Uzun zaman olmuştu, toprak tek katlı eve girmeyeli. Zamana meydan okuyan, dimdik ayakta kalmayı başarabilen bir evin önündeydim. Neler yoktu ki, bu evin i

Uzun zaman olmuştu, toprak tek katlı eve girmeyeli. Zamana meydan okuyan, dimdik ayakta kalmayı başarabilen bir evin önündeydim. Neler yoktu ki, bu evin içinde...Çocukluğum, anılarım vardı. Bu ufacık yaşlı ev kadar kadar cesaretim yoktu, içeriye girip anılarımla yüzleşmeye. Sahi, o nasıl başarabilmişti; bunca yıl anılarla geceli gündüzlü  hiç şikayet etmeden yaşamaya? İçeri girmeliydim! Hatıralara misafir olmanın zamanı gelmişti. Kim bilir, onlar da beni ağırlamaktan memnun olabilirlerdi. 
İki basamaklı taş merdivenden çıkıp ,ahşap boyaları dökülmüş, kahverengi kapının demir kulpuyla kapıyı açıp içeri girdim. Mutfakla  bitişik olan salona adımımı atmıştım. Hemen sağ tarafta mutfak tezgahı ve mutfağın küçücük penceresinde asılı  pamuklu kumaştan dikilmiş yeşil perdeler hafiften sallanmaya başladı. Pencereden giren rüzgar perdeleri hareket ettiriyordu. Pencereye doğru yürürken, ayaklarımın altındaki tahta yer döşemeleri zaman aşımına uğradığından gıcırdıyordu. Belki de huzurlarını bozmuştum, kendi lisanlarında bana sitem etmeye başlamışlardı. Üç oda bir salon ve salonun bir bölümü mutfak olarak inşaa edilmiş, dışı toprak olan evin içindeydim. Gözlerimden yanaklarıma süzülen iki damla yaş şahidimdi. 
Geçmişe yolculuk başlamıştı nihayet. 
Son yıllarını yatakta geçiren babaannemin odasına girdim. Diyabet hastası olan babaannem çok acı çekiyordu. Geceleri defalarca çığlık atarak uyanırdı. Hastalığı iyice ilerleyince, doktorlar sağ bacağını kesmek zorunda kalmıştı. Gözgöze geldik... Kollarını açıp "Gel kızım" dedi gülümseyerek. Birden ürperdim. Sanki bir el omuzlarıma dokundu ve ılık bir nefes okşadı ensemi. "Hoş geldin kızım, nerlerdeydin bakam?" Dedemin sesiydi, kulaklarımdan girip beynimde dolaşan. Kur'an okuması bitmiş, rahlenin üstüne koyup yanımıza gelmişti. Gömülmeyi bekleyen bir uyurgezerdim sanki.
Yan taraftaki odaya doğru ayaklarım bedenimi sürükledi. Orada güzel anılarım vardı, beni sevinçle kucakladılar. Lüle lüle sarı saçları, incecik bedeniyle iki üç yaşlarında bir kız çocuğu tuttu ellerimden. Penceresi anayola bakan yemyeşil bir bahçenin içinde otlayan  benekli gözlerini büyütüp bana baktı. Bir fotoğraf karesi gözlerimin önünden hızla geçti...O karede babaannemle ikimiz vardık. Simit yerken çekilen bir fotoğraf, el salladı ahşap çerçevenin içinden. 
Diğer odaya geçtim. Dedemin kur'an okuduğu odaya, o manevi huzurun sesi kulaklarımda yankılandı. Tüm bedenim huzura ermiş, bayram sevinci yaşıyordum. Dedem aynıydı. Hafif kamburu, bembeyaz sakalları, başından hiç eksik etmediği siyah takkesi ve gülen yüzüyle tekrar karşımda.
Anıları fazla rahatsız etmek olmazdı ...Günün renkleri silinmeye başlamış, güneş yavaştan batmaya hazırlanıyordu. Salonda tek ayağı sürekli sallanan bir masanın üzerinde tozlanmış gaz lambası ve çiviyle duvara asılmış un eleği göz kırptı, güle güle küçük kız. 
Evden çıkıp yan taraftaki koruya baktım. Babaannemlerin 20 ye yakın hindisi olurdu, ben fırsat buldukça gizlice en büyüğünün üstüne çıkmaya uğraşırdım. Genelde düşer dizlerimi ve kollarımı yaralardım. Babaannem ve hindilerin sesleri birbirine karıştı...