Televizyonun televizyon, dizilerin de dizi olduğu dönemlerde çok güzel işler izlerdik. Saatlerce televizyon başına dursak sıkılmaz, ütü masasındaki gömleği yakacak kadar unutkan, ocaktaki yemeği unutacak kadar dalar giderdik o dizilere. O dizilerin unutulmaz ismi, oyunculuğu aşkla yapan “Emrah Elçiboğa” ile bu güzel sohbet için bir araya geldik. Bir araya geldik derken hepimiz evlerimizdeyiz korkmayın, ama şu kısacık zaman diliminde ben sorarken Emrah Elçiboğa da sizler için cevaplarken kalplerimiz yan yanaydı. 

Çemberimde Gül Oya, Bir İstanbul Masalı, Asi, Aşk ve Ceza gibi dizilerde bizi zaman zaman güldüren, zaman zaman da kızdırtan rollerde izledik. Son 3 yıldır sanat hayatına Almanya’da devam ediyor. Orada da tiyatro yapmaya, gerçekten sanat yapmaya “evettt!” demiş insanlarla bir arada bulunuyor. Şimdi Corona’dan dolayı hepimiz kendi kapımızın arkasında, güneşli günlere uyanacağımız sabahı bekliyoruz; ama asla bir şeyler üretmekten, üretenlere destek olmaktan vazgeçmiyoruz.

Merhaba Emrah, seni birçok unutulmaz dizinin içerisinde severek izledik. Oyunculuk senin için bir çocukluk hayali miydi?

Merhaba öncelikle nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. O işlerde olmak zamanın şartlarına göre –o zamanlar tercih şansı vardı- hem kişisel tercihim hem de oyuncu şansım oldu. Oyunculuk, içimde zaman zaman parlayan ama bir türlü cesaret edemediğim bir hayaldi. Sanırım lise yıllarında bunu kesin olarak kafama koydum. 

Sahneye ilk çıktığında ya da kamera karşısında kendini bulduğunda “Ben nasıl çıktım buraya?” diye korktun mu? 

Hangi işin içinde olursam olayım performans öncesinde değil de hazırlık aşamasında çok korku oluyor. “Acaba nasıl yapacağım, ne yapacağım. Nasıl olacak” diye. Ama sahneye ya da kamera önüne çıkarken korkudan ziyade zapt edilmesi güç bir heyecan oluyor.  Kaçıncı oyunu oynarsanız oynayın ya da kaçıncı bölümü ve yahut sahneyi çekerseniz çekin bu böyledir. Çünkü bu işte “oldum diyen öldüm der” diye söylemişti Müşfik Kenter usta. 

Uzun zaman Almanya’da kaldın. Şuan hala orada mısın?

Evet yaklaşık 3 senedir Almanya’dayım.

Sanat tutkunu Almanya'da devam ettiriyorsun.

Sanat takdir edilmediği yerden göç ediyor, sanatçı da öyle. Burada üretmek ve kendimi tiyatroyla var etme gayretindeyim. 

Bir Türk olarak Almanya'da yaşam nasıl?

Ülkenin her ne kadar koşulları ülkemizin şu andaki mevcut durumdan iyi olsa da alıştığınız o geride kalan 43 sene bir şekilde buradaki yaşantınızı ister istemez etkiliyor. Ben çok çabuk adapte oldum çünkü ülkemizde olması gerekenler diye tartıştığımız her ne varsa burada yaşamın normal rutininde.  Kendi adıma kendi kültürümü de Alman kültürünü de sulh içinde yaşayıp hatta bunun alışverişini bile yapıyorum. 

Theater Ravensburg, burada neler yapıyorsun?

Theater Ravensburg’da ilk geldiğimde dünyanın 8 ayrı milletinden hayatlarında tiyatro yapmamış, seyretmemiş hatta binasını görmemiş gençlerle “(A)Ritmik Dünya” –Almancasını yazmadım- diye kendi yazıp tasarladığım ve sahneye koyduğum dans ve müzik üzerine bir performans yaptım. Çok müthiş tepkiler aldım olumlu anlamda. Birden tiyatronun kendisi gazetelerde haber olmaya başladı ve seyirci kitlesi çok sevdi. Daha sonraki yıl Alman yazar Rike Reineger’in yazdığı tek kişilik oyun olan “Zigeuner Boxer” oyununu sahneye koydum. Buranın en ünlü oyuncusu Alex Niess oynadı ve hala devam etmekte. Bu sene de provaları Corona yüzünden yarım kalan sevgili Özen Yula’nın “Dünyanın Ortasında Bir Yer” oyununu hazırlıyordum. Alman oyuncularla almanca oynanacaktı oyun –ki Corona sonrası öyle de olacak- ve bu oyunda ben de sahnede olacaktım reji yapmanın dışında. Daha sonrası içinde hazırda bekleyen oyunlar var o da başka zamanın konusu olsun  

Hem Türkiye'de hem de Yurtdışında sahne almış bir oyuncusun. İkisi arasında bir kıyaslama yapsan, çizgi keskin olur mu?

Keskin olduğumuz yer kadar benzeş yerlerimiz hatta esneyen yerlerimiz var. Bir kere zamanlama ve disiplin burada en üst düzeyde ki sanatın da bence ilk ve olması gereken kuralı budur. Biz daha savruğuz o konuda, ama işi tutkuyla yapma ve imkansızı başarma konusunda ise biz daha öndeyiz. Onlar bir meslek gibi görürken biz tutku ve aşkla yapıyoruz. Olası kriz anlarında dekor, kostüm, ışık çözümü hemen üretecek pratikliğe sahibiz. Biz önümüzü göremezken burada 2021 de ne oynanacak hangi tarihte olacak planları neredeyse bitmiş oluyor. Özünde iş yapmakta, üretimde bulunmakta ve derdi ortaya koymakta buluşuyor her şey….

Son yıllarda Türkiye’deki özel tiyatrolar çoğaldı ve artık boş koltuk yok. Bu oyunların en gündemde olanı televizyonda şöhret olmuş dizi oyuncularından oluşuyor. Tiyatroyu yeniden canlandıran şöhretli oyuncular mı yoksa oyunculuğun sahneden geçtiğini anlayan bireyler mi çoğalıyor?

Özel tiyatrolar çoğaldı evet ama ya sahneler. Hepsi bir bir kapanır, yıkılırken yerine yenilerinin yapılmaması çok üzücü. O özel tiyatroların çoğu apartman katlarını, depoları,garajları vs tiyatro salonu yapma çabasındalar. Ve bu çok takdir edilesi, alkışlanası bir durum. Ama bu böyle olmamalı koskoca kültür şehri denilen İstanbul’da kaç salon var? İş böyleyken Anadolu’nun halini düşünebiliyor musunuz? Dizilerdeki durum şu; kökeninde tiyatrocu olan ama hak ettiği şöhreti tiyatroda değil tv dizilerinde bulmuş arkadaşlarımız, ağabeylerimiz, ablalarımız, ustalarımız zaten tiyatro yapmaya devam ediyor seyirci onu yeni keşfedip salonlara gidiyor. Bunda elbette sorun yok ve faydalı diye düşünüyorum. Ama tvde şöhreti yakalayıp ya bir de tiyatro yapayım diyenler ya da oradaki figürü kullanıp tiyatrosunda oynatmak gişesini düşünenlerle de aynı yerde değilim. Bunun tiyatroya ihanet olduğunu düşünüyorum. 

Mesleğinin en cazip ve zorlu yönleri senin için neler?

Cazip kısmı için, öncelikle hayal ettiğiniz ya da o güne dek edemediğiniz bir sürü olayın içinde bir sürü karakter olarak var oluyorsunuz. Bilim adamı, şarkıcı,sapık,katil,mahkum, baba ve bir çok yeri gezme görme, o yörelerin insanlarıyla göz göze gelme oturup hayatı paylaşma şansına sahip oluyorsunuz. Zorlu yönleri ise çalışma koşulları. Günde 18 saate varan çalışma temposu –setler için bu sözüm- yaptığınız işin tam karşılığını alamamak –telif hakkı mesela- sizi yaşamak için çok zorluyor. Bir de seyircinin sizi bir bütün olarak değil de sadece oynadığınız karakter kadar değerlendirmesi sanırım zor olan taraf. 

Bugüne kadar oynadığın roller için de Emrah'a en yakın olan hangi karakterdi?

Çok mu klişe olur bilmiyorum ama her rolün içinde biraz ben var. Sebebi de şudur: oynadığım karakterleri başta kendimden olabildiğince uzak tutup başka olmasına gayret gösteriyorum, ama o karakteri hazırladıktan sonra elbette bir sos gibi kendimden de elbette bir şey katıyorumdur.  Ben olan bir karakter yaratmak bildiklerimize, öğrendiklerimize, öğrettiklerimize, söylediklerimize taban tabana zıt olur. 

Yıllar içinde bu sektörden ne umdum ne buldun?

Oooooo… Zor soru… Başladığımda çok daha iyiydi şimdi baktığımda. Her anlamda söylüyorum bunu insan ilişkilerinden çalışma koşullarına kadar. Teknoloji,prodüksiyon şartları her ne kadar ileri gitmiş de olsa yapılan iş kalitesi ve onu hayata geçiren insanların yetkinlikleri çok düştü. Ben çok umutluydum sektör ileride çok daha iyi olacak diye ama her geçen yıl eriyip gittiğini görmek buna şahit olmak ve bizatihi içindeyken gerçekleşmesi hayal kırıklığı oldu.  

Bu mesleğe başlarken ki Emrah'la karşılaşsan ona ne söylerdin?

Saygını, sevgini, ilgini, çalışmayı, paranı tutmayı ihmal etme ama her gördüğünü de dost belleme…  

Oyunculuğa yurtdışında başlamış olsaydın hayatında neler değişirdi, kariyer çizgin nasıl çizilirdi? Hiç düşündün mü?

Bununla ilgili inanın üstüne aman aman düşünmedim. İlla ki aklımdan geçmiştir ama var olanın içinde ne yapabilirim telaşındayım her zaman. Kaldı ki şimdi başka bir coğrafyada başka bir disiplin içinde var olmaya çalışıyorum. 3 senede kat ettiğim yol hiç de fena değil. Başkaları bunu 20 senede başaramıyor. Bana anlatılanlar bu yöndeydi en başta şimdi kendi gözümle de görüyorum. 

Dijitalin getirdiği özgürlük hakkında ne düşünüyorsun?

Özgürlük hakkında kötü düşünmek olası değil. Kelimenin kendisi bile yüzünüzde güller açmasına yetiyor. Biz arası olmayan bir milletiz maalesef. Ya hiç umursamıyoruz. Özgürlük denen şeyi iftira atmak, karalamak, yalan söylemek, hakaret etmek, küfür etmek, kandırmak ve gerçekleri saptırmak yada gizlemek için kullanıyorsak orada bir sorun var. Bunlardan arınmış bir platform elbette iletişimin güçlenmesi ve toplumun ilerlemesi için kullanıldığında tadından yenmez hale gelir. Bu yolla artık birçok sanatçıya ve onun düşüncelerine kolaylıkla ulaşabiliyor hatta hayatta yan yana gelme ihtimalinizin zor olduğu kişilerle arkadaş bile olabiliyorsunuz. Bilgi her an elinizin altında ama maalesef ayıklamak teyit etmek zorundasınız.  

Dünyayı şuan korona virüs etkisi sarmış durumda. Hayat durdu, herkes evlere kapandı, hayatla ölüm arasında gidip gelen bir düzene girdik. Evde hayat nasıl gidiyor? 

Benim için zor tarafı yok. Zaten ev hayatını, evde olmaya olmayı seven biriyim. Ha keza karım kızım da öyle. Dışarıda ölüm kol gezerken ve bunun ne kadar süreceğine dair belirsizlik varken dışarıdaki dünyayı eve getirmenin uğraşı içindeyiz. Evet, gerçeğin yerini tutmayacağı aşikar ama evdeki çiçeğe daha fazla zaman ve ilgi veriyoruz, kuşun sesi yine pencerenin ardında, kitaplar filmler bizim sadece bilet koçanı yok elimizde onun yerine mısır koçanı var. Canlı yayınlar yapıyorum dostlarla, ustalarla, arkadaşlarla onları evime misafir edip onlara misafir oluyorum. Kısacası gerçeği bilip yaşadığımız sürece ah vah, of pof yerine küçük güzellikler peşinde koşarsak ki öyle yapmaya gayret ediyoruz- sanırım evde kalmak o kadar da mahpus hayatı gibi olmayacaktır. 

Sence bu virüs Türkiye'yi nasıl değiştirecek? 

Türkiye virüs olmadan önce de sürekli değişen-gelişen demiyorum ama- bir ülke. Şu an ciddi anlamda açlık ve çaresizlikle sınanıyoruz. Bu süreç içinde asıl değişimler bekliyorum sonrasına kalmadan. Çünkü nereden baksanız bu süreç 1,5 sene devam edecek. Evde kalmasa da insanlar virüsün yok olabilmesi için gereken süre bu. Buna ekonomik anlamda nasıl dayanacağız emin değilim 

Bu konuda yeterli tedbirlerin alındığını düşünüyor musun? 

Bunu söylemek elbette mümkün değil. Bize sonradan gelmiş ve bizden önceki kötü örnekleri görmüş olmamamıza rağmen hala bir vurdumduymazlık, aymazlık söz konusu. Bilimin karşısına dua, dut pekmezi, Türk geni, algı yönetimi gibi ipe sapa gelmez şeylerle çıkıyoruz. Hala setler durmuyor, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiyor, yaşlılar linç edilip vebalı gibi davranılıyor, Kabe kapanmışken camiler açılsın deniliyor, aaa bu virüsü kapan kişi 30 kişiye bulaştırıyormuş deniliyor, yardımdı bağıştı kavgası sürüyor, birlik beraberlik mesajları verirken hala ayrımcılıklar yapılıyor… Maske,personel,test kiti,kendi ohal ilanımız vs…. Uzar gider… Tedbir mi asla!!!

Bu zor günler geçtikten sonra insanların hayata bakış açısının değişeceğini, artık kapılarımızı daha farklı bir dünyaya açacağımızı düşünüyor musun? 

Şimdi herkes başka havada başka yerlerde… Çok güzel söylemler, eylemler var. Buradan baktığımızda “evet ya bunun sonucunda kabuk değiştirip bambaşka bir dünyaya kavuşacağız” falan diyoruz. Ama bu konuda romantik olamayacağım. Kendi gerçeğimin göbeğinden konuşmak istiyorum. Ben insanlara güvenmiyorum bu afet zamanlarında söylediklerine hele hiç. Hatırlayın Gölcük depreminden sonra her şey nasıl değişti, herkes nasıl kenetlendi, yardım dayanışma üst düzeydeydi… Ama artçılar bitince herkes eski hayatına dönüp daha acımasız, daha kötücül, daha gaddar ve bencil oldu. Elbette süreci doğru değerlendiren, sürecin içindeki samimiyete ihanet etmeden sonrasında hayatı böyle yaşayan, azınlıkta olan güzel insanlar var zaten onların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya. Ben olumlu pembe bir değişim beklemiyorum. Umarım insanoğlu beni bu sefer şaşırtıp, yüzümü kara çıkarır da ben de göğsümü gere gere bu mahcubiyeti yaşayıp özrümü dilerim… 

Hayal kırıklığı, umutsuzluk yaşadığın anlarda seni yeniden ayağa kaldıran motivasyonun nedir? 

Önce karım ve ailem. Benim vazgeçilmezlerim onlar. Sonra gördüğüm güzellikler… Onlara tekrar sarılıyorum. Eski filmlere, kitaplara, müziklere yaptığım işlere… Hafızayı tazeleyip tekrar üretmeye koyuluyorum… Bir de kötü olan ne varsa kim varsa hayatımdan derhal çıkarmak. Bunun için senede bir telefon ve sosyal medya hesabı temizliği yapıyorum…  

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim. Söylediğin cümleyi tüm dünya duyacak olsa ne söylerdin? 

Bir şeyin değerini anlamak için onun yitip gitmesini beklemeyin. Ve sözünüz özünüzle bağdaşmıyorsa yani eylem ve söylem birliğiniz yoksa lütfen konuşmayın. 

Ben çok teşekkür ederim değer atfedip söyleşi yaptığınız ve de zaman ayırdığınız için. Sürç-ü lisan ettimse affola.