“Ondan geldik ve ona döneceğiz” Dağın eteklerinde, zeytin tarlarının arasında belli belirsiz, küçük bir ev görülüyor. O kad

“Ondan geldik ve ona döneceğiz”

Dağın eteklerinde, zeytin tarlarının arasında belli belirsiz, küçük bir ev görülüyor. O kadar belirsiz ki sanki birilerinden gizlenmek, saklanmak istemiş de buraya kaçabilmiş ve zeytin ağaçları ancak imdadına yetişmiş gibi görünüyor. Vakit gece ve kış… Karanlık, şehirde yanan ışıklara sözünü geçireme- mesinin hıncını bu ıssız yerden mi çıkarmak istiyor? Kapkaranlık… Evin yanan cılız ışıkları da olmasa bu ıssız yerde insan yaşamadığına yemin edilebilir.
Yaklaşıyoruz ve yaklaştıkça buranın kerpiçten bir ev olduğu anlaşılıyor. Daha da yaklaşıyoruz ve şimdi kerpice bulanmış sefalet tüm çıplaklığıyla görülebiliyor. Duvarda ölü ve hasta insan gözleriyleler bakan, yüzüne çalınmış çamurdan kendini zorbela kurtarabilmiş zavallı taşlar… Toprak damda uçuşan toz bulutları tüm bu yoksulluğa isyan eder gibi savrulup duruyor... Soğuğa direnmeye çalışılan naylonla kaplı pencereler rüzgârın oyuncağı olmuş gibi ileri-geri oynaşırken bir şeyler mi söylüyor?
Yoo yo her şey ürkütücü ve siyah değil… Tüm bunlara rağmen yine de dikkatli gözler bazı ayrıntıyı fark edebilir. Fakirliğe bulaşmış asalet. Eski ve harap bir yuva ama şu temizliği ile dikkat çeken bahçe görülmeye değer. Narin bayan ellerinin değdiği belli olan saçak altına yerleştirilmiş çiçekler… Ah onlar da olmasa… Tüm zorluklara rağmen omzuna dokunup “hadi dostum” deyip bir daha başlama şevki veren dostlar gibiler sanki. Ve son olarak kapının dışında duran iki-üç yeşil ağaç “Hayır, her şey karanlık, her şey bedbaht değil” der gibi…
Evin içine gelince… Uzaktan ev gibi görülen burası içeriden bakıldığında büyük bir odadan ibaret… Geniş, tekdüze ama odanın her bölümünün değişik işlevler gördüğü şu evler var ya, onlardan… Sobanın yanında bir hareketlilik var. Yer yatağında biri mi yatıyor? Yorgandan dışarı çıkartabildiği hareketsiz başından, zorla aldığı nefesinden ve zayıf ışıkta bile fark edilen yüz kemiklerinden belli ki yaşlı ve hasta. Tüm bunları görmeseniz de bir şeylerin ters gittiğini zavallı hastanın başı ucunda duran küçük çocuğun dışarıya taşan mahzun halinden belli…
O da ne? Fakat yaşlı adam kendisinden beklenmeyecek şekilde zorla da olsa doğruldu. Çocuğa neşe ile bakmaya çabalıyor. Çektiği tüm acılarını gülmeye çalışan dudaklarıyla örtüp… “Torunuum!” deyiveriyor. Çocuk aniden bu hitaba öyle bir “Dedem” diye cevap veriyor ki hüzün dolu odayı ışıklar saçılıyor. “Sen gitmedin mi?” “Babam doktoru çağırmaya gitti. Annem senden hiç ses çıkmayınca korktu. Komşuya koştu. Öyle durunca ben de korktum dede.”
Dede nefesini adeta işkence çeker gibi aldı.“Bak yavrum” dedi kesik kesik. “Neden üzülüyorsun ki? Ben hiçbir derdin acının olmadığı esas yerime, evime gidiyorum. Sen uzakta olsan, evine dönmek istesen üzülür müsün? Yoksa yolun meşakkatini, derdini mi çekmek istersin?”
Çocuk anladı mı bilinmez ama acı bir susuşla sustu. “Hani” diye devam etti dede. “Biz geçen hafta havuzun orada oyun oynayacaktık. Oyuncaklarını hazırlamıştın, bana göstermiştin. Fakat annen çağırmıştı hatırladın mı?” Evet der gibi başını salladı çocuk. “Ve sen annen çağırınca hepsini bırakıp eve gitmiştin.” Yaşlı adam sanki son sözlerini söyleyip ebedi aleme dalacağını bilir gibi zorlansa da acele ediyordu. “Torunum şimdi de beni çağırıyorlar işte. Artık oyun oynama bitti. Oyuncakları bırakıp senin gibi beni seven sesi dinleyip eve gitmem gerekiyor”
Çocuk hakkıyla anlamıyordu ama belli ki hissediyordu. O tertemiz gözlerine yaş dolmuştu. Yaşlı adam birden durdu. Çocuğun arkasında duran kapıya doğru baktı. Tüm çileleri bitirmiş, vazifesini başarıyla bitirmiş kişiler gibi mutlu ve huzurlu bir hal aldı. Çizik çizik yüzü garip bir şekilde aydınlandı. Kısık ışıkta bile ferkedilen anlamlı bir gülümseme ile duruyordu şimdi... “Geldi!” diyebildi.
Çocuk aniden kapıya döndü. Hızla koşarken “Babam mı?” dedi. Kapının açılmasıyla çocuk dışarı koştu, rüzgar içeriye doldu. Biri haber almaya gitti biri haber vermeye geldi. Uzaklardan bir ses duyuldu. Çocuk babasına koştu. Baba bahçe kapısından içeriye girerken dedesi bıraktığı son halinden bir farkla, en büyük farkla onları bekliyordu duruyordu.
“Baba” dedi çocuk sevinçle. “Dedem iyileşti. Hatta çok uzaklardan bile senin geldiğini gördü.” Babası oğlunun elini daha sıkı tuttu ve yutkunarak “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” diyebildi