ALİ ASAF GİBİ SEVMEK ALİ ASAFÇA BİR ŞEYDİ.


Bugün en son Kalp Atışı dizisini kaleme alan başarılı senaristler, Makbule Kosif & Eda Tezcan ikilisiyle sohbet ediyoruz. Başarılı dizilerin arkasındaki sihirli kelimeler onların elinden dökülüyor. Daha önce Kiraz Mevsimi, Doktorlar, Diğer Yarım, Bir Aşk Hikayesi, Aşk Laftan Anlamaz gibi çok izlenen yapımları kaleme almış ve yazdıkları karakterlerle seyircinin gönlünde taht kurmuşlardı. Kalp Atışı dizisi ile ‘Ali Asaf gibi sevmek’ kavramıyla her kadının aşık olabileceği bir karakteri baştan yazdılar. Onları sevdik, onların yarattıkları karakterleri sevdik ve şimdi bir kez de senaryo yazarlığını onların ağzından dinleyeceğiz.




  1. Öncelikle iki iyi senarist olarak birbirinizi nasıl buldunuz? Uzun zamandır, hatta neredeyse aldığınız bütün projeleri birlikte yazıyorsunuz. Bu güçlü dostluğun temelleri nasıl atıldı?



  • E: Zaten ikimizde piyasanın içinde ayrı ayrı işler yapıyorduk. İsmen de tanıyorduk birbirimizi, ama hiç tanışmamıştık. Sonra bir ortak arkadaşımız aracılığıyla bir gün kahve içmeye gittik. Orada karşılaştık. O gün konuşmaya başladık. Ben de bir proje vardı, Makbule de bir proje vardı. Enerjimiz tutunca birlikte yapalım mı diye bir fikir doğdu. O günden sonra hep birlikteyiz.


İlk yaptığınız dizi?




  • Aslında biz dizi olarak birlikte proje satmadık. O tanışıklığımızın hemen arkasından 2 gün sonra Kiraz Mevsimi dizisi geldi bize. Makbule ‘birlikte alalım mı? Ne dersin, Dedi. Ben de olur dedim, Kiraz Mevsimini birlikte yazmaya başladık. İlk yaptığımız iş o oldu. Öyle başladık.



  1. Kalp Atışı dizisini yazmaya nasıl karar verdiniz?



  • E: Kalp Atışı daha Kore’de yayınlanırken Makbule’nin çok sevdiği, çok beğendiği bir diziydi, hatta aktif izliyordu. O hafta yayınlandığı gibi izlerdi. Dedi ki ‘ böyle bir dizi var, sen de izle’ ben de izledim. ‘Ne diyorsun olur mu?’ dedi, ben de ‘olur’ dedim. Biz de uyarlamak istiyorduk. Dizinin öyle bir duygusu vardı içinde.

  • Yapımcılardan gelen bir istek değildi?

  • E: Hayır, hayır. Makbule’nin bulduğu bir şeydi o, ama nereyle yapılır? Nasıl yapılır? Bilmiyorduk.

  • M: Sonra MF Yapım’ı seçtik. Çünkü ben ilk Kore dizimi MF Yapım’la yaptım. Bir Aşk Hikayesiydi. Faruk Beyler zaten bunu çok iyi yapanlardan biri, o yüzden çok doğal geçti Kalp Atışı’nı oraya götürmemiz.



  1. Yazarken bu kadar sevileceğini, üzerine fanlar, sayfalar kurulacağını tahmin ediyor muydunuz?



  • E: Ben düşünüyordum. Çünkü Kore versiyonunu izlediğimizde de insanı alıp götüren bir şey vardı. Oradaki kurulan karakter, yani bizdeki Ali Asaf karakteri çok rüya bir adamdı. Kız çok farklı bir kızdı, hikaye çok derin bir hikayeydi. Bence, karakterlerin çok travmatik yapıları vardı. Kore’de de çok ciddi izlenen bir dizi zaten, reytingleri çok iyi olan bir dizi. Ben bu aşkın fanları olur diye düşünüyordum, hatta emindim. Ama yılın çifti olur mu derseniz? Onu bilmiyordum tabi. O kadar uygun bir cast olacağını düşünmemiştim.




  1. Özellikle doktor dizilerine karşı bir sempatiniz var. Bunun nedeni nedir?



  • M: Ben yıllar önce zaten Doktorlar dizisini yazdım. Uyarladığım bir formattı, ama bunun doktor dizisi olmasından bir tık daha farklı bir tarafı var. Sonuçta Türk televizyonlarında ilk defa dövüşen bir kadın karakter vardı. Üstelik doktor; Eylül yani. Bu yüzden bence sıradışıydı. Yapılması istenilen bir uyarlamayaydı bence, ama tıp dizisi yazmak kolay değil. Her hafta vaka vs bulmak. Sonuçta Kore dediğimiz format kısa, bizimki kadar uzun değil. Özel bir ilgim yok ama seviyorum. O dünyayı seviyorum, o dünyanın içindekileri seviyorum.



  1. Son olarak Kalp Atışı dizisini yazıyorsunuz, bir uyarlama dizisi. Bundan öncede böyle diziler yazmıştınız. Hangisini yazmak daha zor? Özgün bir proje mi? Uyarlama mı?



  • M: Ben daha çok uyarlama yazan biri olarak söylüyorum. Uyarlamalar çok basit, daha kolay gibi gözüküyor. Sonuçta elinize bir format geliyor evet, ama yurtdışından gelen dizilerin sürelerine baktığınız zaman 60 dakika en yükseği, ama biz her hafta en az 120 dakika yazıyoruz. Bunu ilerletmeniz gerekiyor. Oradaki profesyoneller diziyi belirli bir süre içinde tamamlıyorlar. İşte misal – Koreliler için söylüyorum- 16 bölüm sonra, 22 bölüm sonra ya da 30 bölüm sonra biteceğini hesaplayarak yazıyorlar ama bizde öyle bir durum yok. İlk baktığınızda çok kolay gibi gelebilir ama sonra sizi çok zorlayan bir şeyi var; çünkü hikayeleri öyle açmamız gerekiyor. Bir de Türk halkına göre, Türk izleyicisine göre onu oturtmanız lazım, diğerleri kadar kolay değil. Kore’de değil belki ama yurtdışı formatlarında daha özgür aşk hayatları var. Bizde o kadar rahat değil. Daha sıkışan bir drama yapısı oluyor, ama Kore bizim için çok uygundu. Başta da öyleydi, şimdi de geldiğimiz nokta itibariyle uygun.


Hangisi zor?




  • M: Yazmanın kendisi güzel ama televizyon işi yazmak zaten zor. İster uyarlama yapın, ister kendi özgün hikayenizi yazın. Her hafta 120 dakika yazmak insanüstü bir çaba, o akılla anlatılabilecek bir şey değil. Onu çekmek, oynamak, yayına vermek hepsi zor.


E: Ben de uyarlamanın daha zor olduğunu düşünüyorum. Özgün hikaye sana kendi alanını açıyor. Şöyle bir eleştiriyle karşılaşmıyorsun; ama bunun orjinalinde böyle değildi. Ama onun orjinali 60 dakika ve sen 120 dakika yapıyorsun ve orjinali 20 bölüm olan bir diziden atıyorum 30 veya bu dizinin tutma oranına göre 50 bölüm çıkartıyorsun. Tabi ki o hikayeyi deforme etmek mecburiyetindesin ya da bir şeyler eklemek ya da bir şeyler çıkarmak. Veya kendi hikayenin açılacağı noktaya getirmek zorundasın. Mesela, bu bir yazar için kısıtlayıcı bir şey. Özgün hikayeni yazarken ‘ bu benim hikayem, bunu böyle düşündüm’ diyebilirsin, ama başka bir hikaye uyarlarken bu kadar özgür olmuyorsun. O yüzden çok zor uyarlama yapmak.




  1. Birlikte bir sinema filmi yazmayı düşünüyor musunuz?



  • E: Düşünüyoruz, hatta bir sinema filmi yazdık. Daha fazla da yazmayı düşünüyoruz. Şimdi Kültür Bakanlığı’ndan destek almak için bekliyoruz. Güzel bir biyografi filmi yazdık. Türkiye için önemli isimlerden biri. Sinemayla ilgili bazı plan ve düşüncelerimiz var.



  1. Bir diziyi yazmaya başlarken ilk yaptığınız şey ne olur? Yazarken en çok nelere önem verirsiniz?



  • M: Karaktere.

  • E: Karaktere. (Gülerek)

  • M: Ben en çok onun duygusuyla ilgileniyorum. Nasıl aşık olur? Nasıl ağlar? Neye ağlar? Ağlarken ne yapar? Odasına mı kapanır? Ya da şarkı mı söyler? Genelde daha ekstrem noktalarını hayal ediyorum.

  • E: Ben de, seyircinin her zaman karakterin peşinden sürüklendiğine inanıyorum.

  • Hikayeden çok karakter?

  • E: Evet, bir karakteri severse, benim annem için o karakter oğlu gibi olduysa ya da kızı gibi ya da benim sevgilim gibi olduysa, onun aşık olması, kalbinin çarpması benimde kalbimi çarptırıyorsa karakterin peşinden sürükleniyorum. Yani hikayenin nereye gittiği zaman zaman çok da önemli olmuyor, çünkü…

  • M: Saçmalayadabiliyoruz yazarken. (Gülerek)

  • E: Tabi ki, çok uzun yazıyorsun. Aslında o karakterin verdiği tepkileri izlemek istiyor insan. Bu yüzden ilk yazmaya başlarken karakter yaratıyoruz. Yaptığımız ilk şey karakteri yaratmak ve onu çok iyi tanımak. Şunu çok net söyleyebilmeli bir yazar, bir senaryo yazarı; benim karakterim böyle bir davranış göstermez, çünkü o ona uygun değil. Onu tanıyordur, kendisi kadar iyi tanıyordur. Bu yüzden en önemlisi karakter yazmak.



  1. Yazdığınız dizilerin çoğunda mutlu sonla veya evlilikle biten bir final yapıyorsunuz. Yani, çiftlerimizin evli olduklarını görüp izliyoruz. Mutsuz son yazmayı sevmiyor musunuz? Ya da evliliğin bir final değil, başlangıç olduğunu mu göstermeye çalışıyorsunuz?



  • E: Makbule Hanım mutsuz son yazdı (Gülerek)

  • M: Evet, ben yazdım; hala küfrediyorlar bana. Bir Aşk Hikayesi.

  • Ama onlarda evlenmişlerdi.

  • M: Evlendiler ama sonuçta finalde öldü. Zaten ölmesi gerekiyordu. Orjinalde de öyleydi, ama…

  • E: Çok acı bir hikayeydi.

  • M: Seyirci, Türk seyircisi Korelilerden farklı olarak çok büyük tepki gösterdi. Hala benden nefret eden fanlar var. Fankafalara buradan sevgilerimi iletiyorum.

  • E: Biz seyirci istediği için mutlu son yapıyoruz. Yoksa, aslında hayat böyle bir şey değildir. Senaryo hayatın kendisi olduğuna göre, biz senaryoda hayatın içindeki her şeyi görebileceğimize göre normal şartlarda aslında ana karakterin ölebilmesi de gerekiyor. Ama seyirci istemediği için bir mutlu sonla kapatıyorsun, tamamlıyorsun. Bence esasında acı sonlar, hayattakine benzeyen acı sonlar her zaman daha kalıcı oluyor. Dikkat ederseniz dizi çok hızlı tüketilen bir şey. Onu tüketiyorlar, bitiriyorlar ve hatırlamıyorlar ama acı sonları hiç kimse unutmaz. Onun için ben Makbule’nin Bir Aşk Hikayesini hiçbir zaman unutmadım. Ben de fan gibi izlemiştim diziyi, dizinin orjinalini de biliyordum  ve çok ağladığım bir diziydi. Hatta ona da dedim ki, seyirci duygusuyla ‘ Keşke öldürmeseydin’  (Gülerek) ‘Bari sen öldürmeseydin’ dedim. Ama Bir Aşk hikayesini unutulmaz kılan oydu.

  • M: Eda da bir fankafaydı. (Gülerek)

  • E: Evet ben de bir fankafaydım o zaman. Bence unutulmaz kılan şey Bir Aşk Hikayesini de, orjinaldeki I Am Sorry I Love You da unutulmaz kılan şey karakterin ölmesidir.



  1. Senaryo yazmak mı daha zor? Bunu satmak mı?



  • E: Satmak.

  • M: Ekranda tutmak.

  • E: Evet.

  • M: Yazar için kolay. Sonuçta hayatı yazmak olan insanlar için çok kolay.

  • E: Onlarca hikayeden birini üretebilirsin, oturup bir şeyler yazabilirsin. Biraz zamanını harcayıp, buna biraz vakit vakfedip her şeyi yazabilirsin , ama bunu satmak, bunu gerçekten senin gibi inanarak yapacak bir yapım bulmak, sonra bunu oynayacak bir oyuncu bulmak, (senin karakterine hayat verecek o oyuncuyu bulmak) doğru rejiyi bulmak, sonra bunu ekrana çıkartmak ve ekranda bunu seyircinin satın almasını sağlamak. Bence senaryo yazarlığının zor kısımları buralar.



  1. Her senaristin yakındığı bir derdi yine gündemimize getiriyorum. Süresi sakız gibi uzayan Türk dizileri hakkında sizin görüşleriniz nelerdir?



  • M: Tabi ki çok uzunlar. Daha önce söylediğim gibi, insani açıdan çok zor. Ben hep şunu söylüyorum; insan haklarına aykırı diye. Bunu yazmak, çekmek, oynamak, onu yayına hazırlamak herkes için çok zor ama çözülemiyor. Biz çözemeyiz de bunu, ama birilerinin çözmesi gerekiyor.

  • E: Ben sağlıksız buluyorum. Yani izleyici açısından da, yazar açısından da sağlıksız buluyorum. Onu çeken ekip, oynayan oyuncu herkes açısından bu kadar uzun süreler sağlıksız. Çünkü; bunlar her hafta çekiliyor, bunlar için zamanımız yok ve iki saat oturup seyircinin onu izlemesi de sağlıksız. İki saatin içinde ne kadar iyi bir hikaye anlatabilirsin ki?. Mutlaka saçmalamak zorundasın, mutlaka oraya uzatacak bir şeyler koymak zorundasın. O zaman senin hikayende deforme oluyor, kötüleşiyor. Seyirciden şöyle tepkiler geliyor; ‘çok saçmaladınız’. Ne anlatacaksın? Hadi birleşsinler, birleşsinler de ne anlatacaksın? bir yerden sonra hikaye bitiyor ve çok hızlı tüketiliyor. Yazarı da, hikayeyi de,  sektörü de, hatta bence seyirciyi de tüketiyor. Eskiden birer saatlik iki tane diziyi arka arkaya izliyorduk. Anlatılan şeyler lezizdi. Şimdi öyle değil, seyirci de sıkılıyor. Bence artık sıkıldığını da fark etmiyor. Akşamları televizyonunu açıyor ve o saati dolduruyor. Bazen bakmadan izliyor. Hiç bakmasa konuşmalarından 2 saat içinde hiçbir şey kaçırmamış oluyor. Gerçekten bu kadar emeğe, çeken ekibe, bunu yazan insanlara –burada bir kafa patlatılıyor- günah ve bana sağlıksız geliyor. Şu anda sektörümüz böyle ilerliyor yapacak bir şey yok.



  1. Yazdığınız dizilerde kendi hayatınızla ilgili alıntılar verir misiniz?



  • E: Ben her zaman veririm. (Gülerek)

  • M: Ben yorum yapmıyorum bu konuda, üzerine çok alınırlar. (Gülerek)

  • E: Bir de benim her zaman, özellikle kendi yazdığım özgün hikayelerde yaptığım bir şey; tanıdığım insanlar o hikayenin içinde olur. Hatta akrabalarımdan bazıları aralarında oturup o diziyi izlerken ‘bu benim galiba, bu da bizim bilmem kim’  diye yorum yaptıkları oluyor.

  • Özellikle Diğer Yarım dizisi için diyebiliriz.

  • E: Diğer Yarım dizinde zaten çok vardı. Yamak Ahmet dizisinde de vardı. Ben bütün yazdığım dizilerde, sevdiğim, kendime yakın bulduğum, enteresan gelen karakterleri, onların davranışlarını ya da cümlelerini koyuyorum. Kendimden de bir şeyler koyuyorum.



  1. Televizyon ekranlarıyla aranız nasıldır? Dizileri takip eder misiniz?



  • E: Hayır (Gülerek) Çok net hayır. İlk bölümleri izliyoruz.

  • M: Bütün ilk bölümleri izliyoruz.

  • E: Yani nasıl izleyebileceksiniz ki? Zaten bizde uzun bir dizi yazıyoruz. Onları her gün oturup ‘bugün bu dizim var’  diye izleme şansın olmuyor. Ama görünce, geceleri otururken tekrarına filan denk gelince bakıyorum.



  1. Kalp Atışı dizisinin konusu, karakterleri, onların birbiriyle uyumu çok sevildi. Gökhan Alkan ve Öykü Karayel’in seçimine nasıl karar verildi?



  • M: Bunun kararını veren yapımcılar tabi, ama ikisinin iyi bir uyumu olacağı bence cines fikirdi. O çok öngörülebilen bir şey değil, ama ikisinin kimyası çok iyiydi. Sonra zaten fanlar çok sordu onu ‘ikisini bir araya getirmek nasıl oldu?’ diye. Bence orada yapımcı başarısı var.

  • Senaristlerin oyuncu seçerken bir katkısı oluyor mu?

  • M: Ortak konuşulan bir şey. Sadece soruyorlar.

  • E: Tabi soruyorlar ‘şu kişiyi düşündük, ne dersiniz?’ ama ‘Hayır bu kişi olacak’ diye kendi şahsım adına hiç öyle bir dizi yazmadım. Kafanızda bir kişiyi canlandırarak dizi yazmak çok zor.

  • M: O şekilde dizi yazmak çok zor.

  • E: O kişinin başka bir işi olabilir.

  • M: Ama, yani yazacağınız karakteri şahane oynayacak kişiler oluyor.



  1. Ali Asaf gibi ‘genç kızların kahramanı’ olan yakışıklı bir doktor tiplemesini yaparken Doctors dizisindeki uyarlamasından farklı karakter özellikleri eklediniz mi? Ali Asaf gibi sevmek ikinizin eseri diyebilir miyiz?



  • M: Galiba o bizim eserimiz. Orjinalde olacak olan bir şey değildi.

  • E:  O da rüya gibi bir erkekti.

  • M: Evet, o da rüya gibi bir erkekti ama bizimkinin tarzı biraz daha farklı.

  • E: Ama Ali Asaf’ın tepkileri, sevme biçimi bence orjinaldekinden biraz daha başkaydı, hatta oldukça başkaydı. Bizim hikayemizde aşkıyla çok fazla sınandı Asaf. Karşısında çok soğuk, çok fazla duvarları olan bir kadın vardı. Mesela orjinalde daha çabuk çözülür Eylül’ün karakteri. Bizde Eylül daha sert, daha kaya gibi, ama Ali Asaf onu aşındıran su gibi. Hani kayayı aşındıran su vardır ya, öyle bir şeydi Ali Asaf. Bence Ali Asaf gibi sevmek, Ali Asafça bir şeydi.

  • M: Daha türkçe bir şeydi.

  • E: Bizim eserimizdi demeyelim de, ama daha Türktü, daha şahsına münhasırdı.

  • Aslında her erkek için bunu söyleyemeyiz. Bazı erkekler buna çok uzak kalıyor.

  • M: Bizim aşk anlayışımız daha Türk olsun dedik.

  • E: Birinin bizi nasıl sevmesini istersek, bir adam bizi nasıl sevsin istiyorsak aslında biz Ali Asaf’ı öyle yazdık. Daha anlayarak, daha sabrederek, zorsa da o zorla da mücadele ederek seven bir adam yazdık. Bence o yüzden bu kadar içten geldi insanlara, çünkü biz içten yazdık, sevdik Ali Asaf’ı.



  1. Bir senaryo yazım süreci nasıl ilerliyor? Özellikle karakterleri yazarken zorlandığınız konular oluyor mu?



  • E: Senaryo yazım süreci her türlü zor ilerliyor zaten. Karakteri kurduktan sonra çok zor değil. Hikayesi oturuyor vs filan. Senaryoyu yazarken zor olan şey, bunu her an devam ettirmek ve o izlekte tutmak. O gerçekten çok zor bir şey. Karakterin zaten oturmuş oluyor ne yapacağını biliyorsun. İyi kötü hikayende belli nereye gideceğini biliyorsun, ama onu orada izlek tutmak, seyircinin her hafta duygusunu o hit noktada tutmak. Asıl senaryo yazarken zor olan o ve bunun için çok az süren var. Neyin doğru neyin yanlış olacağına karar verecek bir süren olmuyor. Aaa! Ben onu bir oturayım düşüneyim, şöyle yaparsam daha mı iyi olur? Böyle yaparsam daha mı iyi olur? Diyecek bir zamanın yok. Zamanın olmadığı için aklına gelen fikirlerin arasında en iyisini seçip ve fazla da üzerine düşünemeyip onunla yürümek zorunda kalmak zor. Çünkü çok kısıtlı zamanımız var.


16) İki başarılı senarist olarak sizce yazmak yetenek işi midir?


- M: Altında yetenek var tabi, ama bir sürü yan şeyde var. Sadece yazmak başlı başına bir şey, televizyona yazmak başka bir şey, sinema yazmak başka bir şey, reklam yazmakta başka bir şey. Hepsi farklı. Bence yetenek kadar çok okumak gerekiyor, çok örnek izlemek gerekiyor, çünkü televizyon daha matematik işi. O matematiği sadece yeteneğimle öğrenirim çok zor. Bir sürü etmeni var; seyircisi, saati, yayınlandığı kanalı. O matematiği birlikte çözmen gerekiyor. Yetenekten daha fazlasına ihtiyacın var.


- E: Zamanla gelişen bir şey.


-  M: Ama öğrenilen bir şey.


- E: Tecrübe ederek öğrenilen bir şey. Yeteneğin üzerine katılarak öğrenilebilen bir şey, ama yetenek şart tabi.


17) Son olarak bana zaman ayırmayı kabul edip bu güzel sohbeti gerçekleştirdiğimiz için teşekkür ederim. Kalp Atışı diziniz hakkında izleyicilerimize ne söylemek istersiniz?


- E: (Gülerek) Aslında burada çok söylemek istediğim şey var. Ben biraz insaflı davranmalarını söylemek isterim. Çünkü çok sevdikleri bir hikaye yaratıldı, yani getirip önlerine bunu biz koyduk. Daha insaflı davranmalarını isteriz, çünkü kolay yazılmadı, kolay bir süreç değildi. Bu işi 26 bölüm götürmek, bu kadar epizodik hikayeleri olan, bu kadar çok vaka bulunması gereken, o vakaların ana hikayeye yedirilmesi gereken ve bunu yazmak için, sadece bir haftamız olan bölümler yazdığımızı düşünerek daha insaflı davranmalarını beklerdim, ama maalesef seyirci o kadar insaflı değil. Madem bu kadar sevdiğiniz bir şey geldi önünüze en azından o çok sevdikleri karakterleri ve hikayeyi yapanın da biz olduğumuzu durup hatırlamalarını isterdim.


- M: Eda biraz daha kibar tabi ki. Şöyle bir şey var; o bizim hikayemizdi, bizim karakterlerimizdi. Ali asaf da Eylül de. Bize değil seyirciye -onlar öyle söylüyor ya- sonra onlara ait oluyor. Evet onu biz yarattık onlar sahiplendiler, ama yaratıcılarına bence birazcık daha geniş ve objektif bakmalılar.

Editör: TE Bilisim