Öldürüleceğine dair fetvanın Ebüssuud Efendi’den alındığından habersiz olarak Padişah’ın otağına doğru yürüy

Öldürüleceğine dair fetvanın Ebüssuud Efendi’den alındığından habersiz olarak Padişah’ın otağına doğru yürüyordu Şehzade Mustafa. Yanında iyi donatılmış 5000 kişilik bir kuvveti de vardı. Bu kuvvetle babasına iltihak edip o da İran Seferine katılacaktı. Kendisine karşı bir tertip hazırlandığı söylense de umursamadı. İçeriye girmeden önce kılıcını ve hançerini teslim etmesi istendi. Oysa şehzadelerin kılıcı ve hançeri alınamazdı. Bir terslik olduğunu anladı ancak yine de önemsemeyip teslim etti.


    İçeri girdiğinde orta bölmeye doğru baktı. Bir perde hafifçe aralanıp yeniden kapandı. Göremiyordu ancak orada olduğunu biliyordu. Çok geçmeden babasının teessür ve kızgınlık karışımı sesini işitti. Onu ağır sözlerle azarlıyor, ciddi suçlarla itham ediyordu. Bu ithamlara göre, kendisi de tıpkı Yavuz Selim gibi hareket ediyormuş ve babasını tahtan indirmek için fırsat kolluyormuş.


    Kendisini müdafaa etmeye çalıştı. Evet, padişahlığa en yakın adaydı ve o da diğer şehzadeler gibi padişah olmak istiyordu. Hem kanunen hem de yetenekleri göz önüne alındığında padişah olmayı düşünmesinden daha doğal bir şey de olamazdı. Ayrıca halk ve askerler tarafından çok seviliyordu. Çünkü mütevazıydı, sade yaşıyordu, eli açık biriydi ve her daim halkın içindeydi. Bunları dili döndüğünce anlatmaya çalıştı ancak babasının itaplarına bakılacak olursa sonunun geldiğini anlamıştı. Bu yüzden içinden geldiği gibi konuşmaya başladı:


   “Hep o güleç kız yüzünden, öyle değil mi baba? Onu çok ama çok sevdin! Seni bundan dolayı suçlayamam elbette. Ancak güleç yüzlünü yani Hürrem’ini deliler gibi severken hepimize düşman oldun. Bana, anneme, kıymetli devlet adamlarına… Bütün bir dünya senden emir alırken sen ondan emirler aldın ve bunda da bir beis görmedin. O sarayında bir köle statüsündeyken, meğerse asıl köle senmişsin baba!


   Annemi kovarcasına yanından uzaklaştırdın. Cariyelerle nikah olmamasına rağmen onunla nikahlanmakta bir sakınca görmedin. Onun isteği ile beni Amasya’ya sürdün, İbrahim Paşa’yı öldürttün… Hiç birimiz umurunda değildik. Bu arada akçenin değer kaybetmesi, hayat pahalılığı ve bu pahalılık yüzünden sıkıntıya düşmüş köylüler de umurunda değildi. Sanki dünyada bir tek o vardı ve tüm dünya onun etrafında dönüyordu. Sana büyü yaptığını söyleyenler olmuştu ve ben buna gülüp geçmiştim. Sahi baba, o güleç kız büyü mü yaptı sana?


   Anlıyorum ki bana kast edeceksin; etme! Büyük ününe leke düşecek baba. Tamam, kulağına gelenler yüzünden endişelisin hatta öfkelisin! Hiçbir hükümdar dedem Beyazıd-ı Sani’nin durumuna düşmek istemez. Sen de sağlığında tahtını kaybeden bir hükümdar olmak istemiyorsun. Seni temin ederim ki baba, benim böyle bir niyetim yok! Buna rağmen bana kıyacak olursan asırlar geçse de bir iftiraya kurban gittiğim söylenip duracak!..”


    Derken yedi dilsiz celladın üzerine atıldığını gördü. Güçlüydü ve onlarla baş edebileceğini düşünüyordu. Şayet başarıp otağdan çıkabilirse kendisini çok sevildiği askerlerin arasına atacak ve bu sayede belki de sultan olacaktı. Böyle düşününce kendini çok daha güçlü hissetmişti.


    Büyük bir boğuşma başlamıştı. Yedi cellat ne yaparsa yapsın kendisini yere yıkamamışlardı. Ta ki arkadan bir balta darbesi yiyinceye kadar. Sendeleyerek yere düştü ve boğuşma bir süre de yerde devam etti. Ancak yarası ağırdı. Hızla kan kaybediyor, başıyla birlikte bütün bir otağ dönüyor, gözleri kararıyordu. Takati tükenip iyice ölüme yaklaştığını anladığında, çaresizliğini tüm hücreleriyle hissetti.


   Gerçi çaresizliği kendisi ile ilgili değildi. İnsan en zor zamanlarında kendinden çok sevdiklerini düşünürmüş. O da öyle yaptı ve oğlunu düşündü.  Oğlu Mehmet henüz küçücüktü ve onun da boğdurulacağını adı gibi biliyordu. Sonra babasını düşündü. Hayatı boyunca hep örnek aldığı, hayran olduğu ve özendiği babasını. Hala perdenin arkasında mıydı acaba? Oğlunun katlini o da seyrediyor muydu? Eğer öyleyse gözleri yaşarmış mıydı?..


   O gün, otağın koyu perdelerinin ardında Sultanın ne kadar durduğunu veya oğlunun katlini izleyip izlemediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak tarih, o cihan sultanının, oğlunun cenazesinde gözyaşlarına hakim olamadığını kesin olarak kaydedecektir…