Lise yıllarımız ve var olduğunu zannettiğimiz aklımız birkaç karış havada. ‘Hava’ deyince aklıma geldi. O günler hava atmak için arkadaşlarım

Lise yıllarımız ve var olduğunu zannettiğimiz aklımız birkaç karış havada. ‘Hava’ deyince aklıma geldi. O günler hava atmak için arkadaşlarımın birçoğu sigara içiyor. ‘Sigara ile hava mı atılır?’ demeyin, inanın öyle. Hatta bir kitapta okumuştum; bizden önceki neslin durumu daha enteresanmış. Onlar hem adam yerine konmak hem de fikirlerine değer verilmesi için sigara içiyorlarmış. Neyse biz yine lisemize dönelim. İlhan diye bir arkadaşımın telkinleriyle ben de bu havalı guruba katılıyorum.
İlk zamanlar hissettiklerim baş dönmesi, boğazımda yanma, ağzımda acılık ve bunun gibi bir sürü şey. Yani bu meret hiçbir şeye benzemiyor. Lakin bu kadar dost ve kardeşimiz hatta hocalarımız içtiğine göre, muhakkak iyi bir şeydir diye sebat ediyorum. Bu cebelleşme yaklaşık bir ay sürüyor ve büyük bir azimle devam ettirdiğim tiryaki olma seferberliğini nihayet başarıyla tamamlıyorum. Gerçi yine başımın döndüğü, boğazımın kuruduğu oluyor ama aldırmıyorum. Ve artık öyle bir aşamaya geliyorum ki yemeği onunla yiyor çayı onunla içiyorum. Arkadaşlarla muhabbet o varsa bir anlam ifade ediyor, o yoksa en yakın arkadaşlarımı dahi aramıyorum. Belki inanmayacaksınız -ya da inanmayın- onsuz geçen günlerimi yaşanmış saymıyorum ve İbrahim Baba gibi
“Sen yoksan her şey eksik
Sen varsan her şey tamam...”
Diyerek yeni sevgilime methiyeler düzüyorum. Elbette bizatihi şahsıma ait besteler de terennüm ediyorum fakat kopya edilmesin diye şimdilik buraya yazmıyorum. Sonra onunla beraber her şey bir başka güzel oluyor ya da öyle zannediyorum. Mesela mecburiyet halleri dışında asla uğramayacağım umumi helâlar beş yıldızlı otellerin lobilerine dönüşüyor bir anda. Hele onlarca kişi kaldığımız o küçücük pansiyon koğuşları, sıcacık bir yuvaya inkılâp ediyor hemencecik. Gerçi her seferinde penceremizden dışarı çıkan dumanı, Yeniçeriler gibi “Koşun! Yangın Var!” diyerek ellerindeki tulumbalarla söndürmeye koşan idaremiz, bu sıcaklığı sekteye uğratsalar da inanın öyle.
İşte her şey böyle güllük gülistanlıkken yavaş yavaş bir şeylerin de yanlış gittiğini görür gibi oluyorum. Örneğin bademcik diye bir organım olduğunu ve bunun sık sık şişip anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiğini tam da o günler fark ediyorum. Artık sigaranın vücut kimyam ile uyuşmadığını anlıyorum ve
“O eski halimden eser yok şimdi…”
diye başlayan yeni parçalar eşliğinde sigara bırakma seanslarına başlıyorum. Üç gün bırakıp başlamalar, beş gün bırakıp yeniden içmeler... Fakat bir türlü başaramıyorum. Bu arada işin üstatları devreye giriyor ve bir tabip hassasiyetiyle: “Öyle bir anda bırakılmaz kardeş! Vücudu bu şekilde nikotinsiz bırakmak Alimallah çok zararlıdır! İyisi mi yavaş yavaş bırak!” Diyerek yolumu aydınlatıyorlar. Lakin bu tavsiyeler de bir işe yaramıyor. Yaklaşık üç yıl boyunca hem içiyor hem de kendisiyle amansız bir mücadele veriyorum fakat nafile.
Derken üniversite sınavını kazanıp birkaç arkadaş ile birlikte Karadeniz’e nazır bir gündüzkondu tutuyoruz. Kısa sürede kaynaşıyoruz ve bu süre içerisinde arkadaşlarımın sigara içmediğini fark ediyorum. Sahilde yürüdüğümüz bir akşam gaza gelip sigara paketini Karadeniz’e fırlatıyorum ve o günden sonra bir daha da içmiyorum. (Evet, itiraf ediyorum: Karadeniz’in kirlenmesinde ve onlarca balık türünün yok olmasında benim de günahım var.) Ve yıllar geçtikçe anlıyorum ki bu alışkanlık nasıl arkadaş ortamı ile başlıyor ise arkadaş ortamı ile de bitiyormuş. Yapmamız gereken tek şey, arkadaşlarımızı iyi seçmekmiş aslında.
Yazımı bitirmeden bir itirafta bulunayım sevgili okurlarım; Henüz elektriğin vatan sathına tam olarak yayılmadığı günlerdi. İşte o zahiren ışıksız ancak manen ışıklı güzel günlerin akşamlarında, aralıklarla yakılan ve ihtiyaç yoksa hemencecik söndürülen gaz lambalarımız vardı bizim. İyi bir tiryaki olan babam, ne zaman bir sigara içmek istese gaz lambasını asılı olduğu duvardan itina ile indirir, camını usulca çıkarır ve fitilin cılız ateşinde sigarasını yakardı. Bir elinde sigarası, diğer elinde de gaz lambası olan babamın gölgesi, badanası adam akıllı aşınmaya yüz tutmuş duvara yansır ve babam adeta bir deve dönüşürdü. Hayran hayran baktığım o koca adam, daha bir büyürdü gözümde ve onu her böyle gördüğümde sadece kendim duyacağım şekilde fısıldardım:
“Büyüyünce ben de sigara içeceğim hem de babam gibi…”