İnsan, sokak veya caddelerde gündüz yürürken, bazen kepenkleri indirilmiş bir dükkân, kapısı kilitli bir ticaethane görünce, içi bir tuhaf oluyor! İçini bir hüzün hâli bürüyor! Buraların hayat dolu, canlı hâllerini düşünüyor. İnsanların girip çıktığı, alış veriş yaptığı bu yerlerin mahzun görünüşleri; ister istemez, insanın üzülmesine sebep oluyor. Kederlenmesine yol açıyor. Eski hareketli, canlı ve hayat dolu manzarası, insanların cıvıl cıvıl konuşma ve sohbetlerini duyar gibi oluyor. 

Şimdi ise, bu metrûk / terk edilmiş görünümleri; her şeyin muvakkat / geçici olduğunu hatırlatıyor. Daimî / devamlı olmayan şeyde, zevk ve sefa aramanın ne kadar boş ve beyhûde olduğunu derk edip anlıyor. İçinden gelen bir his ve ses lisanı hâlle; devamsızda hayır olmadığını  âdeta yüzüne karşı haykırıyor. İnsan kalbinin canhıraş bir feryatla “Ebed Ebed!” diye attığının farkına / ayırdına varıyor.

Evet bitişler, sona erişler, süresizlik, geçicilik ve batışlar; yeniden fakat daimî bir doğuş olmadıkça:

     Veriyor insana hüzün üstüne hüzün!
     Baharda değil de, sanki yaşıyor içinde güzün!

     Şair:

     “Öt Bülbülceğizim öt,
     Bu bağında bir gün hazanı vardır.” derken, 

     Peşînen bitişin hüzün verdiğini hatırlatır.
     İlânihaye sürüp gidecek ebedî bir hâlin; herkesin meftûnu olduğunu dile getirirken, fanilikten dolayı kendisi de, his ve duygularını âdeta şöyle ifade eder gibidir:

     El aman, el aman!
     Fanilik ne de yaman!
     İnsan, geçsin istemiyor ânı;
     İstiyor, bitişi olmayan bir zamanı.

     Öyleyse korkma ey insan!
     İstediğini biliyor Yaratan.
     Hiç vermek istemeseydi,
     Verir miydi istemek ta baştan. 
     x
     Evet, her insan kendi vücut ve bedeninin mahv olması / yok olmasından ötürü müteellim olur / elem duyar. Hanesinin harap olmasıyla, hüzne gark olur. Vatanın bozulması onu gayet / son derece üzer. Ahbâb ve yakınlarından firak / ayrılış ve onların vefat / ölümleri; kalbine derin mi derin onulmaz acılar çektirir. Özellikle dünya kadar büyük, has ve hususî dünyasının zeval bulacağı korkusu, ondan firak ayrı düşeceği duygusu ve sonunda kendisini tamamen terk edeceği düşüncesi; manevî bir Cehennem gibi, ruh ve vicdanını yandırır.
     İşte, aklı başında her bir adam; ruhsuz, kalpsiz, akılsız olmamak şartıyla; bilecek ki, Hz. Muhammed Miraç gecesinde, bize bildirdiklerini, müşahhas / somut olarak bizzat kendi gözleriyle görmüş; üstelik kavuşulacak olan bu saadet ve mutluluğun bâkî / sonsuz bir hayat olduğunun da, beşaret ve müjdesini vermiştir. Kaldı ki, bu beşaret ve müjdeye; insanın alâkadar ve ilgi duyduğu sevdiklerinin de dahil olduğu, onların da zeval ve yok oluştan hariç tutulduğu, Cennet’te hep birlikte tüm inananların mesut ve bahtiyar olarak, sevinçli bir hayat sürecekleri; iki cihan güneşi Hz. Muhammed tarafından bizzat müjdelenmiş ve muştulanmıştır.