“O bina kaçak bir bina. Orada cumhuriyeti kutlayacaklarmış. Hangi cumhuriyeti? Alın teri ve gözyaşıyla kurulan cumhuriyeti mi, yolsuzlukların başkenti yaptıkları cumhuriyeti mi?”

-“İster sanatçı, ister işadamı, oraya gidenlere açıkça söylüyorum. Mahkeme kararıyla yapımı durdurulan ama mahkeme kararı dinlenmeyen kaçak bir yapıya gidip cumhuriyeti kutlamak için Erdoğan’ın dizinin dibine çöken insanları tarih affetmeyecektir.”

-“Bırakın kendi kendilerine yolsuzluklarını kutlasınlar orada. 17 Aralık hırsızlık haftası olarak Ak Saray’da kutlansın. Otursunlar kendi aralarında 4 bakanı çağırsınlar, baş aktör olarak da Rıza Zarraf’ı davet etsinler. Hep beraber kutlasınlar”

-“Bunu affetmeyeceğiz, takipçisi olacağız. Sanıyorlar ki, bir savcı çıktı dosyayı kapatacak bizde bunu unutacağız. Ne o savcıyı unutacağız, ne o dosyaları unutacağız. Savcı tazminat davası açacakmış. Açmazsan namertsin”

-“Kalkacaksın gideceksin hırsızların dizinin dibine çökeceksin, dosyayı kapatacaksın sonra kalkacaksın ben savcıyım diyeceksin. Sen savcı falan değilsin. Sen hırsızların avukatısın. Açık ve net söylüyorum hırsızların avukatısın”

-“Türkiye yolsuzluk olaylarında yeni bir evreye girildi. Tuzun koktuğu süreçteyiz.

-“AKP’nin Türkiye’de yolsuzluk olaylarını soruşturma gibi bir iradesi artık yok. Dileyen herkes istediği kadar yolsuzluk yapabilir. Yolsuzluğun en büyük güvencesi AKP’dir.”

-“Çağdaş demokrasilerde yasalara aykırı olayları, yolsuzlukları hakimler, savcılar soruşturur, araştırır, yargılar. Bizim geldiğimiz süreçte ise yolsuzluk olaylarını soruşturan hakim ve savcılar soruşturuluyor, yolsuzluk yapanlar ödüllendiriliyor”

-“Deniz feneri bunun tipik örneğiydi ve ilk adımıydı. Deniz fenerinin sanıklarının tamamı serbest bırakıldı, savcılar önce görevlerinden alındılar ve sonra yargılandılar. 17 Aralık – 25 Aralık soruşturması da bunun ikinci adımıdır”

-“Sadece yolsuzluk yapanların, rüşvet alanların aklandığı değil, namuslu insanların cezalandırıldığı bir süreci yaşıyoruz. Koluna 700 milyar liralık rüşvet saati alacaksın, haram parayla hacca gideceksin, bakanların çocuklarının evlerinde boy boy kasaların içinde milyon dolarlar olacak, onları aklayacaksın rüşvet almadı diye Teoman memuru süreceksin. Namuslu insanların sürüldüğü bir süreci yaşıyoruz”

-“12 yılda AKP’nin geldiği nokta bir devlet partisine dönüşmüş olmasıdır. Devleti yöneten değil, kendisi devlet olan bir parti konumuna gelmiştir. Bizim siyasal mücadelemiz sıradan, iktidardaki bir partiye değil, bir AKP devletine karşı mücadeledir. O nedenle mücadelemiz hem kutsaldır, hem zorunludur, hem de bizim temel görevimizdir. Çocuklarımıza karşı, Türkiye’ye karşı borcumuzdur.”

-“ Demokrasiyi yeniden getirmek, Türkiye’yi tek parti devletinden kurtarmak CHP’nin görevidir. Parti ile devletin içiçe geçtiğini görüyoruz. Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü. diyorlar ki hükümetin memuruyuz, partinin görevlisiyiz. Savcı ve hakimlerde öyle. Bu çok tehlikeli bir süreç.”

-“Her şey bir kişinin iki dudağı arasında şekillenmeye başladı. Führer modeli bu”

CHP Lideri Kılıçdaroğlu alkışlarla ayakta karşılandığı Parti Meclisi toplantısında alkışlarla sona eren bir konuşma yaptı ve şunları söyledi;

“Parti Meclisimizin değerli üyeleri, saygıdeğer basın mensupları, geçen Parti Meclisinden bu Parti Meclisine Türkiye’de önemli olaylar yaşandı. Bunları sizlerde bir siyasetçi sorumluluğu içinde yakından izlemişsinizdir. Ama ben bir iki noktaya kısaca değinmek ve dikkatinizi çekmek isterim.

Birinci nokta şu; Türkiye yolsuzluk olaylarında yeni bir evreye girdi. Yani özetlemek gerekirse tuzun koktuğu süreçteyiz. AKP’nin Türkiye’de yolsuzluk olaylarını soruşturma gibi bir iradesi artık yok. Dileyen herkes istediği kadar yolsuzluk yapabilir. Yolsuzluğun en büyük güvencesi AKP’dir. Eski Spartalılar döneminde antik çağda hırsızlık serbesti. Onurlu bir görevdi hırsızlık ama suç hırsızlık yaparken kişinin yakalanmasıydı. Geldiğimiz süreç o süreçtir. Üzülerek ifade ediyorum sadece içerde değil, dışarıda da büyük bir itibar kaybı var. Böylesine bir siyasal anlayışı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Eskiden Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı şikayet ederdik, Sıkı Yönetim Mahkemeleri vardı şikayet ederdik, Özel Yetkili Mahkemeler vardı şikayet ederdik. Hiç değilse o mahkemelerde heyetler vardı. Yani birisi kalkar bir muhalefet şerhi yazardı ve tarihe not düşerdi. Şimdi o da bitti. Özel görevli bir savcı, özel görevli bir hakim, birisi takipsizlik, öbürü de onaylama. Geldiğimiz süreç bu. Onun için tuzun koktuğu süreçteyiz yolsuzluk olaylarında.

Çağdaş demokrasilerde yasalara aykırı olayları, yolsuzlukları hakimler, savcılar soruşturur, araştırır, yargılar. Bizim geldiğimiz süreçte ise yolsuzluk olaylarını soruşturan hakim ve savcılar soruşturuluyor, yolsuzluk yapanlar ödüllendiriliyor. Deniz feneri bunun tipik örneğiydi ve ilk adımıydı. Deniz fenerinin sanıklarının tamamı serbest bırakıldı, savcılar önce görevlerinden alındılar ve sonra yargılandılar. 17 Aralık – 25 Aralık soruşturması da bunun ikinci adımıdır. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.

Bir başka önemli saptama. 12 yılda AKP’nin geldiği nokta bir devlet partisine dönüşmüş olmasıdır. Devleti yöneten değil, kendisi devlet olan bir parti konumuna gelmiştir. Bu gerçeğin herkes tarafından çok iyi bilinmesi gerekiyor. Ve bizim siyasal mücadelemizin sıradan iktidardaki bir partiyle olmadığını, bir AKP devletine karşı mücadele ettiğimizi herkesin bilmesini isterim. O nedenle bizim mücadelemiz hem kutsaldır, hem zorunludur, hem de bizim temel görevimizdir. Çocuklarımıza karşı, Türkiye’ye karşı borcumuzdur. Demokrasiyi yeniden getirmek, Türkiye’yi tek parti devletinden kurtarmak Cumhuriyet Halk Partisinin görevidir. Görevimizin zorluğu açıktır ama bunu yapmak zorundayız. Parti ile devletin içiçe geçtiğini görüyoruz. Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü. Biz, diyorlar ki hükümetin memuruyuz, partinin görevlisiyiz. Geldikleri nokta bu. Savcı ve hakimlerde öyle. Partiyle devletin içiçe geçtiğini görüyoruz. Bu çok tehlikeli bir süreç.

Yine geldiğimiz noktada en küçük demokratik tepkiyi kendisine tehdit olarak algılıyor. Demokratik tepkilere asla izin vermiyor. Yani bir siyasal iktidarın doğal yollardan yasalarla tanımlanan şekilde eleştirilmesine bile tahammül edemiyor ve onu tehdit olarak algılamaya başladı. Bu süreç demokrasi açısından tehlikeli bir süreçtir. Partiyle devletin içiçe geçtiğini gösteren bir başka önemli unsur yasama, yargı ve yürütme erklerinin yok olmasıdır. Anladığımız anlamda güçler ayrılığı ilkesi sadece anayasada yazılı olan bir madde olmanın ötesinde şuanda bir işlev yerine getirmiyor. Her şey bir kişinin iki dudağı arasında şekillenmeye başladı. Führer modeli. Geldiğimiz nokta bu. Sadece içerde değil, dışarıda da sorun olmaya başlayan bir siyasal iktidar var. Çünkü biz batının bir parçasıdır, uygar dünyanın bir parçasıyız, çağdaş dünyanın bir parçasıyız. 200 yıllık mücadele bunun üzerine inşa edildi. 200 yılın sonunda geldiğimiz nokta uygar dünyadan kopan Ortadoğu’nun bir parçası olan Türkiye konumuna geldik. O nedenle sadece içerde sorun değil, dışarıda da sorun olan bir AKP devletiyle karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime yolsuzluk ve rüşvet olaylarıyla başlamıştım ve geldiğimiz noktada tuzun koktuğunu söylemiştim. Sadece yolsuzluk yapanların, rüşvet alanların aklandığı değil, namuslu insanların cezalandırıldığı bir süreci yaşıyoruz. Koluna 700 milyar liralık rüşvet saati alacaksın, haram parayla hacca gideceksin, bakanların çocuklarının evlerinde boy boy kasaların içinde milyon dolarlar olacak, onları aklayacaksın rüşvet almadı diye Teoman memuru süreceksin. Bu ülkenin vicdanına seslenmek zorundayız. Namuslu insanların sürüldüğü bir süreci yaşıyoruz. Böyle bir düzeni Türkiye Cumhuriyeti kendi tarihinde hiç yaşamadı. O nedenle yurttaşımın oturup düşünmesi lazım. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey şu aşamada düşünme. Sağduyuyla düşüneceğiz. Elimizi vicdanımıza koyacağız ve düşüneceğiz. Kaygınız varsa, bu ülke nereye gidiyor diye düşünüyorsanız düşüneceksiniz. Kim Türkiye’yi bu krizden çıkarır diye oturup düşüneceksiniz.

Parti Meclisimizin değerli üyeleri, bütün bu olaylar kamuoyunun önünden gizlenmeye ve çalınmaya çalışılıyor. Kullanılan iki unsur var. Etnik kimlik ve inanç siyaseti. Yasalarda bu alanlarda siyaset yapılması yasak. Bütün çağdaş demokrasilerde bu var. Siyasette yasak olan bu iki alan Türkiye’de acımasızca kullanılıyor. Yolsuzluklara karşı tabanını bloke etmek istiyor bu alanı kullanarak.

Ve yurttaşlarıma sesleniyorum. Senin inancını kendi yolsuzluğuna malzeme eden bir siyasal iktidara izin verme. Haksızlığa, hukuksuzluğa ortak olma. Senin inancın bizim başımızın üstündedir. Senin kimliğin bizim başımızın üstündedir. Sorun inançta ve kimlikte değil. Sorun senin inancını ve kimliğini kullanarak devleti soyanlardadır. Bunu bileceksin ve öğreneceksin. Nereye kadar biz bunu ifade edeceğiz. Herkesin görevi, aklı başında olan herkesin ortak görevidir bu. Biz bu görevimizi yapmak zorundayız.

Bir başka önemli gerçek değerli arkadaşlarım, Davutoğlu Türkiye’yi yönetmekten aciz. Türkiye’de Başbakanlık koltuğu da boş, Cumhurbaşkanlığı koltuğu da boştur. Birileri oturuyor orada onu biliyoruz. Ama görevlerini yapmıyorlar. Anayasayla çerçevesi çizilen görevlerini yapmıyorlar. Davutoğlu’nun görev alanını abisi belirlemiş onun dışına çıkamıyor. Yasalara rağmen çıkamıyor. Öyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değil. Eğer devleti yöneteceksen adam gibi yönet. Adam gibi yönetmeyeceksen o koltuğu boşalt. Birilerinin tutsağı Başbakan olmaz. Vesayet altında Başbakanlar görev yapmaz. Kimin koltuk değneği olacaksın sen ve nereye kadar götüreceksin? İçerde çuvalladınız, dışarıda da çuvalladınız.

Değerli arkadaşlarım, eğer Başbakanın boynuna davulu basıp tokmağı başkasına verirseniz ülkenin iyi yönetilmediğini sadece Türkiye değil, bütün dünya görür ve görüyor. İcra organının başında kim var? Başbakan var. Devlet Başkanları kimi arıyorlar? Cumhurbaşkanını arıyorlar. Davutoğlu’nu pas geçiyorlar. Çünkü onlarda biliyorlar ki Davutoğlu ülkeyi yönetmiyor. Yöneten başkası. Davutoğlu’nun ağrına gitmeyebilir bu. Bunu olağan karşılayabilir. Ama bu ülkenin sorumlu bir yurttaşı olarak, bu ülkenin Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı olarak, demokrasi mücadelesi veren bir kişi olarak bu benim ağrıma gidiyor. Türkiye’yi hukukun üstünlüğünden çekip çıkaran bir yapıyı ben kabul edemiyorum.

Dış politikada tam bir çuvallama var. Kimin ne söylediği belli değil. Yüksek tepede oturan kişi uçağa binerken ayrı konuşuyor, uçaktan inerken ayrı konuşuyor. Başbakan ayrı konuşuyor, Dışişleri Bakanı ayrı konuşuyor. Milletin kafası karıştı ve şu soruyu soruyorlar ne olacak bu memleketin hali diye. Böyle bir yönetimle Türkiye ilk kez karşılaşıyor. Tam bir kaos yönetimi var. Kimin ne yaptığı belli değil.

Düşünün değerli arkadaşlarım, biz hükümeti samimi olarak uyarıyoruz. Yanlış yapıyorsunuz diyoruz. Söylediklerimizin tamamı ortaya çıktı. Dış politikada 3 – 4 yıldır dilimizde tüy bitti yanlış yapıyorsunuz, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklüyorsunuz. Türkiye’ye siz bataklığı ithal ediyorsunuz dedik. Siz bilmezsiniz dediler. Buyurun geldiğimiz noktaya bakın. Kim biliyormuş. Sizin aklınıza ihtiyacımız yok dediler. Buyurun sizin aklınızla ortaya çıkan tabloya bakın. Hangi akıl?

Değerli arkadaşlarım, bizim yaptığımız sağlıklı ve iyi niyetli eleştirilere verdikleri bir cevap var. Muhalefet sussun. Böylece demokraside de yeni bir evreye gelmiş olduk. Herkesin sustuğu ve sadece iktidarın konuştuğu bir Türkiye özlemi içindeler. Biz buna demokrasi demiyoruz. Bunun adı başka bir şey. Şimdi o sözcüğü kullanmak istemiyorum ama yeri geldiğinde de kullanacağız. Bu farklı bir rejimdir, farklı bir anlayıştır. Hele hele bunu unvanında profesör doktor yazan bir kişi tarafından kullanılması, susun demesi bizim kabul edeceğimiz bir olay değildir.

Dış politikada öyle bir noktaya geldiler ki değerli arkadaşlarım, bu ülkenin Cumhurbaşkanı Birleşmiş Milletlerde boş sıralara konuştu. Boş sıralara. Türkiye’nin itibarı bu mu? Ulusal kurtuluş savaşını veren, milli mücadeleyi veren, dünyada bütün mazlum ülkelerin önderi olan bir Türkiye’yi bu noktaya getirdiler. Tarihi birikimlerimizi, övünçlerimizi, gururlarımızı ayaklar altına aldılar.

Değerli arkadaşlarım, oylama yapılıyor ve Türkiye’ye 60 oy çıkıyor Birleşmiş Milletlerden. 60 oy. Ağır bir diplomatik yenilgidir bu. Bir diplomatik darbedir bu. Neden bize susun diyorlar? Millet bunları öğrenmesin diye. Nasıl olsa havuz medyaları var, havuz medyalarında istediklerini yazabilirler. Vatandaş bunları öğrenmesin diye. Ama biz bunları anlatmak zorundayız. Bizim bu ülkeye karşı sorumluluğumuz var, çocuklara karşı sorumluluğumuz var. Emekliye, işçiye, çiftçiye, memura, işsize karşı bizim sorumluluğumuz var. Biz huzurlu bir Türkiye istiyoruz. Herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye olsun diyoruz. Çözüm sürecinde de çuvalladılar. Bir iç isyan yaşadık. 40’a yakın vatandaşımız öldü. Çıktı valisi, kaymakamı şu açıklamayı yaptı. Efendim bu ölenler güvenlik güçlerinin müdahalesiyle değil vatandaşlar birbirini öldürmüş. Sormadan edemiyorum. Sen seyirci misin, bakan mısın? Seyirci bile buna tahammül edemez. Bakanlık koltuğunda oturacaksın, vatandaşların birbirini öldürmelerini dile getireceksin, benim sorumluluğum yok burada diyeceksin. Sen o koltukta niye oturuyorsun? Hangi gerekçeyle bu vatandaş sana gel o koltuğa otur dedi? Kendi yolsuzluğun olduğu zaman polisi, hakimi, savcıyı sürüyorsun. Vatandaş birbirini öldürdüğü zaman seyirci oluyorsun. Böyle bir devlet yönetimi olamaz. Böyle bir devlet yönetimini asla kabul etmiyoruz. O bakanda o koltukta oturmamalı.

Değerli arkadaşlarım, şiddete misliyle karşılık vereceğiz ne demektir? Ne demektir şiddete misliyle karşılık vereceğiz? Almanya’ya baksınlar, tarihine baksınlar. Şiddete misliyle karşılık verilen o ülkede Führer döneminin Almanya’sındaki tabloya baksınlar. Aynı süreci Türkiye’ye yaşatmak istiyorlar. Çıktım şunu söyledim. Devlet şiddetle yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, irfanla yönetilir, bilgiyle yönetilir. Şiddetle, öfkeyle, kavgayla devlet yönetilmez. Biz muhalefetiz, biz sağduyu çağrısı yapıyoruz onlar iktidarlar şiddet çağrısı yapıyorlar. İşler tam tersine dönmüş. Böyle bir anlayış olabilir mi? Neden biz sağduyu çağrısı yapıyoruz? Çünkü biz ülkemizi seviyoruz. Çünkü biz insanımızı seviyoruz. Çünkü bizim kişisel gizli hiçbir ajandamız yok. Bizim iktidar koltuğuna yapışmak gibi bir düşüncemizde asla olmadı ve olmayacaktır. Biz siyaseti kişisel çıkar aracı olarak kullanmayız, kullanmadık. Ama bunlar ülkeyi kendi kişisel çıkarları ve iktidarları için acımasızca kullanıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, olaylar büyüdü önleyemediler. Alanlara asker çıktı yine önleyemediler. Çünkü devlet yönetilmiyor. Akılla yönetilmiyor. Koşa koşa İmralı’ya gittiler, Abdullah Öcalan’a gittiler, yalvardılar, yakardılar. Görüşmeler sağlandı olaylar bitti. Şu Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin geldiği noktayı nasıl içinize sindirirsiniz? Nasıl içinize sindirirsiniz? Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Ben buna itiraz etmeyeceğimde kim itiraz edecek? Ben konuşmayacağım da kim konuşacak? Bana sen sus diyor. Önce sen sus, aklını başına topla ve devleti adam gibi yönet. Yönetmiyorsan o koltuğu bırak.

Geldiği nokta arkadaşlar, biz konuştukça, halk gerçekleri öğrendikçe baskı uygulamaya başlıyorlar. Baskıyı sanatçıdan başlattılar. Hepimizin gururu onur duyduğu, Türkiye’nin yetiştirdiği, bu toprakların yetiştirdiği Fazıl Say’a yasak getiriyorlar. Akıl var, mantık var. Bana dünyanın hangi demokrasisinde sanatçıya yasak getirildi diye örnek veren bir adam çıkar mı acaba? Hangi gerekçeyle yasak getiriyorsunuz? Fazıl Say eline silah mı aldı? Eline Molotof kokteyl mi aldı? Yüzünü kapattı mı? Aydınlık bir yüzü var. Tek kullandığı piyanodur. Tek çaldığı piyano. Ama çalma anlayışları farklı. O piyano çalıyor, öbürleri başka şey çalıyor. O nedenle yediremiyorlar kendilerine. Daha iki gün önce Hak-İş’in bir toplantısında bir belgeselci arkadaşımız Suat Eroğlu bir belgesel sunuyor. Hükümetten bir yetkili buna tahammül edemiyor bakan. Vay efendim diyor bunu ben izleyemem. Çıkıyor o sanatçıda sanatçı yüreğiyle kendisinin belgeselinin izlenmesine tahammül edememesinin doğru olmadığını söylüyor. Vay sen misin doğru değil diyen ve yumruk atılıyor bu sanatçıya. Davutoğlu’da diyor ki, ben bu milletin ortak vicdanıyım. Sen bu milletin ortak vicdanı değil, ortak yumruğu da olamazsın. Hangi vicdandan söz ediyorsun? Gözünün önünde bir sanatçı şiddete maruz kalıyor. Nasıl buna tahammül ediyorsun?

Değerli arkadaşlarım, şimdi parlamentoya yeni bir yasa getirdiler, teklif getirdiler. Tabi önce sormamız gereken soru şu; niye yasa tasarısı olarak gelmedi de teklif olarak geldi. Tasarı olsaydı bakanlar kurulunda görüşülürdü. Adalet Bakanlığı, bürokrasi belki bilgi verirdi bakanlar kuruluna. Bakanlar kurulunun ortak görüşü oluşurdu ve TBMM’ye tasarıyı sevk ederlerdi. Teklif verildi ve Salı günü. Neden? Çünkü Davutoğlu’nun abisi dedi ki, Salı günü meclise bu konuda yasal düzenlemeler gelecek dedi. Böylece Davutoğlu baypas edildi. Bakanlar kurulundan geçmemesi gerekiyordu ve Salı günü gitmesi gerekiyordu. Demiştim ya bir dönem Almanya’da Führer’e doğru diye bir kavram var. Führer bir şey söyler ertesi gün o yerine gelir. Aynı süreci yaşıyoruz. Davutoğlu baypas edildi ve teklif verildi AKP milletvekilleriyle. Yani Davutoğlu’na dediler ki, seni baypas ediyoruz kusura bakma. Tepedeki kişi talimatı verdi biz gereğini yapıyoruz.

Ne var bu teklifte değerli arkadaşlarım? Kuvvetli şüpheyi bir yeri aramak için, evi, işyerini, fabrikayı aramak için kuvvetli şüpheyi makul şüpheye dönüştürüyorlar geriye dönüyorlar. Bana göre makul şüphe ben senin dükkanını, işyerini, fabrikanı basacağım diyor. Bütün işverenlerin beni dikkatle dinlemesini isterim. Başınıza gelecekleri şimdiden ben size söyleyeyim. Sonra taşınmazlarına el koyma için olayı çok daha kolaylaştırıyorlar. Senin yıllar yılı alın teriyle biriktirdiğin, kazandığın taşınmazlarına gelip el koyacaklar. Sonra? Bu da yetmiyor. Dava dosyası görüşülürken mağdurun avukatına hakim isterse dava dosyasını göstermeyecek oradaki bilgileri vermeyecek. Oradan bir fotokopi vermeyecek. Bu mudur demokrasi? Şöyle bir işadamını düşünün. İşyeri basıldı, malvarlığına el kondu. Adam gitti bir avukat buldu, avukat dosyaya gidecek bakacak, şu dosyadaki iddialar nedir bir göreyim. Hakim karar vermiş dosyayı göremeyeceksin arkadaş. Bunun adı da adil düzen, adil yargılama, demokrasi, ileri demokrasi olacak. Başına ne geleceğini ben bugünden söyleyeyim sana. Sende elini vicdanına koy AKP’ye niye oy verdim diye bir kendine sor bakalım. Kendine sor. Bu mudur demokrasi? Senin güvencenin hukuk olması lazım. Senin güvencen kalmıyor artık. Böyle bir sürecin içindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, bunun tipik örneğini parlamentoya gelen yolsuzluk dosyasında gördük. Milletvekillerine dosya verilmiyor. Yani oradan fotokopi alma yetkisi yok. Ama bakanların avukatlarına bütün dosya blok olarak verildi. Yani bakanların avukatlarına her türlü kolaylık sağlanıyor, parlamentoda bu komisyonda görev yapan milletvekillerine hiçbir kolaylık sağlanmıyor. Bütün vatandaşlarım ellerini vicdanlarına koyup bir düşünsünler. Doğrusu hangisi acaba? Türkiye nasıl yönetiliyor acaba?

Önümüzde Cumhuriyet Bayramı var. Davetler geldi, sizlere de gelmiştir. Bizi Ak Saray’da bekliyorlarmış. Şunu söyledim. Gitmeyin kirlenmeyin. Gidenler kirlenecektir. O bina alın teriyle bu vatandaşların alın teriyle ödediği vergilerle yapıldı. Kaçak bir bina. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, bir ülkenin Başbakanı kaçak binada oturur mu? Gecekondu binada oturur mu? Bekliyorlar orada efendim cumhuriyeti kutlayacaklarmış. Hangi cumhuriyeti? Alın teri ve gözyaşıyla kurulan cumhuriyeti mi, yolsuzlukların başkenti yaptıkları orayı Ak Saray’ı o cumhuriyeti mi? Hangi cumhuriyeti kutlayacaklar? Biz cumhuriyeti meydanlarda kutlayacağız, fener alaylarıyla kutlayacağız, halkımızla kutlayacağız, coşkumuzu yaşayacağız. Onlarda, oraya gidenlerde açıkça söylüyorum kimliği ne olursa olsun ister sanatçı, ister işadamı mahkeme kararıyla yapımı durdurulan ama mahkeme kararı dinlenmeyen kaçak bir yapıya gidip cumhuriyeti kutlamak için Erdoğan’ın dizinin dibine çöken insanları tarih affetmeyecektir.

Bırakın kendi kendilerine kutlasınlar. Yolsuzluklarını kutlasınlar orada. Demiştim zaten 17 Aralık hırsızlık haftası olarak kutlansın ve Ak Saray’da kutlansın. Orada kutlansın. Otursunlar kendi aralarında 4 bakanı çağırsınlar, baş aktör olarak da Rıza Zarraf’ı davet etsinler. Hep beraber kutlasınlar. Devleti nasıl soyduklarını anlatsınlar. Onlara yakışır. Onlar için gurur vesilesi olabilir. Otursunlar kutlasınlar. Bunu affetmeyeceğiz. Bunun takipçisi olacağız. Sanıyorlar ki, bir cumhuriyet savcısı çıktı dosyayı kapatacak bizde bunu unutacağız. Ne o savcıyı unutacağız, ne o dosyaları unutacağız. Savcı efendim neymiş tazminat davası açacakmış. Açmazsan namertsin sen. Açmazsan namertsin. Kalkacaksın gideceksin hırsızların dizinin dibine çökeceksin, dosyayı kapatacaksın sonra kalkacaksın ben savcıyım diyeceksin. Sen savcı falan değilsin. Sen hırsızların avukatısın. Açık ve net söylüyorum hırsızların avukatısın. Biz bunu affetmeyeceğiz.

Kaynak : chp.org.tr
Editör: TE Bilisim