Geçenlerde, şu ara kitapları tüm genç kızların odalarını süsleyen ve çok satan (!) yazarlardan birisini, bir dizide rol alırken gördüm. Esas oğla

Geçenlerde, şu ara kitapları tüm genç kızların odalarını süsleyen ve çok satan (!) yazarlardan birisini, bir dizide rol alırken gördüm. Esas oğlanın arabasının kapısını açıyordu, on parmağında yirmi marifet olan yazarımız…

Türkiye’nin önde gelen kadın yazarlarından birini, bir kredi kartı reklâmında gördüğümde, birkaç dakika konuşamadığıma benzer, bir dumura uğrama durumu oldu yine ben de... Sonra, yerinde ağır bir gazetenin köşe yazarlarından bir büyüğümüz, bir inşaat şirketinin tanıtım yüzü olmuştu. O zaman da iğne batırılmış gibi rahatsız olmuştum, saç diplerim kaşınmıştı.

Dizide gördüğüm yazar adına da üzüldüm hakikaten… Ya hu sen isminin önüne YAZAR ibaresini koyuyorsun artık. Tabir yerindeyse kendini YAZAR diye pazarlıyorsun… Kitapların üzerinde böyle yazıyor, misal reklâmın yapılırken sana öyle deniyor değil mi?

Peki, sana her şey mubah mı? Senin için her yol Ankara’mı? Ekranlara çıkmak, ikinci sınıf bir dizide oynamak ve reklâmlarda görünmek bu kadar önemli mi? Yazarlık sizin neyinize yetmiyor. Yazı kesmiyor mu yoksa… O zaman yazmayı bırakın kafanıza göre takılın, başka işler yapın…

Örneğin ben… Aslında ilk geçliğimin başında OYUNCU olmak istemiştim. Okurken, üç ay İstanbul Esenler Deha Tiyatro Oyuncuları’ndan tiyatro eğitimi de almıştım. ‘Ben Pişmanım’ diye bir oyun sahnelemiştik ve çok güzel geri dönüşler almıştık.

Sonra birkaç dizide iyi roller de kotarmıştım ama YAZMA İSTEĞİM ağır bastı. Dizi piyasasının canlanacağını, renklenip bu günlere geleceğini ve sebat edersem bana ‘iyi’ para kazandıracağını tahmin etmeme rağmen elimin tersiyle ittim o dünyayı... Çünkü insan, evrende bedel ödeyip vazgeçtikleriyle yer kaplıyor diye düşündüm.

Üstelik düne kadar da kendime YAZAR demiyordum daha… Ama bir arkadaşım, “İki kitabın var, sürekli üretmeye de çalışıyorsun, kendine ADAY deyip durmak, gereksiz alçakgönüllülük gibi görünüyor,” demeseydi, saygımdan dolayı, hâlâ kendimi bu şekilde ifade etme(me)ye devam edecektim.

Sorarım şimdi… Yazarlık kolay, ucuz, hafif ve ne yapsan kaldıracak bir şey mi? Yazının bir ağırlığı, geleneği yok mu? Daha önce bu yollardan geçmiş insanların manevi şahsiyeti olmaz mı mesela? Kitapların basımı tamamlandıktan, dağıtımı yapılmaya başladıktan sonra kredi kartı reklâmında ne yapar veya bir gençlik dizisinde (küçümsemeden söylüyorum) uşak rolünde neden görünür insan… Ya da ne diye para kazanmaktan ve daha çok ev satmaktan başka düşüncesi olmayan bir inşaat şirketinin reklâm yüzü olur.

Gerçi yazarını savunan gazetenin haberine göre bu konu yeni bir şey değilmiş, içte ve dışta gayet olağan bir durummuş… Eskiden bu kadar tepki gösterilmiyormuş güya... Koskoca Adalet Ağaoğlu İş Bankası reklâmında oynamışmış vakti zamanında… Öykü yazarı ve çevirmen Tomris Uyar’da Vakko firmasının tanıtımında görünmüş bir ara. Dünyada da bunun örnekleri bir hayli fazlaymış.

Nobel ve Pulitzer ödüllü Ernest Hemingway birçok reklâmda rol almış. Mark Twain’in demiryolları, içecek ve mobilya tanıtımlarında boy göstermiş. American Express Company’nin tanıtımlarında Stephen King, Discover Financial Services’in reklâmlarındaysa Amerikalı hümanist yazar, Kurt Vonnegut Jr. rol almış. 20. yüzyılın başlarında kurulan (Nike’nin alt birimi) Converse’in reklâm yüzü, ‘Fear and Loathing in Las Vegas’ kitabının yazarı Hunter Stockton Thompson olmuş.

Nike’ın reklâmcısı da roman ve deneme yazarı William Seward Burroughs’muş. Amerikalı uluslararası perakende giyim ve aksesuar firması Gap’ın bu minvaldeki çalışmalarında; gazeteci, romancı, oyun yazarı, film yönetmeni, senarist Norman Mailer, şair ve savaş karşıtı Irwin Allen Ginsberg ve Kanadalı-Amerikalı romancı, şair Jack Kerouac yer almış.

Kendilerinde köşesi olan ünlü yazarımızın kart reklâmında görünmesini sevimli göstermek ve mubah kılmak için, adı geçen gazete, konuyu uzatmış da uzatmış… Ama ben onu bunu bilmem… Türkiye’de ve dünyadaki tüm örneklerine rağmen ben, (yazının özüne uymayan) şirketle, banka kartıyla, inşaatla, giyimle, aksesuarla, finansla, ayakkabıyla, oyunculukla YAZARLIĞI yan yana getiremiyorum.

İlla kimseyi kalıplara sokma niyetinde değilim ama insan birazcık buna uygun davranır. Bir yazar; hayatını (azıcık) edebiyatın özüne, geçmişine ve ruhuna göre tanzim eder. Yazarlığın, temsil ettiği manevi kurumun saygınlığına göre davranır. Kendinden önceki bu işe katkı yapmış büyüklerin emeğinin, kutlu yolunun hakkını verir ve asaletini korur her şeyden önce.

Yazık, cidden çok yazık… Şimdi bunlara sorsan ‘bir yazar olarak benim bağımsızlığım var’ diye cevap verir. Hatırlarsanız büyük kadın yazarımız da öyle yapmıştı. Kimseyi umuruna bile katmamıştı.

“Misyonu olan bir edebiyatçının çıkıp banka reklâmında, ürün tanıtımında bunu savunuyor, ortaya koyuyor olması kırılma yaratabilir… Yazarların böyle ticarileşmesine karşıyım. Olabilir, insanların canı para kazanmak istediyse her türlü kazanabilir. Yazar olmasına gerek yok o zaman. Yazarlığın kendine özgü asaleti olduğunu düşünüyorum ve bu asaletin korunması gerektiğine inanıyorum... Söylenecek fazla bir şey yok. Elbette yazarın hiçbir şekilde tüketimi destekleyen oluşum içinde yer almaması gerekiyor. Kolay kolay tasvip edilecek bir şey değil...” gibi, her biri alanında kendini ispatlamış büyük yazarlardan gelen eleştirilere, her kesimden kendisine yapılan tepkilere kulak tıkamıştı.

Zaten romanlarına karşı yapılan tenkitlere hepten edebiyata yapılıyormuş gibi ortalığı velveleye verebilme yeteneğine de sahipti kendisi… Muhtemelen şimdi aynısını dizi oyuncusu ‘çoksatar’ yazarımız da yapacak… Eleştirilere kulak tıkayacak… “Benim bunu yapma özgürlüğüm ve lüksüm var,” diyecek.

Edebiyatçıların burnunun dikine gitmesi güzel de… Keşke bu doğru bir yol olsa ve yazar gerçekten ne istediğine baştan bir karar verse... O zaman her şey çok daha güzel olacak…