Çocukluk yıllarımda rahmetli büyük annem doğa ile ilgilenmeyi çok severdi. Kırlarda yetişen bitki ve otları tanıtmak, vücudumuz için ne kadar şi

Çocukluk yıllarımda rahmetli büyük annem doğa ile ilgilenmeyi çok severdi.
Kırlarda yetişen bitki ve otları tanıtmak, vücudumuz için ne kadar şifalı olduklarını bizlere öğretmek için çabalardı.
Kırlardan topladığımız gelincik, arapsaçı, radika gibi bitkilerden nefis yemekler, salatalar hazırlardı.
Tabiat ile buluştuğumuz bir gün bana bir çiçek göstermişti. Küçük beyaz çiçeklerin yan yana gelmesiyle bir bütün oluşuyor, ortasında bozuk para büyüklüğünde siyah mineler yer alıyordu.
‘Bak kızım bunun adı ar çiçeği. Şu ortasında kalan siyah bölge her geçen sene giderek küçülüyor. Gün gelecek o siyahlık hiç kalmayacak. İşte o zaman zina, bina, yalan, dolan çok olacak.’ Demişti.
Günümüzde değişen toplum değerleri ve ahlaki yaklaşımların, her geçen gün önemini yitirmeye yüz tutuyor. İnsanların neden bu hale geldiğine bir türlü anlam veremiyoruz.
Birçok yan etki olmuş olsa dahi insanın, insani özelliklerini, değerlerini yitirdiğini de üzülerek gözlemliyoruz.
Bizler gelenek ve göreneklerine bağlı, ahlaki değerlerin ön planda tutulduğu, onurun ve gururun satılmadığı bir dönemde büyüdüğümüz için kendimizi şanslı hissetmeliyiz.
Bizlere küçük yaşımızdan itibaren, ailemiz ve çevremizde bulunan kişiler tarafından sunulan sevgi dolu bir dünyanın varlığı iken, bunun dışında bir dünyadan habersiz büyütülmüşüz.
Atalarımızdan bizlere geçen edep, terbiye kuralları çerçevesinde kendimize kurduğumuz dünya dışına çıktığımızda başlıyor hayal kırıklarımız.
O zamanlarda küçüklerin olumsuz etkilenmemesi adına evlerimizde ürkütücü olaylar konuşulmazdı. Aynı mahallenin içinde yaşayanlar birbirlerini korur kollarlardı.
Toplumun örf ve adetleri, ahlaki değerlerine önem verilirdi.
Günümüzde yazılı ve görsel basında sürekli karşılaştığımız vahşet haberleri, olayların nasıl işlendiğine dair en küçük ayrıntıları dahi vererek adeta suçu işleyecek olana da yol göstermektedir. İzleyicide oluşan ‘demek ki bu böyle oluyormuş’ fikrini kimse inkâr edemez.
Televizyon kanallarının hangisini açarsanız açın, hangi program olduğu önemli değil içinde mutlaka şiddet yanlısı görüntülere, silahlara ve çatışmalara dehşet görüntülerine rastlamak mümkündür.
Günümüzde çocuklarımıza ektiğimiz öfke ve nefret tohumları onlarla birlikte büyüyor.
Oyunlarında savaş ve dövüş oyunları baş sıraları alırken, ellerinden düşürmedikleri sözde silahları ile saldırıyorlar birbirlerine. Karşıda durup bir izlemek gerekiyor, çocukların yüzündeki hırsı, öfkeyi ve acımasızlığı, nasıl da birbirlerine hınç ile saldırıyorlar.
Sevgi ve acıma duygusundan yoksun büyüyorlar. En başta bunu ebeveyler olarak bizler yapıyoruz. ‘okulda kendini ezdirme, sana vuran olursa sen de vur.’ Diyerek.
İşte bu ve benzeri olaylara tanıklık ederken gözlerim, anneannemin sözlerini düşünmeden edemiyorum.
O sözler içime öyle işlemiş olmalı ki; ne zaman doğa ile buluşsam gözüm hemen ar çiçeğini arıyor.
Son senelerde ortasında bulunan siyahlığın hiç kalmadığına üzülerek şahitlik ediyorum.
İçinde bulunduğumuz Dünya ve İnsanlık nereye gidiyor.
Sevgi ile kalın