum, çünkü oradan ekmek yiyorum ve kızımın nafakasını kazanıyorum.

Fakat bir yazarın etrafımızda yaşananlara kayıtsız kalacağını, alçakgönüllülüğü abartarak suya sabuna dokunmayacağını ve yanı başındaki acılara burun kıvıracağını düşünemiyorum ben.

Her şeyden önce Tezer Özlü’nün ‘Yeryüzüne Dayanabilmek İçin’ adlı kitabında bahsini ettiği gibi, yazarın; okuyucusunun çağdaş kültüre ulaşmasını birincil görevi sayması gerekiyor.

Bu uğurda geçmişte bedel ödedi, bazı yazarlar… Hâlâ daha (bir kısmı) ödemeye devam ediyor. Emeklerinin karşılığını alamamaları, hayatlarını devam ettirebilmeleri için ek bir işe mecbur kalmaları ve siyasetin her daim karşılarına Demokles’in kılıcı gibi dikilmesi başlıca ‘yazar’ sorunları…

O yüzden Nihat Genç’in kızgınlığına hak veriyorum. Tüm edebiyat camiasına saydırmasına ve yer yer saygı sınırlarını zorlamasına katılmasam da Hasan Ali Toptaş’ın fazla abartılmasına, kendisine Doğu’nun Kafkası denilmesine, metinlerinin hiç sorgulanmamasına itirazım var benim de.

Çünkü Kafka, büyük bir sistem eleştirisi yapmıştı ve yetmişlerden sonra ağırlık kazanacak bürokrasi zulmünü aşağı yukarı elli yıl önce - pek inanmadığı - kitaplarına yansıtmıştı.

Hastaydı ve sancılı bir insandı. Kendisinden sonra gelecek yazarların tüm sıkıntılarını sanki bünyesinde toplamıştı. Başında devlet gibi bir babası vardı. Etrafındaki herkesle çatışma halindeydi.

Hasan Ali Toptaş gibi hem memuriyetten şikâyet edip, yıllar yılı işini sevmeden yaptığını söyleyip hem de devletten para almaya devam etmemişti.

Üstelik HAT’ın kitaplarında sistem eleştirisi, düşünce özgürlüğünü metinlerine yansıtamama sıkıntısı, halkını çağdaş kültürü ulaştırma amacı, bedel ödemeye hazır bir yazar duruşu göremedim.

Dili çok iyi kullandığı söylenen bir yazarın eserlerinde üniversiteye yeni hazırlanmaya başlamış bir öğrencinin bile gözünden kaçırmayacağı anlatım bozukluklarının olması neyle açıklanabilir acaba.

Nihat Genç’in aktardığına göre, Hasan Ali Toptaş’a ‘siyasi ve sosyal gerçekliğiyle bugün olup biten dünya’ sorulduğunda, ‘benim bu ölümlü dünyayla işim yok’ diye cevap vermiş kendisi… Hem ölümlü dünyada yaşayıp ve yazıp hem de ‘benim yalan dünyayla işim yok’ ne demek…

Bir yazar çocuk ölümlerinden, hak kayıplarından, adaletsizlikten, eğitimdeki sorunlardan, emeğin gaspından, fikir özgürlüğü olmamasından, fikir özgürlüğünün yazıya yansıtılamamasından, yazarların/gazetecilerin öldürülme lanetinden ve daha başka bir yığın sorundan nasıl uzak kalabilir.

Hasan Ali Toptaş iyi bir yazar, yazmaya ömrünü vermiş bir insan… Yapmış olduğu edebiyat, eserlerinin felsefî derinliği ve edebi değeri alkışlanır, onaylanır veya eleştirilir, o ayrı konu...

Ama onu yere göğe koyamamak, (dünyayla işim yok dediği için söylüyorum) entelektüel hassasiyeti olmayan bir insandan Kafka çıkarmaya çalışmak, ömrü acıyla, sancıyla, kendini anlatamamışlıkla geçen Kafka’ya haksızlık… Üstelik Franz Kafka başlı başına hikâyesi olan bir yazar.

Hasan Ali Toptaş’ın çocukken ‘aynalı’ diye lakap takılmasından sonra yalnızlığa itilip kitaplarla tanışmasından, ardından inançla yazmaya başlamasından, dönüp tekrar tekrar yazdığı için taslaklarını bitirememesinden, sevmeden yapmış olduğu memuriyetinden ve gerçek bilgiyi, aklın üstünlüğünü elinin tersiyle itip her şeyden bir miktar bilmeyi ön plana çıkarmasından başka bir hikâyesi yok.

Üstelik yalan dünyaya da mesafeli… Hâsılı, bu konu çok su götürür ve Hasan Ali Toptaş’tan Kafka çıkmaz. Boşuna kimse kendisini yormasın.