Devlet yönetiminde “yönetici,” “yönetenin” “yönetilenlerin” lehine doğru güzel ve isabetli kararlar verdiğine ve verildiğine inanıyorsa iş

Devlet yönetiminde “yönetici,” “yönetenin” “yönetilenlerin” lehine doğru güzel ve isabetli kararlar verdiğine ve verildiğine inanıyorsa işte o vakit ülke refah ve huzura çabuk kavuşur. Çünkü “yöneten” kişiyi doğru anlayan “yöneticiler” “yönetilenlerin” birlik ve beraberlik içerisinde yaşamasına aracı olduğu için çok önemlidir. Mevlana’a Hazretleri bizi bu konuda şöyle aydınlatır:

“Gazneli Sultan Mahmut, bütün devlet adamlarının hazır olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden bir mücevher çıkardı. Vezirinin avucuna koydu: 

”Bu nasıl bir mücevherdir? Değeri nedir?” diye sordu. 

Vezir: ”Yüz eşek yükü altın eder” dedi. 

Sultan: ”Mücevheri kır, iyice döv” dedi.

Vezir: 

”Sultanım! Bu mücevheri ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim. Böyle paha biçilmez bir mücevheri kaybetmeye gönlüm razı olmaz” dedi. 
Sultan Mahmut, vezirin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti. 

Bir müddet devletin başka işlerinden konuştuktan sonra, sultan vezirden aldığı mücevheri sarayın perdecisine vererek ona sordu: ”Bunu biri satın almak istese değeri nedir?” 

Perdeci: 

”Bu mücevher, ülkenin yarısı ile eş değerde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun” dedi. 

Sultan, ”Bu mücevheri kır, parçala” diye emir verdi.

 Perdeci:

“Ey kılıcı güneş gibi parlayan sultanım! Kırıp parçalarsak bu mücevhere çok yazık olur. Buna benim elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık demektir” dedi. Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiş göründü. Ona da bir elbise verdi. Maaşını artırdı. Aklını ve anlayışını öven sözler söyledi. 

Biraz sonra mücevheri bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı şeyleri söyledi. 

Padişah mücevheri kime verdiyse, hepsi mücevherinin paha biçilmez değerinden bahsedip mücevheri tekrar padişaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu. 

Sultan birçok adamını denedikten sonra sadık kölesi Eyaz’a:

”Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu mücevherin değerini bir de sen söyle” dedi. 

Eyaz:

”Sultanım, bu mücevherin değeri benim söyleyeceklerimden fazladır” dedi. 

Sultan: “Öyleyse şu mücevheri kır, parçala, toz et” dedi. 

Eyaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan mücevheri, parçalayıp tuz buz haline getirdi. 

Mücevher kırılınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler. Diğer beyler Eyaz’ı ayıplayıp kınarken Eyaz: 

”Ey benim büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, bu mücevher mi? Mücevherin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı, Sultanı göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak etmem” dedi. 

Az sonra padişah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: 

”Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır. Bunlar bulundukları makama layık değiller. Bir taş parçası uğruna buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık olamazlar.”  

Sultanın buyruğu üzerine, Eyaz tahtın önüne koştu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Eyaz’ın hatırı için suçluları bağışladı.” 

Kısacası: Atalarımız boşuna dememişler: “Emir demiri keser” diye! Çünkü devlet yönetiminde “emir demiri kesmezse” “yöneten” hiçbir iş yapamaz ve bir ülkeyi yönetmekte de zorlanır. Bugün ve bundan sonra da çalışma hayatında çalışan ve de “yönetenin” “yönetilenlerin” yararına verdiği; isabetli-atılımcı- üretken-koruyucu kararları inanç ve azimle uygulayan-uygulayacak-bütün “yöneticilere” selam olsun!