Gelip geçici bir hayat… Gelimli gidimli dünya… Bir gün gelecek yaşadığın her an, hırsların, ihtirasların, kavgaların, arzuların, öfkeye k


Gelip geçici bir hayat… Gelimli gidimli dünya…

Bir gün gelecek yaşadığın her an, hırsların, ihtirasların, kavgaların, arzuların, öfkeye kapılıp bağırıp çağırmaların ve kara damak inatlaşmaların bir yalandan ibaret olacak…

Aşklar, kaçamaklar, gizli gizli bakışmalar, emeklilik hayalleri, çocukların mürüvvetlerini görme arzuları, hastane anıları, askerlik hatıraları veya en basitinden, yarın/düğünde/bayramda ne giyeceğim takıntıları bir yerlerde asılı kalacak.

Öyleyse nedir geri kalan? Öyleyse nedir mutluluk?

Değişir herkese göre… Kimisi için para pul, kimisi için şan şöhret…

Bazan makam mevkii, bazan içinde sevdiklerinin olduğu parıltılı, güneşin gökyüzüne takılı kaldığı uzun günler…

Mutluluk; belki de bir, Mayıs ikindiden sonra, Ayvalık’ın yosun ve yaşam kokan sokaklarında, Rumlardan kalmış örme taş evlerin arasında ehli keyifli dolaşmaktır.

Kordan boyunda, yavaş yavaş esintiyi içine çekerken, göz göze geldiğin insanların da kendine göre hayatlarının, erinçlerinin, sevinçlerinin veya felaketlerinin olduğunu düşünmektir.

Kurşuni bir güzellikte kaybolan güneşin ardından bakıp büyük şairin mısralarını hatırlamak, “İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık, içimde kımıldayan bir şeyler gibi. Seviyorum seni, Yaşıyoruz çok şükür der gibi.” diye kendi kendine mırıldanmaktır.

Belki de mutluluk, insanların arasındayken de yalnız kalabilmek, bir şekilde kendinle baş başa olabilmek ve Tezer Özlü’nün ifadesiyle, ‘kişisel özgürlüğünü sağlamak için ilk önce kendi dünyana egemen olabilmek gerektiğini’ bilmektir.

Örneğin kadim geleneklerin izinden gidip halin kadar, yapabildiğin ölçüde, insanların başlarına gelenlerle dertlenebilmektir.

Kimine “Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im. Senin kolun kanadın ben'im demedim mi?” dersin, kimisine de boy aynası olmaya çalışırsın…

Kimine bodoslama duymak istemediği şeyleri önüne boca eder, tersinden onun kendisine gelmesini sağlarsın…

Yavaş yavaş uçuruma doğru yürüyen bir insanın hayatına dokunmak, onu yolundan çevirmektir mutluluk…

Anlayan anlar, takdir eden bulunur ya da bulunmaz. Fark etmeyen, ferasetten yoksun olan, uzaktan bir yerlerden bön bön bakar…

Yunus Emre nasıl demişti sahi...

“Miskin Yunus söyler sözün. Yaş doldurmuş iki gözün.”
“Bizi bilmeyen ne bilsin. Bilenlere selam olsun.”
***
Mutluluk; yıllarca süren kavgalardan, çatışmalardan, kızgın köpürmelerden, sorgulamalardan ve ağır sözlerden sonra, hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlayıp - mahrum kaldığın şeylere özlemle birlikte - kadere teslimiyet göstermektir.

Yapılan her tercihten ve atılan her adımdan sonra, geriye kimi zaman onulmaz bir mutluluk, kimi zaman da kanlı gözyaşı, kızgın yağlı pişmanlık kaldığını - bedel ödeyerek - öğrenmektir.

Yine de gelip geçici bir hayat... Gelimli gidimli dünya…

Bir gün gelecek yaşadığın her an, ideallerin, kaprislerin, münakaşaların, şehvetlerin, sinirlenip ortalığı birbirine katmaların, ufacık sorunların altında boğulmaların ve bitimsiz çatışmaların bir yalandan ibaret olacak.

Öyleyse nedir geri kalan?

Her başlangıcın bir vazgeçiş olduğunu bilmektir. Ve en klasik anlamda her şeyin bir bedelinin olduğunu hiç aklından çıkarmamaktır.

20. yüzyılın Türkiye’sinde en önde yazarlardan biri olan Peyami Safa ne demişti bir yerde.

“Kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödüyoruz.”

Haklıydı büyük yazar… Çok güldükten sonra ağlayacağımıza inancımız tam… Kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödemeye de devam edeceğiz.

Peki, tüm bunlara ne gerek vardı?

Tanrı bizimle bu şekilde eğleniyor işte ve o da kahkahalarla gülüyor olmalı...