“Tanımak hayal kırıklığı! Ne demiş şair, fazla yakınlığın getirdiği uzaklıktayız. İnsan sevince sadece üzülüyor! ” Bizim zamanımızda a

“Tanımak hayal kırıklığı! Ne demiş şair, fazla yakınlığın getirdiği uzaklıktayız. İnsan sevince sadece üzülüyor! ”



Bizim zamanımızda anaokulu yoktu. Doğrudan ilkokula başlamıştık. Şimdi, anaokulu ile sosyal yaşama daha balıklama giriyor yeni nesiller…



Onlara (dolayısıyla telaşlı, korumacı kollayıcı ailelerine) birkaç kelam edeyim dedim kendi kendime. Bu salt vaaz verme ya da çok biliyor edası takınıp kişisel gelişimci taslama değil…



Okullarda ve iş hayatında öyle insanlar çıkacak karşınıza. Kimisi şimendiferin tren olduğunu bilmediğiniz için alaya alacak sizi.



Kimisi Sylvester Stallone’u doğru telaffuz edemediğinizden dolayı, tam da kalabalığın ortasında, şöyle bir geriye dönecek ve gülerek sizi rezil etmeye çalışacak…



Örneğin yazmak istediğinizi söylediğinizde, kitap okuyanın olmadığından ya da sizde yetenek namına bir şey bulunmadığından dolayı hayallerinizi hafife alacaklar...



Bazıları size çok refik gibi görünürken aslında size, gönlünüze, ruhunuza fersah fersah mesafeli olduğunu bilmeden, özel hayatınızda, istediği gibi at oynatamamanın gerginliğini yaşayacak...



İlhan Berk’in dediği gibi hiçbir zaman fazla yakınlığın getirdiği o uzaklığın ne olduğunu doğru dürüst anlamayacak...








Eğer başarılı olabilmek ve yara almadan ilerlemek istiyorsak, aldırmamayı ve soğukkanlılığı öğrenmemiz gerekiyor. Bu konuyu, hayatımıza tatbik edemediğimiz takdirde üzülüyor, inciniyor insan.



Çünkü biz duygusal bir milletiz… illa ki işimizle duygularımızı birbirine karıştırıyoruz.



Sonra acılarla karşılaşıyoruz. Emeğin gaspını görüyoruz, tüm ömürleri boyunca hiç sıkıntı çekmeyen insanlara denk geliyoruz, bireyin yaşadığı çeşitli hak mahrumiyetlerine rastlıyoruz ve tabi çocukların/kadınların aç bilaç bırakılarak, bombalar altında öldürülmelerine şahit oluyoruz.



Geldiğimiz noktada yaşayabilmek, gördüğümüz acılara katlanabilmek, kişisel psikozlarımıza direnebilmek, yani maçı sonuna kadar götürmek bir sanat haline geldi.



Hayatın içinde (bir şekilde) var olan, bunun için koşan koşturan, çalışıp çabalayan, yoran yorulan bir insanı, derbi müsabakalarındaki kendini göstermeye hatta yer yer varını yoğunu ortaya koymaya çalışan genç futbolculara benzetebiliriz.



Yedek kulübesinde oturan bir futbolcuyu ele alalım ilk önce… Onun hiçbir yanı çamur olmaz, forması, şortu yırtılmaz, topa girmediği için kolu bacağı yaralanmaz ve yanlış gelen bir dirsekle kaşı gözü açılmaz. 



Hatta sinirlerine hâkim olamayıp rakip futbolcuya sert girdiğinde ya da bilmeyerek bir hareket yaptığında rakip takımın oyuncularıyla tartışmaya girmez, hakem tarafından uyarılmaz, sarı veya kırmızı kart görmez. 



Sakızını çiğneyerek, eğer maç kışın oynanıyorsa güzel battaniyesini üstüne çekerek ve arada (bilhassa kameraların yedek kulübesini çektiğini fark ettiğinde) diğer yedek arkadaşlarıyla şakalaşarak ve karizmatik görünerek maçını seyreder. 



Ama sahada olan her futbolcu bakımından işin rengi başkadır, madalyonun öbür yüzü vardır onlar için… Çünkü tekmenin önüne kafasını uzatır, topun önünde etten duvar örer, gole giden forvet oyuncusunu durdurmak için insan üstü bir mücadele sergiler.



Hayat da çekişmeli bir maçtır aslında…  



Size gülenlere, trenin şimendifer demek olduğunu bilmediğiniz için alay edenlere, Sylvester Stallone’u tam telaffuz edemediğinizden dolayı dalga geçenlere, hayallerinize inanmayanlara ve karşı karşıya geldiğinizde bel altı vuranlara, yani ayağınıza sert girenlere aldırmamak gerekir.



Eğer hayatın içindeyseniz, derbi müsabakasındaki bir orta saha oyuncusu gibi olacaksınız. Baştan bazı şeyleri göze alacaksınız, tabi ki incineceksiniz, yeri geldiğinde kırılacaksınız ve ansızın kapaklanıp yere düşeceksiniz… Bunun sonucunda yüzünüz gözünüz çamur olacak…



Dahası derin bir şekilde kaşınız gözünüz açılacak… Havlu atmayla, oyundan çıkmayla, karşı karşıya kalıp, üzüntünüzden ve öfkenizden ağlamak isteyeceksiniz.



Lâkin aldırmayarak, soğukkanlılıkla ayağa kalkmasını da bileceksiniz en nihayetinde…



Çünkü maç bitmediği ve hakem son düdüğü çalmadığı sürece çabalamaya, yapmanız gerekenin en iyisini yapmaya devam edeceksiniz. Vazgeçtiğiniz an, kaybettiniz demektir.



Mücadele, hayatın, yaşamanın temelinde var... Yara alman ise bu işin bedeli… Dedik ya, hayat bir futbol müsabakası...



Üstelik bu yolda hep tek başınasınız. Size en yakın görünenler bile, büyük şair İlhan Berk’in dediği gibi, fazla yakınlığın getirdiği uzaklıktalar... Ve hep orada kalacaklar…