Kendi aramızda sohbet ediyorduk. Kimse kimseyi tanımıyordu. Üstelik böylesi daha iyiydi. Birbirimizi tanıdıkça insanlığımızı, doğallığımızı k

Kendi aramızda sohbet ediyorduk. Kimse kimseyi tanımıyordu. Üstelik böylesi daha iyiydi. Birbirimizi tanıdıkça insanlığımızı, doğallığımızı kaybediyoruz çünkü.

Bir müddet sonra, maalesef birisi ortaya bir laf attı. Yabancı "Siz de mi yazarsınız?" diye sordu. Oradaki “Siz de mi?” kalıbından rahatsız oldum, belli etmedim.

Kendime yazar demek için erken olduğunu söyledim. "Basılmış kitaplarınız var ama?" diyerek diretti.

"Her kitap yazana yazar denmez" diye cevap verdim. Dudak büktü, gereksiz bir mütevazılığın içinde olduğuma veya alçakgönüllülükten kaynaklanan bir kibir taşıdığıma kanaat getirdi.

İçime çekildim, irdeledim. Yazar olmak kolay mıydı? Bedel, azim ve sabır gerekir, yılların geçmesi lazım gelirdi. Ernest Hemingway’in ve William Faulkner’ın ifade ettiği gibi, kalıcı olmanın, hakkını vermenin, elinden gelenin en iyisini yapmanın derdindeyiz.

Ama insan hep bir kuşku ile yaşıyor. Yazdıklarından bir türlü emin olamıyor, dört kitabıma dönsem değiştireceğim birçok yer vardır. Ve en nihayetinde bazı şeyler, “Her kitap pişmanlıktır,” diyen yazarı hatırlıyor.

"Her şeye rağmen, ne pahasına olursa olsun yazacağım. Bu benim hayatta kalma savaşımdır," der Franz Kafka. Yazmayı hayatta kalma savaşı olarak gören Franz Kafka, yazdıklarından kuşku mu duyuyordu? Romanlarını bu yüzden mi yarım bırakıyordu?

Sanayi Devrimi sonrası Batı’nın yaşadığı, değişimi, dönüşümü ve endüstriyel ıssızlaşmayı eserlerine nasıl yansıtmıştı? Kendi içinde yaşadığı yalnızlığı, topluma yabancılaşmayı hangi argümanları kullanarak anlatmıştı?

Babasıyla neden ve ne gibi sorunları vardı? Yıllarca, baskın babasının etkisi altında kalıp ezilmiş miydi? Babası onun için bürokratik engel mi demekti?

Kitaplarında bürokrasi kültürünü en iyi anlatan yazarlardan birisi olan Franz Kafka, aynı zamanda iyi bir mektup yazarıydı. Ölmeden önce romanlarını, hikâyelerini ve denemelerini Max Brod’a verdi ve arkadaşından her şeyi ortadan kaldırmasını neden vasiyet etti?

Ama arkadaşının dediğini dinlemeyeceğini, taslakları kitap haline getirmek için mücadele edeceğini biliyor muydu? Yakmak isteseydi Kafka bunu kendisi yapar mıydı yoksa kıyamaz mıydı?

“Adım adım gelen körlük o kadar acıklı değil. Ağır ağır gelen bir yaz akşamı gibi,” diyen, belli bir yaşa gelince görme duyusunu tamamen yitiren Jorge Luis Borges, Franz Kafka’nın kendi yazdıklarını pek beğenmediğini ama ortaya çıkarmış olduğu eserleri yakmak da istemediğini söyler.

“Arkadaşı Max Brod’dan, müsveddelerinin yakmasını istediği zaman arkadaşının bu isteğini yerine getirmeyeceğini Franz Kafka biliyordu. Eğer insan yazdıklarını yok etmek isterse atar ateşe, olur biter. Eğer bunu bir arkadaşından isterse arkadaşının böyle bir şeyi asla yapmayacağını o da bilir ve tabii arkadaşı da onun bu gerçeği bildiği bilir, öbür taraf da bunu bilir falan filan…”

Bu saptamaya katılıyorum. Franz Kafka, hem bir yönüyle yazdıklarına güvenemiyordu hem de onları yok etmeye kıyamıyordu, bu nedenle arkadaşına vermişti.

Max Brod, aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi, kendisine verilen taslakları ‘kül et’ denilmesine rağmen aslında tersini yapması gerektiğini hissediyordu.

Franz Kafka’da öldükten sonra meşhur oldu, hatta modern Alman edebiyatının önde gelen yazarlarından biri oldu. Bu süreçte yazdıklarının ne kadar değerli olduğu ortayı çıktı. Bu güne kadar hiçbir yazarın kaleminden şöyle bir cümle dökülmedi.

"Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."

Bugün onun izinden giden birçok yazar var ama hiçbirisi bir Franz Kafka etmiyor.

Franz Kafka’nın hayatla, babasıyla ve Milena ile kalıtsal sorunları vardı. Hayatı kuşku, ait olamama düşüncesi, korku ve oradan oraya savrulma ile geçti.

Jorge Luis Borges ise, en verimli olduğu, en ihtiyacı olduğu bir zamanda gözlerini kaybetti. Bir yazar için gözler ışık demekti. Körlük, bir yaz akşamı gibi gelmiş, ışıkları sönmüştü.

Franz Kafka, hiçbir eserinin somut halini göremedi, pişmanlıkla bile olsa kitabını elinin içinde gezdiremedi. İki büyük yazar, iki büyük trajedi… Ne muazzam bir acı…

Fatih ALTINBEYAZ