Röportaj: GİZEM YILDIZ



Koray Yeltekin kimdir?

- Senaristtir. Bu sektör içerisinde sadece senaryo yazarlığı yapmaz, yapım şirketlerine danışmanlık yapar aynı zamanda da senaryo yazarlığı eğitimleri verir.

Türkiye koşullarında senaryo yazarlığını nasıl yorumlarsınız?

- Yurtdışıyla, özellikle Amerika’yla kıyaslarsak biraz daha az itibarlı olduğunu söyleyebilirim ama sektör içerisinde saygın bir yeri vardır senaristliğin. Özellikle sinema sektörü içerisinde önemli bir yere sahiptir senaristler çünkü insanlar bilir ki, senaryo olmadan bir film çıkmaz. Bunları yazan kişiler senaristlerdir ve onlara saygı duyulur. Bir Amerika kadar olmasa da Türkiye de saygın bir yerimiz var.

Dizi sürelerinin bu kadar uzun olması senaristleri ve dizi ekibini nasıl etkiliyor?

- Tabi ki zor, senaryo yazarlarının çalışma koşullarını zorlaştırıyor çünkü dizi sürelerinin uzun olması çalışma sürelerinin de uzun olmasını getirmiyor. Her bölümün üç günde veya dört günde çıkması gerekiyor, hem senaristler hem de ekip zorlanıyor. Sonuçta her hafta bir film boyutunda hatta daha da uzun dizi senaryosu çıkarıyorsunuz. Tabi böyle bir durumda ister istemez yapılan işin kalitesi bozulmaya başlıyor, hatalar ortaya çıkıyor bunlar tekrar geriye dönüp kontrol edilmediği içinde izleyiciler bu hataları izliyorlar, fark ediyorlar ve Türk dizilerinin kalitesi dü şüyor.

Mesleğinizdeki en büyük hedefiniz nedir?

- Yine film sektörü içerisinde ilerlemek istiyorum ama en azından kendi yazdığım filmleri çekmek gibi bir hayalim var. Şu anda kısa süreli uzun süreli diye önümüze bakarsak kısa süreli hedefler içerisine yönetmenliği sokabiliriz, uzun süreli hedeflere de yazdığım bir filmin ödül alması diyebilirim. Bu sektörün içerisindeki herkesin hayalidir en iyi senaryo ödülünü almak, en iyi film ödülünü almak.

Senarist, yapımcı, yönetmen üçgeni arasında izleyicilerin bilmediği nasıl bir ilişki var?

- Beraber çalışıyoruz, çok böyle kopuk değiliz. Zaten bu söylediğin üç kişi aynı zamanda filmin sahipleri arasında yer alıyor, bir tane de müzisyen eklersek tam olur. Bir filmin genelde dört sahibi var, hak iddia edebilecek yetkilisi var bunlar bir film çatısı altında kenetleniyorlar ve bu filmin iyi olabilmesi için el birliğiyle çalışıyorlar. Özellikle Türkiye şartlarında senaristlerin, bu sektör içerisinde çok fazla iş çıkarabilmesi açısından tabi hemen hemen her sektörde vardır ama bir senaristin yönetmen tanıması gerekiyor, yapımcı tanıması gerekiyor. Onların bağlantılarıyla birçok kişiyle tanışabiliyorsunuz, iyi yerlere gelebiliyorsunuz. Toparlamak gerekirse bu üçgen arasında samimi, sıcak, güzel bir ilişki var hatta bu durum iş ilişkisinden de çıkabiliyor çünkü bir şekilde aynı proje içerisinde çalıştıkları için genelde arkadaş olurlar.

Televizyon sektörünü besleyen en önemli damar nedir?

- İzleyicidir. İzleyici olmasa ne televizyon olur, ne sinema olur, ne senaryo olur. o yüzden bu sektör tamamen izleyiciyle koordine ilerler. Yani bir izleyici bir projeyi izlerse, o projeyi severse o devamlılık kazanır.

Reyting sistemleri buna dahil

  • Bu reyting oranlarını belirleyen bir kurum var, tabi bunun Türkiye geneline yayıldığı söyleyebiliriz çünkü farklı bir ölçekleme metodu uyguluyorlar. Bütün her şeyi izleyici başlatır, izleyici sevmediği zaman diziler yayından kalkar, tamamen izleyici üzerine kurulu bir düzendir televizyon.


İyi bir senaryo yazmak için teknik şart mı?

- iyi bir senaryo yazmanın birçok bileşeni var. İyi bir karakter, iyi bir sahneleme, iyi bir hikayesi olması lazım, tabi bunun da belli bir teknikle yapılması gerekiyor. Teknik bilmezseniz bazı şeyler eksik kalıyor örneğin; müzik eğitimi almamış birinin şarkı söylemesi gibi, o da çok kendini belli eder. Özellikle senaryo yazımında teknik bilmeden yazılan hikayeler kendini çok çabuk gösteriyor.

Bu yoğun tempoda 24 saat size yetiyor mu?

- Bazen yetiyor, bazen yetmiyor bu tamamen ne kadar çok çalıştığınızla ilgili eğer bir dizi yazıyorsanız 24 saat kesinlikle yetmez ama senaristler bunu çok sorun etmez çünkü zaten bunu severek yapar. Bizimkisi sevmeden yapılacak bir iş değil o yüzden zaman fazla sorun olmaz.

Bu yolculukta sizi en çok etkileyen film hangisiydi?

- Çok fazla film var, bir filmi birinci sıraya çıkarmak diğer filmlere haksızlık olur.

Ama birinin bir özelliği yok mu?

  • Eskiden izlediğimde çok etkilendiğim filmler var. Mesela Memento filminden çok etkilenmiştim diğer arkadaşlarım genellikle oyunculara dikkat ediyorlar, yönetmenine dikkat ediyorlar ben kendime şu soruyu sormuştum ‘’bu senaryo nasıl yazıldı kardeşim? Senarist böyle bir senaryoyu nasıl çıkardı ortaya?’’ bu merakımla mesleğe başladım diyebilirim, Memento filmi hayatımda önemli bir yere sahip.


Son yıllarda popüler olan internet dizilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bence interneti çok verimli kullanamadık, özellikle ilk internet dizileri çıkmaya başladığı zaman (amatör, daha profesyonel olmayan) filmin kalitesinin çok daha düşük olması izleyicinin internete yönelmesini zorlaştırdı. Yanlış bir algı yarattı ‘’ internet dizisi ise kalitesiz bir dizidir’’ şeklinde yanlış bir algıları var. Günümüzde bu algı daha çok pozitif yönde değişmeye başlıyor, bunun da en önemli göstergesi tabi internette profesyonel kanalların ortaya çıkması, internet televizyonunun ortaya çıkması.

Televizyon interneti gölgede mi bırakıyor?

  • Televizyon zaten hep öndeydi ama bu realite, günümüz artık internete doğru yöneliyor. IP televizyonlar çıkmaya başladı artık, insanların belli bir yayını takip edecek hayatı yok, çok hızlı yaşıyoruz hayatı. O yüzden de akşam saat sekiz de başlayacak bir dizi için saat sekiz de televizyon karşısına çoğumuz oturamıyoruz, çünkü ya dışarıda oluyoruz, ya çalışıyoruz işte bunun için internetin önemi son günler de daha fazla arttı. Ama bunun bir kültür olması lazım, yani ev hanımlarından tutun da çok üst düzey iş çevresinde çalışanlara kadar internet dizilerinin izlenebildiği öğrenilmeli. Herkesin internetten dizi, film izleyebilmesi için bu durumu benimseyebilmeleri gerekiyor, izlesinler ki internet dizileri de hak ettiği yere gelsin.


Sizce dizi senaryosu mu yazmak daha zor? Yoksa iyi bir film çıkarmak mı?

- Şimdi dizi senaryosunun iş gücü anlamında filmlerden zor olduğunu söyleyebilirim, ama bu biraz da bedensel bir çalışmanın daha fazla ön plana çıktığı bir durum yaratıyor. Film senaryolarının zihinsel anlamda daha yorucu oluğu bir gerçek çünkü dizilerde bir konu var ve o konuyu lastik gibi uzatıyorsunuz, on üç bölüm, otuz sekiz bölüm, vs… ama filmlerde bir buçuk saatlik bir süreniz var ve o sürede her şeyi anlatmalısınız. O filmin dünyasını, hikayesini karakterlerini. Kısa yazmak daha zordur o yüzden genelde film senaryoları zihnen yorar, dizi senaryoları bedenen yorar.

11) Kanıt dizisinin senaryo grubunda yer almışsınız. Dizileri kategorilere göre ayırdığımızda konusu ağır olan, alışılmışın dışında kalan bir hikayesi var. Genelde bu tür konulara mı ağırlık verirsiniz?

- Yok, aslında birçok türden senaryo yazıyorum. Şu sıralar konusu aşk olan bir senaryo yazdım çekilecek yakın bir zamanda, korku yazdım o da şu anda yapımcıların takvimi içerisine girdi. Profesyonel bir senaristseniz sizden ne tür iş isteniyorsa, şu anda hangi konunun popüler olduğunu düşünüyorsanız o tarzda bir iş yazarsınız ama bu işi hobi olarak yapıyorsanız tabi istediğiniz tür de hikayeler yazabilirsiniz, sevdiğiniz türden senaryolar yazarsınız.

12) Yapımcılar mı sizden senaryo yazmanızı istiyor? Yoksa siz senaryonuzu yazıp onalar mı veriyorsunuz?

- İkisi de oluyor. Benim yazdığım senaryolar biraz daha tabi benim istediğim, arzu ettiğim, hayalini kurduğum, sevdiğim dünyayı kurduğum senaryolar. Yapımcılardan gelenler sipariş oluyor çok yabancı bir iş de gelebiliyor, hiç ilginizin olmadığı, hiç bilmediğiniz konu da gelebiliyor. Mesela bana bir devlet destekli Kıbrıs harekâtıyla ilgili bir proje geldi, işte o projeyi bir senarist ağabeyimle birlikte beraber yazmaya başladık ama Kıbrıs harekâtı olduğu zaman ben bu dünyada yoktum. Bu konuda fazla bir bilgim olmamasına rağmen sipariş üstüne de bir proje yazabiliyorum. Zorlanıyorum ama yapmak zorundayım sonuçta bu benim işim.

13) Kanıt dizisini yazarken emniyet güçleriyle aranızda nasıl bir bağ oluştu?

- Biz beraber çalışıyorduk aslında, tabi bir sinerji gerekiyor. Onlar senaryodan anlamıyorlar, biz de kriminal taraftan anlamıyoruz. Biz yazdığımız senaryoları onların danışmanlarına gönderiyorduk, o danışmanlar hataları tespit edip bunun böyle olmadığını, bir teknikle ilerlendiğini bize söylüyorlardı, bizde ona göre bir değişiklik yapıyorduk. Sürekli, her gün konuşurduk.

14) Oyuncu seçerken çok seçici davranır mısınız?

- Evet, ben oyunculara çok dikkat ediyorum çünkü oyuncu bir projenin görünen yüzüdür, bir projeyi izleyiciye satan oyuncudur. Oyunculuğun bir standardı yoktur; iki kişi düşünün ikisi de ben oyuncuyum diyor ama birisi o projeyi sıfırdan alıp o kadar güzel yerlere taşıyabilir ki! Diğeri de batırabilir kötü oyunculuğuyla. Bu yüzden oyuncu bence filmi taşıyan en önemli kişidir. İyi olması gerekiyor, ben bu konuda çok özen gösteririm. Elimden geldiğince odeyşınlara’da gitmeye çalışırım, orada anlarım karakteri nasıl anlıyor, nasıl yorumluyor, nasıl oynuyor. Oyuncu konusunda karar verici mekanizma içerisinde bulunurum.

Bir karakter yaratırken en çok nelere önem verirsiniz?

- Canlı olması benim için çok önemli, çok böyle yapay bir karakter oluşturmak istemem zaten o çok fazla devamlılıkta sağlayamıyor. Benim için en önemli şey bir karakteri okuduğunuz zaman gerçekten de yaşıyor, olma ihtimalini sizin zihninizde uyandırması gerekiyor, böyle birisi gerçek hayatta var diye düşünmeniz gerekiyor. Bir diğeri de çatışmalara çok özen gösteririm, kesinlikle bir karakterin,( bu hayat içerisinde hepimizin çatışması olduğu gibi) çatışması olması gerekiyor. Saf iyi ve saf kötü karakterlerden mümkün olduğunca kaçınırım, ortalarda seyreden karakterlerle çalışırım.

Yeni projelerin jeneriğinde isminizi görebilecek miyiz?

- Şu anda bir TRT Belgeseli yazıyorum. Bilim Yolcuları isminde bir belgesel, konusu; bir grup gencin geçmişte yapılmış icatları, günümüz şartlarına göre yeniden yapmasını ele alıyor. Onun dışında BluTv’de yazıyorum zaten, çalınmış hayatlar isimli projenin dizi senaristiyim, bir de Yarım Kalan isminde uzun metraj filmim var, bunu da çok yakın zaman da sinemalarda izleyeceksiniz.

Yeni yayına giren Çalınmış Hayatlar adlı dizinizin konusundan biraz bize bahseder misiniz?

- Geçmiş dönemlerde, yakın geçmişte işlenen gerçek cinayetleri konu alan bir iş. Kurgu tarafı aslında eksik olan parçaları tamamlamak için kullandığım bir taraf o da % 5’ini falan oluşturuyor yani , % 95’i normal gerçeklik üzerine kurulu bir iş. Bu işin bir sosyal sorumluluk tarafı da var sadece bir dizi olarak bakmıyorum ben bazı şeyleri unutmamamız için önemli bir proje. Acılarımızı sürekli taze bırakmamız gerekiyor ki toplum vicdanımız diri kalsın.

Türk yapımlarıyla, Amerikan yapımlarını ikiye ayırdığımızda aradaki farkı bizimle paylaşır mısınız?

- Tabi Amerika’da çok daha profesyonel yapıyorlar bu işi, stüdyo dediğimiz bir kavram var Amerika’da sizler senaryo yazmaya başladığınız andan itibaren o stüdyonun içerisine dahil oluyorsunuz. Burada önemli olan şey; profesyonellik yazdığınız bir senaryo öncelikle satın alınmıyor kiralanıyor Hollywood şirketleri tarafından ve size revizeler veriyor, o her yaptığınız revize de belli bir ücret alıyorsunuz. Yazdığınız senaryo stüdyonun istediği kıvama geldikten sonra satın alma gündeme geliyor. Satın almak istemeyebilirler ama geçirdiğiniz o süreç içerisinde siz zaten iyi bir ücret kazanıyorsunuz, o revize ederken geçirdiğiniz süre içinde. Türkiye de biraz daha amatör işliyor bu işlem yani bir şekilde yapımcılar da işte bizler gibi danışmanlarla çalışıyorlar. Bizlerin önüne senaryolar geliyor, biz bakıyoruz, belli bir puanlandırma yapıyoruz ve o senaryo barajı geçerse izleyicinin önüne çıkma konusunda yapımcının önüne gidiyor. Ama burada son karar yine yapımcının Hollywood şirketlerinde bir şirketin sahibinin çekilecek bir senaryoyu okuduğunu düşünmüyorum, gördüğünü bile düşünmüyorum. Onlar sadece iş çıkarmaya çalışıyorlar ve yılda on film çekmek gibi bir amaçları varsa onu gerçekleştiriyorlar. Türkiye de her şey yapımcının iki dudağının arasında.

Senaristler harcadıkları emeğin karşılığını alıyorlar diyebilir misiniz?

- Şu anda bu sektördeki tüm çalışanlara baktığımız zaman, özellikle set emekçilerin çok daha zorlu şartlar altında çalışıp, üstelik bir de paralarını alamadıklarına da şahit oluyoruz. Ama bu senaristler için geçerli bir şey değil, senaristler ücretlerini her hafta düzenli bir şekilde alırlar. İş piyasasına baktığımız zaman iyi ücretler kazandığını söyleyebilirim.

Bir proje için büyük öneme sahip olmanıza rağmen, ismi arkada kalan taraftasınız, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

- Tabi bu filmin pazarlanması açısından kaynaklanan bir durum, bir filmin yönetmeni ve oyuncusu çok önemli bu yüzden onlar ön plana çıkarılıyor. Bu bir pazarlama taktiğidir, ne kadar sektör içerisinde adınızı duyurursanız, bir şekilde sizin yazdığınız filmlere yönelen özel bir kitle yakalarsanız o zaman sizin de adınızı kullanıyorlar. İşte falanca ismin kaleminden yazılmış diye, bu da bir zaman meselesi, süreç meselesi ama senaristler çok bunu önemsemez. Sektör içerisinde bu filmi kim yazmış dendiği zaman o senaristin adı sektör içerisinde dolaşır, sektör dışında da yani izleyici olarak baktığımız zaman senaristin bunu çok dert edeceğini sanmıyorum. O sadece işini yapar bir aşçı gibi, bir yemek yediğiniz zaman nasıl mutfağa girip aşçıya teşekkür etmiyorsanız, senaristte görevini arkada üstlenen taraftadır. Ama bu senaristin motivasyonunu asla bozmaz.
Editör: TE Bilisim