KORKU İÇİNDE RÜYA

Dışarıdan, mal indirmeye gelmiş bir kamyonun homurtusu geliyordu. Susuzluktan kavrulduğumu hissettim. Sabahın körüydü, ter içindeydim ve hâlâ kalbim çarpıyordu.

Karışıktı, bir çeşit muğlâklık vardı işin içinde. Soğuk soğuk terleme, bir sürüngen gibi tüm vücudumu esir alıyordu.

Her rüyada olduğu gibi işin içinden iş çıkmasından, bir kişinin aynı anda başka bir varlık oluvermesinden rahatsızlık duymuyordum ama ne de olsa, bilmediğin, daha önce bulunmadığın soyut ortamlar insana ürkütücü geliyordu.

İstanbul’da eski çalıştığım mahalleye benzer bir sokağın içindeydik. İçinde bir yığın eşya olan ve her şeyin ortalığa saçıldığı çok karışık bir dükkândaydık.

Bu izbe iş yeri Eminönü yakınlarındaydı. Ama hiç tekin bir yere benzemiyordu. Sonra görüntü giderek küçük bir otele döndü.

Otelde tipsiz, elinde yüzünde meymenet olmayan, insana kötücül gözlerle bakan bir adam çalışıyordu. Aslında çok fazla tarife imkân vermeyen hissiz bir ifadesi, küçük boyu vardı.

Böyle bir yerde kendi kendime ne aradığımı sorup durduğum için korku, yabancılık ve bilinmezlik hissi iliklerime kadar işliyordu. İşin garip olan yanı görüneceğim ve yakalanacağım diye kaçamıyordum da oradan…

İçimdeki ürpertiyi gidermek için ilk başlarda, bu etrafına bir çeşit korku salan görevliyle, oradan buradan sohbet ettiğimizi anımsıyorum.

Derken aynı yerde güzel, bakımlı ve yüzünde biraz hüzün taşıyan bir kadın çıktı karşıma. Sanki kadıncağızın yardıma ihtiyacı vardı.

Kendime göre anlamlar ve durumdan vazifeler çıkarıyordum. Sessizce bana doğru eğilip “Beni ne zaman kaçıracaksın?” diye soruyordu.

O bunları ve şimdi hatırlamadığım daha başka güzel, gönül alıcı sözler söylerken, benim her zaman ki kuşkulu halim, her olayın arkasında muhakkak ufak tefek şeyler arayan ikircikli yapım gün yüzüne çıktı.

Kısa zamanda bu kadını daha önce hiç görmediğim için bu durumun altından bir çapanoğlu çıkar kanaatine vardım.

İki de bir “Kadın çok güzel ama onu neden alıp götüreyim, daha önce hiç karşılaşmadım onunla,” diyordum.

Az sonra kuşkularımı haklı çıkarır derecesinde, ben kadınla havadan sudan konuşurken, onun sağ tarafında kalan pencerenin çekili beyaz perdelerinin belli belirsiz kımıldadığını, bir hayaltının oradan oraya dolaştığını fark ediverdim.

Korkuyla, kadına, “Çabuk söyle o pencerenin ardında kim var, bana ne yapmayı planlıyorsunuz?” diye sordum. Omuzlarından tutup onu sarstım.

Kadın kendini suçlu hisseder gibi başını eğip bir cevap vermedi. Belki de bu kadar aşırı bir tepki göstermemden o da korkmuştu ya da benim gibi nazik görünen adamın bu tavrına şaşırmıştı.

Sonra ben, oradan bakan kişinin, kendisinden çekindiğim, o suratsız görevli olduğunu anladım. Yüreğimin ağzıma geldi ve ürpertim giderek katmerlendi.

Yüzümün bu malum korkuyla birlikte daha da gerilmesi, bu insanların kim olduklarına ve benden ne istediklerine dair duyduğum derin merak, İstanbul’un eşsiz silueti, karmaşık yolları ve daha başka güzellikleri ile birlikte beni, kendine, taa derinlere çekti.

Hem gitmek istiyordum otelden, hem de deliler gibi orada kalmam gerekiyordu sanki… Bu duruma kendim de şaşıyordum, bir yandan kendime kızıyordum. Her zaman ki gibi bir karar vermekte zorlanıyordum.

En son gemi azıya alıp tabanları yağlamak için kendime göre çeşitli planlar kurduğumu hatırlıyorum ama bütün kapılar, kurguladıklarım bir bir yüzüme kapanıyordu.

Galiba sona yaklaşıyordum. Muhakkak oteldeki kadın ile adam bir olmuş beni öldürmeye çalışıyorlardı. Ellerinde kalın urganlar vardı. Onların korkusuzca gövdemi parçalara ayırdıklarını hayal ettim birden.

Ben hem onlara görünmemeye çalışırken ve aynı zamanda işe geç kaldığımın pişmanlığını duyarken uyandım.

Sokaktan, zahireciye mal indirmeye gelmiş bir kamyonun iniltisi geliyordu. Oturduğumuz bina usul usul sallanıyordu.

Deli gibi susamıştım. Sabahın körüydü, serçeler mutlulukla şakıyordu, ter içindeydim ve hâlâ kalbim derinin altından fırlayacak çarpıyordu.
Editör: TE Bilisim