Eğitim her toplumda elbette kıymetlidir ve bu ulvi işe başlamak için birtakım ritüeller yapılır. Türk Milleti de çeşitli devirlerde eğitim işine

Eğitim her toplumda elbette kıymetlidir ve bu ulvi işe başlamak için birtakım ritüeller yapılır. Türk Milleti de çeşitli devirlerde eğitim işine önem vermekle kalmamış eğitimin çadır direği olan “Hocalara da” çok büyük değerler vermişlerdir. Hatta Osmanlı da “Padişah Hocası” her zaman  sadrazamlar denk bir ilgiye dahası büyük saygıya mazhar olmuştur. 

Bu yazı da size kısaca “eğitime başlamanın kutsaliyeti ve abide eğitimci Gül Baba’dan” bahsedeceğimi. 

Osmanlı Devleti’nde çocuklara ilk okula başlatılırken bir tören yapılırdı. Bu törene “Âmin Alayı” denirdi. Bu törenin pazartesi veya perşembe günleri yapılırdı.  Bu tören hazırlıklarına bir gün önceden evin temizliğiyle başlanırdı. Ayrıca aile bireyleri Kapalıçarşı’ya giderek, okula başlayacak çocuğa ve mahalledeki fakirlerin çocuklarına da gerekli eşyaları alırlardı.

Bundan başka iş ise -eğer varsa - Elif-ba’nın konulacağı aile yadigarı rahle de cilaya verilirdi. Âmin alayı yapılacağı gün, sabah namazından sonra çocuğa yeni elbiseleri giydirilir, hazırlık tamamlanınca ailece Eyüp Sultan’a gidilir ve burada dua edilirdi. Eve dönüldükten kısa bir süre sonra, okul çocukları ile ilahiciler gelirdi. Her okulun ayrı bir ilahicisi vardı. O gün sokaklarda bir bayram havası ve görülmedik bir kalabalık olurdu. Okula gidecek çocuk, evinin kapısında göründüğü anda ilahiciler ilahi okumaya başlarlar ve ilahilerin uygun yerlerinde alayda hazır bulunan Âminiler de “âmin! Âmin!” diye nakarat yaparlardı.

İlahi sona erince mahallenin hocası duaya başlar, çevrede bulunanlar büyük bir huşu içinde, çömelerek duayı sessizce dinlerdi. Hocanın duası sona erince, ilahiler okunmaya başlanır, âmin nidaları göğe yükselirdi. Bu sırada mahallenin bekçisi, çocuğu hazırlanmış olan midilliye bindirir, yedeğine geçer, okulun kalfası ve müzakerecisi de atın iki tarafına geçerek alay hareket ederdi. Âmin alayı belirli teşrifat kaidelerine bağlıydı.

En önde giden, atlas yastık üzerindeki sırmalı kesesiyle elif-bayı taşırdı. Onun arkasından, başının üzerinde rahle ve çocuğun okulda oturacağı minderi götüren uzun boylu birisi giderdi. Bunu okula gidecek çocuk takip ederdi. Çocuğun arkasında okulun hocasıyla ilahiciler, âminciler bulunurdu. Âmincilerin arkasında da ikişer ikişer el ele tutuşan okul talebeleri gelirdi. Alayı çocuğun babası, davetliler, akrabalar ve yakın dostlar tamamlardı.

Yolda ilahiciler okumaya devam eder, âminciler de münasip yerlerde “âmin” derlerdi. Bu topluluk sonunda okul kapısına varır; çocuk hemen içeri girmez burada zamanın padişahına dua edilir ve gülbank okunurdu.

Gülbank’ın sonrası hoca tekrar dua eder, nihayet çocuğun bir elinden okul kalfası, diğer elinden de kapıcı tutar ve doğruca hocanın yanına çıkarlardı. Çocuk hocanın önüne geldiğinde elini öper, karşısında diz çökerdi.

Bu arada, kalfa da elif-ba cüzünü rahleye açardı. Daha sonra hoca Besmele-i şerif’i takiben Elif harfini gösterir ve ilk dersini verirdi. Âmin alayları eski devirlerde kısaca böyle olur ve çocuk ilk dersi bu şekilde alırdı.

İnşallah bu törenlerin aynısı olmada da eğitimin kutsaliyeti anlayışı hep devam eder. 

İşte eğitime başlamanın kutsalayetini devam ettirecek ve aldığı emaneti canı pahasına evladı gibi sahiplenecek abide hocalardan birisi Gül Baba!

Rivayete göre Sultan II. Bayezit Eylül ayında sadrazamı ile ava çıkmış. O zamanlar, Beyoğlu koruluklarında bir süre avlanmışlar. Akşama doğru sağanak halinde bir yağmur başlamış. Sığınacak bir yer ararken, Bir gül bahçesi içersinde bir kulübe görmüşler. Kulübeye yaklaştıklarında, kapısı aralanmış ve nur yüzlü bir ihtiyar görünmüş, padişahı ve sadrazamı içeriye davet etmiş. Oturmuşlar ve bir süre sohbetten sonra, padişah sormuş: "Burada tek başına ne yapıyorsun?" İhtiyar cevap vermiş: "Güllerle uğraşıyorum. Tek dostum güllerdir. Bunun için de, bana Gül Baba derler." Padişah: "Merak ettim. Güllerin hepsi iki renkli, sebebini anlayamadım?" Gül Baba alçakgönüllülükle cevap vermiş: "Sadece sarı-kırmızı renkleri severim de onun için sultanım." O gece kurulan dostluk devam etmiş. Padişah, canı sıkıldıkça Gül Baba Hazretleri'ni ziyarete başlamış. Bu ziyaretlerden birinde, Gül Baba Hazretleri, Sultan Bayezit’e iki gonca gül vermiş ve: "Padişahım! Kendimi iyi hissetmiyorum. Bu güller, fakir gönlümün hediyesi olsun. Lütfen kabul buyurun efendim" demiş. Padişah gülleri almış ve çok da duygulanmış: "Böyle deme Gül Baba! Allah sana uzun ömürler versin. Ama bir gün Yüce Rabbimizin emri geldiğinde ardından nasıl bir eser bırakılsın istersin?" diye sormuş. Gül Baba Hazretleri, oturduğu yerden hafifçe doğrulmuş, ileride görünen tepeyi işaret ederek: "Ruhumu şad etmek istersen, karşıdaki tepeye bir mektep yaptır sultanım.” demiş. 

 Bunun üzerine Sultan II. Bayezid, o yıl “Galatasaray Sultanisi'ni” yaptırmış, Gül Baba'ya da görev verilmiş, Padişah ile Gül Baba'nın o günden sonra bir daha görüşmeleri nasip olmamış. 

Ama yaptırdıkları okul;

 yani “Galatasaray-ı Mektebi”

 yani “ Mekteb-i Sultani”

 yani “Galatasaray Lisesi” 2019 yılına kadar  yani bugüne kadar devam etmiş. İnşallah bundan sonra da devam edecektir.

Peki sarı-kırmızı güllere ne olmuş. Bu güllerin renkleri de Galatasaray’ın vazgeçilmez rengi olarak yüzyıllar boyu kokusunu herkese yaymaya devam etmiş!