Poyraz Karayel, Anne, Vatanım Sensin gibi izleyenleri etkileyen dizilerin senaryo grubunda bulundunuz. Senaryo yazarlığına duyduğunuz ilgiyi ilk nasıl keşfettiniz?

- Good Will Hunting, Türkçe çevirisiyle Can Dostum filmini izleyerek oldu her şey. O dönem ortaokul veya lisedeydim. Film izlemeyi seviyordum, oyunlar, kısa filmler karalıyordum ama Can Dostum filminden çok etkilendim ve bunun, bu eserin bir senaryosu olduğunu bilmek beni heyecanlandırmıştı. Uzun uğraşlar sonunda senaryoyu ele geçirmeyi başardım. O zamanlar senaryo siteleri yoktu, çevirmeli bağlantıyla internete girilen bir dönemdi yani çok zordu elde etmek ama okuduğumda büyülendiğimi hatırlıyorum.


2) Bu üç önemli dizinin içerisinde de sadece senarist olarak mı yer aldınız? Yoksa hikayeyi kurgularken de içinde miydiniz?


- Bizim çok da hiyerarşik bir yapımız yoktu. Poyraz Karayel’e üçüncü sezonun başında, Vatanım Sensin’e ikinci sezonun başında girdim. Dolayısıyla sezon başlarında girince, sezon hikayesini yazıyorsunuz. Poyraz Karayel’de çok daha az bulundum genel hikaye kısmında ama Vatanım Sensin’in ikinci sezon hikayesini kuranlardan biriyim elbette. Anne dizisine ise sezon ortasında geldiğimiz için, elimizde bir hikaye olmamasına rağmen bölümlük hikayelerle, mini-uzun hikayelerle ilerletmeye çalıştık. Senarist olarak çalıştığınız her işte hikaye yazıyorsunuz. Hikaye yazmamak gibi bir lüksünüz yok.


3) Önünüzde bembeyaz boş bir sayfa var ve siz aklınızdaki kurguladıklarınızla sayfayı doldurarak o sayfanın sahibi oluyorsunuz. Son noktayı koymak zor olmalı


- Zor ama keyifli de. Yazmanın en kolay kısmı kağıda dökmek. Kağıda dökene kadarki süreç daha zorlu oluyor. Şimdi, üzerinde uğraştığım bir film projesi var. Uzun zamandır kafamda dönüyor. Şunu kendime diyorum; o noktayı koymadan önce altı ayım var. Daha altı ay sürecek, kafada döndürme olayı. Çok keyifli, çok tatmin edici ama sektörel bazda soruyorsanız bu soruyu, dizicilik mevzubahisse, nokta koymak çok zor oluyor. Özellikle Türkiye’de dizi yazarken, bölüm tamamlanana kadar, çekimler bitene kadar, Çarşamba günü yayınlanan bir diziniz varsa, Cumartesi gününe kadar noktayı koymuş sayılmazsınız. Her an revizyon için hazır olmak zorundasınız. Yerli dizicilikte noktayı koymak bir süre işi, bir sabır işi; film yazarken ya da başka şeylerle uğraşırken ise kendinizle ilgili bir zorluk içeriyor. Yaratıcılığınızla ilgili bir şey ama günün sonunda bu kendinizi çok iyi hissettiriyor.


4) Yazdığınız üç dizinin de ana teması birbirinden farklı. Poyraz Karayel; hem aşk hem dram hem aksiyon... Anne; Dram... Vatanım Sensin; Tarih ağırlıklı ve zor bir aşkı ele alan dizilerdi. Farklı konuları yazarak kaleminize yön vermeyi seviyorsunuz.


- Evet, hatta bu aramızda da çok konuştuğumuz bir şeydi. Biz Poyraz Karayel’den Anne’ye geçerken gerçek bir korku içindeydik. Saklamanın bir anlamı yok. Anne gibi bir işin altından kalkabilir miyiz, çünkü ritmi daha düşük, dram dozu daha yüksek, seyirciyi yer yer ajite etmeniz gerekiyor.


- Aşk yok.


- Aşk var aslında. Yapımcı Fatih Aksoy’dan bir alıntı yapayım; Cansu Dere’nin oynadığı karakter ile Beren Gökyıldız’ın oynadığı karakter arasında bir aşk var. Her hikayenin bir aşk hikayesi var. Sadece erkek ve kadın arasında bir aşk yoktu. Küçük bir aşk hikayesi eklemeye de çalıştığımızı hatırlıyorum; gazeteci ve polis üçgeni arasında, ama o dizinin asli meselesi bir aşk hikayesi değildi. Bizim için daha zordu ama çok öğretici oldu. Şu an yeni bir iş alırken illa aksiyon olsun demiyorum. Dram da yazabilirim.


5) Poyraz Karayel dizisinde Ayşegül Poyraz aşkı,  Vatanım Sensin dizisindeki Hilal Leon aşkının en büyük ortak özelliklerinden biri; ikisinin de imkansız olmaları. Aşka olan yorumunuz yarattığınız karakterlere hayat veriyor olabilir mi?


- Karakterin yaratıcıları başka ama Türkiye’deki bütün dizilerin yaratıcıları bu karakterleri yaratırken imkansız aşklardan besleniyor. Çünkü dizi dediğiniz uzun ömürlü bir şey. Ben eşime aşık oldum, bir yıl önce evlendim. Benim hikayemden dizi çıkmaz dizi dediğiniz şey genel olarak karakterler arası çatışmalardan kaynaklanıyor. Dünyada da böyle, drama ya karakter arası ya karakter içi ya da doğaya karşı, dışsal çatışmalarla ilerliyor. Türkiye’de de imkansız aşk her zaman işleyen ve dizinin de ömrünü uzatan bir tema, çünkü bir araya gelememek diziyi heyecanlı kılıyor. Nasıl kavuşacak? Kavuşabilecek mi? Ha kavuştu ha kavuşacak... Diziyi canlı tutan şeyler. Mecburiyetler bence. Anne dizisini de sayabiliriz. Cansu Dere ile Beren Gökyıldız kavuşacak mı? Aynı matematikte işleyen, birer olacak mı olmayacak mı hikayesi. Benim bakış açımda da imkansız aşk her zaman daha ilgi çekici. Mutluluk daha tekdüze bir şey, mutsuzluk daha güzel anlatılabiliyor. Sanırım, ben yaratsam Ayşegül ve Poyraz’ı, ben de imkansız olmasını isterdim.


6) Kafanızda veya önünüze hazırdan gelmiş bir hikaye var. Bunu senaryolaştırma süreciniz nasıl geçiyor?


- O hikayeyi anlatabilecek bir cümle arıyorum. Önce bana ne hissettiriyor? Beni ürkütüyor mu, korkutuyor mu, heyecanlandırıyor mu? Mesela bir alıntıya dönüşebilir mi? diye bakıyorum. Ondan sonra o hikayenin kahramanlarına bakıyorum. Bu insanlar böyle bir durumda ne yaparlar, ne yapmalılar, ne yaparlarsa ilgi çekici olur? Sonrası biraz daha akıcı gidiyor. Gerisi biraz oyuncak eklemekte... Bu karakter bunu yaparsa, başına bu gelirse, şöyle zorluklarla karşılaşırsa daha ilgi çekici olur diyorum. O zorlukları bulduktan sonra, her karakterin aşması gereken engeli bulmak onun hikayesini yaratmaktır zaten. Zorlukları bulduktan sonra hikaye kendini çıkarıyor.




        

7) Özellikle Poyraz Karayel; sanki hikaye karakteri değil de, karakter hikayeyi besliyor gibiydi. Bu dizini içinde sizin için en’lere yakışan karakterler hangileriydi?


- Kesinle Poyraz Karayel’in öyle bir özelliği var. Yaratıcısı Ethem Özışık’ın kaleminden öyle çıkmış. Hayranlık duyduğum bir senarist. Bir Oğuz Atay etkisi de onu karaktere itiyor, çünkü hikaye bildiğimiz bir hikaye. Bir adamın çocuğu var, ona kavuşmak isterken bir kadınla tanışıyor ve ikisinin arasında aşk doğuyor, ama bunu ilginç bir karaktere dönüştüren, şiir okuyan, Oğuz Atay okuyan bir polis üzerinden anlatmak da çok çok ilgi çekici bir hale getiriyor. Bu da işin güzelliği, ama benim dizideki en sevdiğim karakter, yazmaktan da, hikayesini anlatmaktan da haz aldığım karakterlerin başında, Bahri Baba geliyordu. Çok severek, çok beğenerek yazdım ve izledim. Sanırım birinci sıraya Bahri Baba’yı, ikinci sıraya Ayşegül’ü koyardım, çünkü Ayşegül de çok güçlü, boyun eğmeyen bir karakter, maruz kaldığı için değil, canı istediği için bir şey yapan bir karakter. Bu çok önemli. Özgür iradeye sahip bir başrol her zaman işe yarar. Poyraz’ı saymama gerek yok zaten


- Finalden sonra çok eleştirildiniz (Gülerek)


- Evet, bence Ethem’in aklından en başından beri böyle bir final vardı. Bizimle paylaştığında bizim de çok hoşumuza gitti. Zaten orada iki seçeneğiniz kalıyor /Ayşegül ya da Poyraz). Birincisi duygusal olarak ne etki çıkaracağını düşünmek, ikincisi de patlayıcı bir etkisi olan bir final yapmak zorunda oluşunuz. İşte tarih hep mutsuzları yazıyor, gerçekten. Şöyle bir seçeneğiniz var elinizde; iki karakter var, onlardan biri ölecek, diğeri delirecek. Hangisini tercih edersiniz? Poyraz’a delilik daha çok yakışıyordu ve ikinci sezonun sonunda Poyraz öldü zaten. Seyircinin oradan alacağı duygu zaten alınmıştı. Ayşegül’ün ölümünü de, senaryo numarasıdır her zaman, mutluluğu tepe noktaya çıkardığınızda – Orada Ayda Aksel çok güzel bir kötü karakter oldu. İzlerken bunu çok güzel yaşattı. Emeklerine sağlık.- bombayı patlatıyorsunuz. Eleştirildik mi? – Hayır, kızıldık mı? – Evet. Ne yaparsanız yapın kızıyorlar.


- Seyirciyi memnun etmek imkansız diyorsunuz.


- Olmaması daha iyi! Bence seyirci memnun olmak istemiyor, memnuniyetsiz olup, heyecanlanmak istiyor.


8) Yazarken kendi karakterinizden ekleme yaptığınız, olduğunuz ya da olmak istediğiniz kişiden özellikler koyar mısınız? Ekranda biraz da senaristin yansımasını izliyoruz diyebilir miyiz?


- Senaristin yansımasını izlemek çok kolay değil. Olmamalı da belki, ama bazı yerlerde özdeşleştiğiniz oluyor. Mesela, Poyraz Karayel’in üçüncü sezonunda ‘Savaş’ diye bir karakter vardı. Zafer Biryol’un kardeşi olarak gelmişti. Ben onu çok seviyordum. Deniz Celiloğlu da çok güzel canlandırdı. O karakterde biraz benim söyleyebileceğim, küçük sözler ekliyordum. Vatanım Sensin’de de, kendimi ‘Yakup’ karakterine yakın hissediyordum. Onun çekingenliği çok hoşuma gidiyordu. Ekleme çok az yapılıyor, çünkü karakterin dokusuyla oynamak olur. O karakterleri yaşayan insanlar olarak görmek lazım, onlara tanrısal bir müdahale yapmaktan çekinmek lazım. Kendilerine sadık kalmaları gerekiyor, onların dramatik ihtiyaçlarına sadık kalmak gerek. Zaten benim dramatik zaaflarıma sadık kalsak dizi çekilmez herhalde (Gülerek)


9) Bu zamana kadar komedi ağırlıklı ya da yaz dizilerinin içinde bulunmamanızın bir nedeni var mı?


- Ben yaz dizilerinin içerisinde bulunmayı çok istiyorum. Çok dürüstlükle cevap vermem gerekirse, çünkü kısa sürüyorlar (Gülerek). 13 bölüm yazıyorsunuz 1 yıl sürüyor. Komedi yazmak zor bence, süreler çok uzun komedi yazmak için. Sanırım, gerilimden, aksiyondan, senaryonun içerisindeki küçük oyuncaksı buluşlardan hoşlanıyorum. Komedi izlemeyi seviyorum, Romantik – Komedi izlemeyi sevmiyorum, yazmayı da sevmiyorum. Ama elbette yazabileceğimi düşünüyorum, çünkü senarist önüne gelen türü yazabilir ama daha iyi ne yaparsınız derseniz, Vatanım Sensin mi, Kiralık Aşk mı yazmak isterseniz derseniz? – Vatanım Sensin’i tercih ederim.


10) Senaryo eğitiminizi yurt dışından aldınız. Genel olarak yazarlık eğitimi açısından baktığımızda, Türkiye’deki eğitimi nasıl buluyorsunuz? Bir senarist veya kitap yazarı için verilen eğitim yeterli mi?


- Yazarlık mühendislik gibi okulu olan bir şey değil. Şöyle yazarsınız iyi bir yazar olursunuz, bu kelimeleri kullanırsanız mükemmel bir kitap yazarsınız diye bir formül yok. Yazarlık kendi içinde iki türlü eğitim gerektiriyor. Yaratıcı yazarlık denen şey, bir insana neyi yazması gerektiğini öğretebilir. Mitoloji bilmeyi öğrenmeye itebilir, iş disiplinini öğretebilir. Senaristinki ise biraz daha teknik bir alan. Onun okulları olmalı. Türkiye’de ne yazık ki Radyo Sinema Televizyon başlığı altında daha ziyade Reji yetiştirmeye yönelik bir eğitim var. Bilgi Üniversitesi’nin Yüksek Lisansını bir kenara koyuyorum, o daha çok senaristliğe önem veriyor bence. Onun dışında çok önemli bir senaristlik eğitimi görmüyorum.  Amerika’da daha çok sektörel bir eğitim veriliyor. Senaryo eğitiminin Türkiye’de kesinlikle daha fazla gelişmesi lazım, ama senaryo atölyeleri bu işe yarıyor. Ben gittiğim atölyelerden kesinlikle, Pınar Bulut ve Kerem Deren'in yazarlık atölyelerini tavsiye edebilirim. Hem modern eğitimler veriliyorlar hem de müthiş bir Türk diziciliği tecrübeleri var. Yine de yazmak en iyi yazarak öğreniliyor, okuyarak öğreniliyor. Senaryo eğitimlerinin % 90’ı senaryo okumak, senaryo teorisi kitapları okumak, senaryo yazmak... Bunu birinin öğretmesine de çok gerek olmayabilir.


11) Bugüne kadar hep televizyon dizileri için senaryo yazdınız. Bir film projesi içinde yer almayı düşünüyor musunuz?


- Düşünüyorum, hatta şu an bir film projem yapımcıların elinde dolanıyor. Ne olacak bilmiyorum. Bir de korku filmi yazmaya başladım. Korku filmini tamamladığımda çekilebileceğini çünkü çekilmeye uygun bir film yazdığımı düşünüyorum. Kurallı, kaideli, bağımsız değil de gişe filmi karakteristiğinde bir film yazıyorum. Film yazmak benim en büyük hayalim. Birçok televizyon senaristi adına konuşabilirim bu konuda; televizyon senaristlerinin çoğu bir şekilde sinemayı daha ciddi bir yer olarak görüyorlar. Televizyon senaristi olarak kazandığınız paralarla sinema senaristliği yapmayı hayal ediyorsunuz.


12) Hayallerinizin arasında bir gün kendi yazdığınız senaryonun yönetmeni olmak var mı?


- İlginç bir şekilde yok. İlgi duymuyorum. Çok zor ve teknik bir alan olduğunu düşünüyorum. Genel olarak sette bulunmayı sevmiyorum, rahat etmiyorum. Daha yalnız olmayı seviyorum, insanlarla iç içe olmak yerine. Yazmak o lüksü size veriyor. Biri, bir işi benim yapabileceğimden daha iyi yapabiliyorsa o yapmalı diye düşünüyorum.


13) Türkiye’de yayınlanan dizilerin senaristi olarak Türk yapımı dizi senaryolarının bir türlü (Sürelerinin dışında) kendi ekseni dışına çıkamaması ve hep aynı literatürde kalmasının nedenini nasıl yorumluyorsunuz?


- Senaryo değil, dizi bütününde -Dizi dediğimiz şey bir ticaret ürünü- aşağı yukarı 1 milyon lira maliyeti olan işler. Bunu yapan insanlar yapımcılar. İyi arabalara binmek, iyi evlerde oturmak istiyorlar. Setlerde yüzlerce insan çalışıyor, onlar evlerine para götürmek istiyorlar. Bu noktada risk iştahı denilen bir şey vardır. Kaçımız risk almayı seviyorsak, yapımcılar da o kadar seviyorlar. Bir; finansal risk almak isteği; bu çok düşük ülkemizde, her alanda. Yeni bir fabrika açmak yerine, paranızı faize yatırmak gibi... Dolayısıyla bu da yaratıcılığı köreltiyor, dizileri tekdüzeleştiriyor. Bu tutuyor bu işi yapalım dedirtiyor. Bunun açık sebebi risk almamak. İkinci sebebi de; seyirci dediğimiz şeyin kendi beğenileri var. Yine riskle alakalı bir şey, ama toplumsal durumumuz, toplumsal beğenilerimiz bizi, ne izlemek istediğimizi tanımlıyor. Hangisi hangisini değiştirir ben de kesinlikle bilmiyorum ama diziler toplumu dönüştürmeli. Ne yazık ki kötü yönde dönüştürdüğü de oluyor. Diziler değişmeden seyirciler, seyirciler değişmeden diziler değişmeyecek gibi geliyor bana.


14) Başarılı dizilerin senaryo grubunda yer aldınız. Kendinize çizdiğiniz kariyer planlamasının zirvesi nerede son buluyor? ‘Artık bu projeyi de yazdım. Bundan daha iyisini yapamam ya da benim için zirve buydu ve burada bırakıyorum ‘ gibi bir teori...


- Bundan daha iyisini yapamam diyen birinin ölmesi gerekiyor bu noktada. Tabii ki her zaman daha iyisini yapmak mümkün ama şöyle bir şey var; bazı işlerinizde şahsi başarılarınız hoşunuza gidiyor. Vatanım Sensin, yanılmıyorsam 54. bölümdü, gün birincisi olmuştu. 54. bölümüyle reytinglerde gün birincisi olması çok güzel bir başarı. Benim yazmak istediğim bir dizi hikayesi var. O hikayenin içerisinde yer alsam benim çok hoşuma gider. Başarı kriteriyle, dizicilikle ilgili bir kaygım yok ama kendimce diziciliği bir senarist açısından çok yorucu görüyorum. İnsanın aile hayatından ayırması gereken, şahsi hayatından ayırması gereken vakitler çok fazla. Hayatta da her şey televizyona dizi yazmaktan ibaret değil. Yazmak çok keyifli bir şey ama illa dizi yazmaktaan ibaret değil. 54 bölüm yanılmıyorsam dizi yazdım. Bir de yayınlanmayan bir dizi için oldukça vakit harcadım. 250 bölüm yazdığımda, bir daha dizi yazmak istemiyorum. Film yazmak istiyorum. Yani, 196 bölüm daha yazdıktan sonra bir daha asla dizi yazmak istemiyorum.


15) Son zamanlarda hepimizin içinde bulunduğu internet çağı, neredeyse telefonlar sayesinde dünyadaki bütün gündemleri takip etmemizde yardımcı bulunuyor. Siz de sosyal medyayı çok kullanır mısınız? Bir dizi yazarken yapılan yorumları, eleştirileri takip eder misiniz?


- Yapılan yorumları istemesek de okuyoruz, çünkü ulaşabiliyoruz. Bunlardan etkilenmeye gerek yok. Türkiye’de birkaç bin reyting cihazı var. Reytingi o insanlar ölçüyorlar. O cihazların demografisi, doğru dağıtılıp dağıtılmadığı ayrı bir tartışma. Bir de internet reytingi var. Yapımcıları ve reklam verenleri bir ölçüde etkilediğine inanıyorum. İnternet tek başına bir diziyi ayakta tutamaz ama yayındaki bir dizinin etkisini arttırabilir. Ekşi sözlükte de bakıyorum neler yazıldığına ama genel kanım; reyting cihazlarının dağıtıldığı kitleyle, internet kitlesi birbirinden oldukça uzak. Dolayısıyla birinin eleştirdiği şey, diğerinin sevdiği şey haline dönüşebiliyor. Bir de yorumlar anlık olabilir ama siz üç hafta öncesinden o bölümü yazmış oluyorsunuz.


16) Hayallerini bir dolmakalemin mürekkebine sığdıran gençlerimiz için ne söylemek istersiniz?


- Öncelikle bilgisayar kullanmalarını tavsiye ederim (Gülerek). İşin şakası bir yana, yazmak çok hızlı gerçekleşiyor. Çok tez canlıyız. Önce okumalarını tavsiye ederim. Bir numaralı şey sürekli okumaları. Ne yapmak istiyorlarsa o alanla, o alanın işiyle okumaları yerde buldukları gazete kupürlerini dahi okumaları. Ancak çok okuduktan sonra eline kalemi almaları. Okuyalım, öğrenelim, teoriye saygı duyalım. Bir şeylerin nasıl yazıldığına dair kurallara çok bağlı kalmak yaratıcılığı öldürebilir ama önce kuralı, o kalıbı tanıyalım. Her zaman kalıp vardır. O kalıbı öğrendikten sonra kırabiliriz ancak.

Editör: TE Bilisim