Akıl ve naklin (vahiy ve sünnetin) el ele verip ittifak ederek, İslâm hakikatlerinin gerçek olduğu tasdik edilmişken,

Asılları, hakikat zemininde kökleşmekle beraber, dal ve budakları mükemmelliğin göklerine yükselip yayılmış olduğu halde,

Hem öyle dallar ki, meyveleri iki dünya saadeti, yani dünya ve ahiret saadetini vermişken,

Bizleri mucize olan Kur’an ile irşat etmişken,

Öyle bir kitap / Kur’an ki, kaideleriyle âlemin hilkat / yaratılış kitabı; kaderin eli ve hikmet kalemi ile yazılmışken,

Yürürlükte olan ince, derin ilahî kanunları ortaya koyduğu halde,

Âdilane / adalete yakışır hükümleriyle; insan türünün nizamına, dengesine ve ilerlemesine; O Kur’an mutlak kefil ve her hususta üstad ve yol gösterici olmuşken,

Sonsuz salâvat / dualar, kâinatın reisi, fahrı ve iftihar vesilesi olan Hz. Peygamber’e olsun ki, bütün cins ve türleriyle âlem; O’nun peygamberliğine şehadet / tanıklık ettiği halde,

Yine tüm cins ve türleriyle âlem; O’nun mucizelerine delalet edip, onları gösteriyorken,

Gayb hazinesinden getirdiği, yüksek bir meta olan dine, yani İslâmiyete dellallık ettiği halde,

Âleme teşrif ettiğinde, her tür kendine has diliyle onu alkışladığı halde,

Ezel sultanı olan Allah; yer ve göğün tellerini konuşturduğu ve her bir tel, başka bir dil ile mucizelerinin nağmelerini söyledikleri halde,

O şirin sadâ, bu gök kubbede ilelebet çınladığı halde,

Sema, kendisinde meydana gelen miraç olayı ve Ay’ın bölünmesiyle yani semavî dilleriyle risaletini / peygamberliğini tebrik ederken,

Yeryüzü, kendi taş, ağaç ve hayvanın / canlıların dilleriyle mucizelerini sena edip överken,

Atmosfer, kendi cin ve bulutların işaretleriyle nübüvvetini / peygamberliğini müjdeler ve O’nu himayeden geri kalmazken,

Mazi / geçmiş zaman, enbiya / peygamberler, semavî kitaplar ve kâhinlerin rumuz ve telvihatlarıyla / remiz ve işaretleriyle; o hakikat güneşinin fecri sadıkını gösterip, müjdelerken,

Ve zamanı hâl, yani asrı saadet lisanı hâliyle, Arapların tabiatında meydana gelen, o büyük inkılâbı / değişimi; tam bir bedeviyetten mükemmel bir medeniyetin, çok kısa bir zamanda doğmasını şahit ve tanık göstererek; nübüvvetini / peygamberliğini ispat ederken,

İstikbal / gelecek zaman; kendinde meydana gelen ve gelecek olayların ve fenlerin dakik / ince tavırlarıyla O’nun bahtiyar kafilesini karşılarken,

Yine istikbal, hakimane bir dil ile irşatlarına teşekkür ederken,

İnsan nev’i kendi araştırmalarıyla, özellikle güneş gibi kendi kendine bürhan / delil olan beliğ hatibi Hz. Muhammed’in diliyle, Haktan geldiğini ilân ederken,

Ve Zatı Zülcelâl olan Allah kendi Kur’anı / Kitabının beliğ diliyle, o ümmi peygamberin risalet fermanını kıraat edip okuyor iken,

X

19. asrın başından beri, milletin hâlen geri kalmış olmasından ötürü feryad ve figan ederek; üzülmemek elde değil. Çünkü İslâmiyetin mağz ve lübbünü / özünü terk ederek, kışrına / kabuğuna ve zâhirine / dış görünüşüne bakıp durduk. Ve tabii ki aldandık.

İslâmiyeti yanlış anlayarak ve ona karşı edepte kusur ederek; İslâmiyet’in hakkını ve müstehak olduğu / lâyık bulunduğu hürmet ve saygıyı, ona karşı ifa edemedik / yerine getiremedik!

Tâ, o da bizden nefret ederek vehim ve hayallerin bulutlarıyla sarılıp, tesettür eyledi / bizden kendini gizledi ve perdeledi.

Hem de hakkı var: Zira biz İsrailiyâtı usûlüne / metoduna ve hikâyeleri akaidine / inancına ve mecazları hakikatlerine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. İslâmı rayından çıkardık.

O da ceza olarak bizi dünyada tedip / yola getirmek için, zillet ve sefalet içinde bıraktı.

Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir.

Öyleyse, ey müslüman kardeşler! Geliniz, ondan özür dileyeceğiz. El birliğiyle sadakat elini uzatacağız. Ona biat edeceğiz. Onun hablülmetînine / sağlam ipine sarılacağız.

Hem de korkusuzca, geçmiş asır ve yüzyılların menfî fikirlerine karşı çıkmalıyız. Meydana çıkmak için, bizi bu hususta heyecanlandıracak ve cesaret verecek olan; itikadımız / inancımız ve yakînimiz / kesin bilgimizdir.

Çünkü biliyoruz ki, Hak neşv ü nema bulacak / büyüyüp gelişecektir.

Her ne kadar toprakta gizlense de, taraftar ve mültezimleri / destekçileri muzaffer olacaklardır.

Her ne kadar zaman ve zeminin merhametsizliğinden, görünüşte az ve zayıf olsalar da.

Hem de itikadımızdır ki: İstikbalde / gelecekte hüküm sürecek ve her kıt’asında mutlak hâkim olacak, yalnız İslâmiyet hakikatidir.

Evet, gelecekteki saadet sarayında, tahta kurulacak gerçekler ve bilgiler; yalnız İslâmiyet olacaktır.

Nitekim geleceği fethedecek yalnız odur. Çünkü emare ve işaretleri görünüyor.