İslâmın mâzide tam olarak galebe çalamamasının sebepleri:

Mâzi kıt’ası / geçmiş zamanın vahşet dolu sahra ve ovalarında taassup çadır kurmuş. Taassup ve taklit ise kol geziyordu.

Ya da cehlistan ülkesinde yerleşmiş yaldızlı şeyler, kendisini nazara veriyor, istibdat ve despotluk her yanı sarmış bulunuyordu.

Bu durum karşısında; şeriatı garrâ / dinin parlak hakikatleri mutlak bir galebe sağlayamıyor!

İslâmiyetin her yeri tamamen kaplaması, ne yazık ki mümkün olmuyordu!

Çünkü İslâmiyetin yeryüzünde tam bir galebe çalmasına bir takım sed, engel ve mâniler vardı.

O mâniler: Ecnebilerde / gayri müslimlerde; taklit, cehalet, taassup ve kıssîslerin / din adamlarının onlar üstündeki riyaset, saltanat ve baskıları idi.

Bizdeki mâni ve engellere gelince: Mütenevvi / çeşit çeşit istibdat ve baskılar, ahlâksızlık ve halimizin perişaniyeti, tembelliği netice veren yeis / ümitsizlik hâliydi.

Nitekim yeis, her türlü gelişmenin ve ilerlemenin önündeki en büyük engeldir.

Üstelik yeis; İslâmiyet Güneşi’nin küsufuna / tutulmasına en büyük sebeptir.

İslâmiyetin mazide galebe çalamamasının en büyük engeli ise şu idi:

Biz ve ecnebiler / gayri müslimlerin; İslâmiyetin bazı zahirî / görünüşte olan meseleleri ile müspet ilimlerin bazı meseleleri arasında bâtıl şeylerin var olduğunu zannetmemiz, İslâm ile bilim arasında; çatışma ve birbirine ters düşmeler olduğunu sanmamızdır.

X

Aferin maarif, ilim ve bilimin feyiz saçan mahiyetine, fenlerin merdane himmetine ki, gerçeği araştırma meyli, insanlık sevgisi ve insaf meyli ile, hakikat ve gerçekleri techiz edip donatarak; o manileri yerle bir etti.

Evet, en büyük sebep ki, bizi dünya rahatından ve ecnebileri ahiret saadetinden mahrum ederek, İslâmiyet Güneşi’nin tutulmasına sebep olmuştur.

Dini yanlış anlayarak, din ile ilim arasında çatışma olduğunu vehmederek, ona muhalefet edilmiştir.

Ne kadar hayrete şayan bir husus! Hiç köle efendisine, hizmetçi sahibine, çocuk babasına nasıl düşman, muarız ve muhalif olabilir?

Halbuki İslâmiyet; fenlerin seyyidi, efendisi ve mürşididir. Gerçek ilimlerin reisi ve babasıdır.

Fakat ne yazık ki, bu yanlış anlama, bu yanlış ve bâtıl tevehhüm / vehmediş; şimdiye kadar hükmünü icra ederek; vesvesesiyle yeisi / ümitsizliği ilka edip, telkin ederek; özellikle son birkaç asırda, Osmanlı Türkü ve Osmanlı unsurlarına maarifi, ilmi kısaca medeniyet kapısını kapattırdı.

Çünkü bazı nasları; fenlerin kimi meselelerine muarız ve muhalif tahayyül ederek ürktüler.

Bu cümleden olmak üzere, meselâ dünyanın yuvarlaklığı ki, fen ve bilimin en başta gelen coğrafyanın en birinci basamağıdır.

Böyle olmakla beraber, bu bedîhî / apaçık mesele hakkında, yersiz tartışmalardan çekinmediler.

X

Ancak, İslâmiyette olan istikametli yolu göstermekle, tefrit ehli olan din düşmanlarının şek, şüphe ve tereddütleri reddedildi. Hatâları yüzlerine vuruldu.

İstikametli yolun öteki canibi / diğer tarafında yer alan ve ‘ahmak dost’ unvanına lâyık olan ifrat / aşırılık ehli olan müslümanlar; yani zahire takılıp kalanların tevehhümleri tard edildi / kovuldu. Asılsızlığı gösterildi.

Asıl hakikat rehberi ve İslâm âleminin ikbal, istikbal ve geleceğine yol açan; istikametli yolda, tam bir zafer ümidi ile çalışan İslâm muhakkikleri / araştırıcı bilginleri başarılı oldu. Ayrıca aklı başında olan samimi ilim ve İslâm dostlarına yardım edildi. Kuvvetli olmaları sağlandı.

Kısaca: Asıl olan, İslâm denen, o elmas kılıca saykal vurmaktı. Yani tozlarını almak ve yeniden daha keskin bir hale gelmesine yardımcı olmaktı ki, bu iş başarıldı. 

Zaten telâhuku efkâr yani fikir ve tecrübelerin birbirine eklenmesiyle, bu sonuca varılması kaçınılmazdı.

Yine tecrübelerin keşifleriyle gayet açık bilgiler hükmüne geçen meselelere, burhan ve delil getirmek; malumu / bilineni i’lâm / bildirmek demekti.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, zamanımızda yaşayanların çoğu, her ne kadar sureten / şeklen yirminci yüzyılın evlâdıdırlar.

Fakat fikir ve ilerleme cihetiyle, orta çağın yadigârlarıdır. Sanki çağdaşlarımız; geçmiş asırların fihristesi veya örneği, yahut da melez bir kavimdirler.

Hattâ bu zamanın nice apaçık işleri, onlarca mevhum ve kuruntu sayılır.