RÖPORTAJ: GİZEM SERRA SÖZEN



Bu hafta sayfamızda yaptığı işlere ömrünü vermiş sinema oyuncusu, ses sanatçısı, Türkiye’nin ilk milli mankeni, ressam, hikaye anlatıcısı, eğitmen ve sanatın birçok alanında yer almış yılların eskitemediği usta bir isme yer veriyoruz: Sevgili Lale Belkıs... Yaptığı resim çalışmalarıyla yakın dönemde bir sergi açmak üzere olan sanatçı bir yandan yeni çıkardığı albümü Hayat Zor’un çalışmalarıyla uğraşırken bir yandan da Beyoğlu İstanbul Refia Övüç Olgunlaşma Enstitüsü’nde mankenlik dersleri vermeye devam ediyor... Ülkemizde onun gibi nice Lale Belkıs’ların yetişmesini diliyoruz. Biz kendisiyle bu röportajı gerçekleştirmekten onur duyduk...



 



Lale Belkıs bugünlere nasıl geldi?



Olgunlaşma Enstitüsü’nden ayrıldıktan sonra film olsun, müzik olsun, resim olsun her şeyimi kendim yaptım. Olgunlaşma Enstitüsü bir adımdı benim için. Yaşam içinde almak istediklerini kendine ekliyorsun zaten. Kendine yakışanı yapıyorsun. Benim de bugüne kadar yaptıklarım kendime yakışmış ki beni bugünlere getirdi.



Babanızla ilişkiniz nasıldı?



Babam çok yetenekli bir insandı. Evlatlarını çok severdi, nur içinde yatsın... Babam insanların kendilerini yetiştirmesini önerirdi. Ben Eyüp’te doğdum, bahçeli bir evde. O vakitler Eyüp, doğa içinde daha tabii bir yerdi ve rüya gibi anılarım var babamla. Kardeşlerimin içinde ben, ona çok daha fazla düşkündüm.



Eşiniz rahmetli Yalçın Otağ ile nasıl tanıştınız?



Eşimi çok enteresandır, ben hiç tanımazdım. Bilmezdim Ateş Böcekleri’ni. Bebek taraflarında oturuyorum o sıralar... Araba kullanırken başka bir arabadan bana doğru acayip acayip bakan birini gördüm. Çok bozuldum, bak şu terbiyesize dedim. Sonra benim oturduğum yalının hemen karşısında Maksim Gazinosu’nun bir şef garsonu vardı Kamil Bey diye. O da Arnavutköy’de bir işkembeci dükkanı açtı. Tesadüfi şekilde karşılaşmalarla tanıştık.



O zamanlar yalıda oturmak nasıldı?



Ben genelde çok güzel yalılarda oturdum. Benim bu konuda şansım vardı demek ki gittiğim yerlerde bunlara sahip çıktım, çok güzel günlerim geçti yalılarda. Hepsi de antik ve tarihsel yalılardı ve işin ilginci karşıma çıkıyorlardı. Oturduğum yerden tesadüfen buluyordum. Benim meslek hayatım da bu tesadüflerle olmuştur. Bir anda bir tiyatro teklifi geldi, çok beğenildim. Bir anda mankenlik teklifi geldi çıktım Amerika’lara gittim. Ben mesleğime tesadüflerle başladım…





Siz Türkiye’nin ilk mankenisiniz aynı zamanda ve bu alanda öncüsünüz. Mankenlik yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?



O sıralar Beyoğlu İstanbul Refia Övüç Olgunlaşma Enstitüsü Kız Sanat Okulu’nda talebeyim. Fransiz ünlü romancı Georges Duhamel okulumuza gelmişti. Mevhime Beyat benim resim öğretmenimdi. O sıralar çok gencim, on dört yaşlarındayım... Ayağımda soket çoraplarım, makosen ayakkabılarım var. Beni çağırdılar. Belkıs şunları giy dediler. Giydik, çok beğenildi. Böylece mankenlik hayatım başladı.



Mankenlik mesleği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?



Önceden olgunlaşma enstitüsünden belge alanlar mankenlik yapardı. Yani işin bir kuralı vardı. Üzerindeki objeyi göstermek için bir taşıma sanatı vardır. Manken de üzerine herhangi bir şey aldığı zaman onun yükünü taşır, kendi canlılığı biter, ona hayat verir. Mankenlik budur. Taşıma sanatı…



Çok güzel ve ünlü bir kadınsınız. Etrafınızdaki erkeklerden size pahalı hediyeler vermek isteyenler oldu mu?



Bana muazzam bir evlilik teklifi gelmişti. Hilton Oteli’nin açılışında tanıştığım bir bey vardı. Benimle çok ilgilenmişti. Bana doğum günümde muazzam bir pırlanta yüzük getirmişti, kabul etmedim. Bunu ben alırsam, bu nasıl alındı diye düşünüp kötü bakarlar diye düşündüm. İlk pırlantamı kendi alın terimle almışımdır.



O zamanların Beyoğlu için neler söylersiniz?



Eskiden Beyoğlu bir ekoldü. Oraya çıkacağı zaman insanlar elbiselerini ütülerdi. Makyajlarını düzenlerdi. Ben genç kızdım o zamanlar, işim olduğunda Beyoğlu’nda Pera’ya çıkarken saçımı, üstümü, başımı düzenlerdim çünkü oradaki herkes çok şıktı…



Son çıkardığınız Hayat Zor albümüyle insanlara ilham mı vermek istediniz?



Çok sevdiğim şarkıcılar var. Ben başta söylemek isterim ki bağırarak şarkı söylemeyi kabul etmiyorum. Şarkılar mutlaka duyarak tiyatral biçimde söylenmeli. Eller havaya şak şak şarkı söylemek, şarkı söylemek değil. Şarkıcılık bence duyguları müzikle yansıtmaktır. Fransızca şarkıları çok seviyorum. Üç sene Fransızca okudum. Şarkı söylemek, insan ruhundaki gizli kalmış duyguları söylemektir. Hayat Zor albümü de bunu yapmaktadır.





Oyunculuk ve film sektörü için ne düşünüyorsunuz?



Filmde bir ayrımcılık söz konusu. Rollerin iyi dağıtılması lazım. Sonuçta bir film sadece baş rolle çekilmiyor... Diğer oynayanlar da o filmin bir parçası. Çok güzel filmler de var, mesela Beyaz Melek çok güzeldir. Günümüzde bazı filmlerde oyuncular çok anormal rakamlar alırken diğerleri daha düşük alıyor. Bu yanlış bir durum.



Doğan Kitap’tan çıkmış olan İpek Çoraplar adlı kitabınızda kendi hayat öykünüzü anlatıyorsunuz. Bir kadın kendi ayakları üzerinde nasıl durur, nasıl güçlü bir kadın olur’un bir rehberi gibi... Ben mi öyle anladım?



Lale Belkıs nasıl olunur; bu kitap genç kadınlara kendilerini gerçekleştirmeleri için bir yol gösteriyor. Benim için hayatta en önemli şey kendimi gerçekleştirmekti. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Bu kitap bir değer olmanın kolay olmadığını, bir değer olmanın önce emekle, çalışmayla, özveriyle olduğunu, bu hayatta kadınların önce kendilerini gerçekleştirmesi gerektiğini anlatıyor. Genç kadınlara güçlü kadın olma yolunda ilhamlar veriyor…



Sevgili Lale Belkıs’a bu güzel sohbeti ve konukseverliği için çok teşekkür ederiz…



Okuyucularımıza sürprizimiz var... Sevgili Lale Belkıs’ın “Özel Günler İçin... Küçük Resimler... Büyük Anılar” adlı resim sergisini bugün Moda’daki evinde 16:00 ile 20:00 arası ziyaret edebilirsiniz... 



Adres bilgisi: Atıfet sok. Atıfet Apt. No: 18/9 Moda - Kadıköy / İstanbul 

Editör: TE Bilisim