‘Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce küçük ayrıntıyı ıskalamış’sındır… Zamanında zerre kadar düşünmemişsindir, bazı şeyleri k

‘Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce küçük ayrıntıyı ıskalamış’sındır… Zamanında zerre kadar düşünmemişsindir, bazı şeyleri kol üstü geçmişsindir, nasılsa sürekli yanındadır, seninledir. A dediğinde anlar koşar gelir, e diye haykırdığında ‘efendim’ der yanı başında bitiverir.
Buna yaslanırsın, keyfince yatarsın kulağının üstüne... Böbürlenir de böbürlenirsin. Kendini 'bir şey', karşındakini 'hiçbir şey' sanarsın.
İçinin derinliklerinde bir ses, tüm umursama-malarına karşın, bu kadar ilgi bulmanın ve rağbet görmenin yegâne sebebinin (senin) ‘üst insan’ olmandan kaynaklandığını fısıldar durur sana.
O, senin yanında olmakla göklere çıkmıştır, sen O’na bu payeyi altın sini içinde sunmuşsundur. Böyle bir ayrıcalığı uygun gördüğün için (esas) onun sana minnet duyması lazımdır.
Ve bir savsaklama hali vardır sende... ‘O’ bir şey anlatırken başka taraflara bakarsın, zekâ ürünü esprilerine yarım ağızla gülersin ama en ufak bir hatasını gördüğünde büyütürsün de büyütürsün… Sürekli sana kendini ifade etme çabası, bir şekilde gönlünü alma yarışı içine girmiştir.
Bunları da görmezden gelirsin… Ona karşı nereye varıp geldiğini bilmediğin “Çok âlemsin valla, bir garipsin bu gün, bazan ne dediğini bilmiyorsun, saçma sapan konuşma istersen!” gibi cümleler kullanabilirsin… Israrla, seninle görüşmek istedikçe sen canının istediğini yaparsın.
Dedik ya başına ufacık bir iş geldiğinde kuruntularını falan bir kenara bırakıp koşturup gelecek kadar elinin altındadır... Ama kazın ayağı öyle değildir aslında, onun kafasının içinde bir ‘birim’ bunları mütemadiyen kayıt yapıyordur ve küçük kırgınlıklarını (şimdilik) görmezlikten geliyordur.
Aklın bir karış havada olduğu için öngörün yoktur, önlem alma kültürün gelişmemiştir, aylar geçmesine rağmen bildiğini okumaya devam etmişsindir. Onun demeye çalıştıklarına, huzursuzluklarına hiç kulak asmıyorsundur ve ortamı koklamıyorsundur hâlâ daha...
Ve bir gün gelir, sedef kakmalı büyük boy aynalar düşer bir yerlerde… Açık kalmış pencereler hırçın rüzgârın etkisiyle çarparak paramparça olur.
Hiç beklemediğin bir zaman diliminde ve ‘ne yapsam ne etsem benden kopamıyor’ diye, bir kez daha (kesin) kanaat getirdiğin bir dönemde, senden (sessizce) gidiverir.
Kaybettiği oyuncağı bir hafta, on gün sonra hatırlayan şımarık, kendinden fazlasıyla emin bir çocuk gibi davranırsın ilk önce… Nevi şahsına münhasır gururuna yenilirsin, yüksek onurunu düşünüp başını (kuyruğunu) olabildiğince dik tutarsın, umursamıyor gibi yapar burnun yere düşse bile almazsın.
Kesinlikle deliler gibi özleyecektir... Nasılsa sensiz yapamayacaktır… Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır çünkü.
Fakat ilginç bir şekilde zaman geçmeye devam ediyordur ve ‘O’, soğuk sabahların buzlu camlı, yarı karanlık odaları gibidir sana karşı… Duyarsız, etkisiz ve tüm kapılar mıh gibi kapalı…
Pahal (aksi) gibi, etrafında gördüğün herkes ağız birliği etmiştir sanki... Onun senden gittiğini, senin bir şeylerin kıymetini zamanında bilmediğini, öyle bir insanı kaybettiğin için senin ne kadar işe yaramaz biri olduğunu adeta yüzüne haykırmaya başlar.
Bir serçe gibi telaşlanmışsındır bu sefer, bir değişik olmuş, en ortalama tabirle yarım kalmışsındır. Hep yanında yakınında bildiğin, sevgisini çar çur ettiğin ve vaktinde tam anlamıyla ‘görmediğin’ insan, şimdi kendi başına bir dağ olmuştur.
Biraz daha geçer… Giderek büyür boşluk… Bu sefer deliye dönersin, divane olursun, öfkeyle uzaktan bakarsın, kötü rüyalar görürsün, çok hem de çok ağlarsın. Onu kötülersin, vefasızlıkla suçlamakta bulursun çareyi… Çok kırıldığını ve kolay kolay affetmeyeceğini söylersin yakın çevrene.
Zaman (bir iş ya da oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da geçeceği o büyülü süre) yine kahrederek işler. Artık zihnin onunla meşguldür, vakit varken fark etmediğin, istemediğin, kendini kırılmaya veya reddedilmeye layık görmediğin için kibirle baktığın insan, gözünün önündedir. Tuhaf bir şekilde, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordur ve seninle değildir.
Hâlâ yüzündeki küçük bir değişimle ilgilenmiyor, sen anlatmadan bir şeyleri hissetmiyordur artık... Ne muazzam bir acı… Ama hayat böyledir… Mevlana Celalettin Rumi’nin bir sözü vardır. “Akıl sonradan dövünüp ah çekmek için değildir, düşünüp önlem almak için verilmiştir,” der büyük insan.
‘Küçük bir gülümsemenin, şefkatle omzuna dokunmanın, kederli bir bakışın ve öylesine bir derdinle bile dertlenmenin’ ayırdına varmayan, yerinde ağır bir yazarın dediği gibi “Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce küçük ayrıntıyı ıskalayan” bir ahmak ve akılsız olarak dövünebilirsin...
Hatta elinde fırsat varken düşünmediğin, her şey güzelken kıymetini bilmediğin ve kendini sevdiremediğin için, arsız köpekler kadar pişman olabilirsin. Sedef kakmalı, büyük boy aynalarda başka siluetler dolaşıyor, buzlu camların arkasında farklı endamlar, senden daha merhametli yüzler…
Sana; kimseyi yanına yanaştırmadığın kıymeti kendinden menkul gururunla, o çok değerli öz saygınla ve hep takdir ettiğim üst insanlığınla birlikte “Mutlu Noeller!” diliyorum. Hadi bakalım gelmiş geçmiş olsun… Eski güzel günlerle avunabilirsin örneğin...
Giden birisine âşık bile olabilirsin…