Çok garip bir hayat yaşıyoruz. Tüm hayatımız zıtlıklardan ibaret. Bir şehri düşünün yana yana sıralanmış yüzlerce ev. Bu evlerin içinde ki her

Çok garip bir hayat yaşıyoruz. Tüm hayatımız zıtlıklardan ibaret. Bir şehri düşünün yana yana sıralanmış yüzlerce ev. Bu evlerin içinde ki her yaşam farklı, her düşünce farklıdır. Birimiz ağlarken birimiz gülüyoruz. Bir evde yas varken, ölümün acısı sararken tüm eve, diğer evde yeni doğmuş bir bebeğin anneye, babaya verdiği heyecan ve mutluluk vardır. Birimiz doğarken birimiz ölüyoruz. Ya da birimiz yeni evlenirken birimiz boşanıyoruz. Aynı gün içinde buna benzer yüzlerce zıtlıklarla karşılaşıyoruz. Ama yanı başımızda ki acının ya da mutluluğun uzağında yaşıyoruz…
Evet, hayat çok gariptir. Yaşamak kadar ölüm de garip gelir insana. İlk doğduğumuzda çırılçıplak bir bedenden başka hiçbir şeyimiz yok. Küçük bir kundak sararlar üstümüze. Ve aynı şekilde ölümümüz de gerçekleştiğinde üstümüzde beyaz bir kefenden başka hiçbir şeyimiz olmuyor. Fakir de zengin de aynı metrekareye sahip kabre giriyorlar. İstediğin kadar zengin ol hayatı dopdolu yaşa, hayatı fakirlikle geçiren, akşam eve zar zor ekmek götüren biri ile aynı metrekareye sahip mezara konulacaksın. Ve üstelik yanında hiçbir şeyi götüremeyeceksin. Oysaki yaşadığımız 70 80 yıllık hayatımız da durmadan çalışıp para, şan, şöhret, kariyer yapmıştık. Yatlarımız, katlarımız, holding ve villamız vardı. Ama hiç birini yanımızda götüremiyoruz. Hepsini dünya da bulduğumuz gibi dünya da bırakıyoruz da…
Zaten dünyanın kendisi de zıt değil mi birbirine. Bir yüzü siyah diğer yüzü aydınlık(beyaz) değil mi? Allah her duyguyu anlayalım diye, beyini de çift taraflı yaratmamış mıydı? Evet, tabi ki de öyleydi. Çünkü bize ve bu zıtlıkları aşıladı ki birbirimizi, evreni daha iyi tanıyalım istedi. Yoksa bir tesadüf eseri doğmamıştır hiçbir zıt kutup. Tanımadan yaşayamazsınız, yaşamadan tanıyamazsın derler Atalarımız. Evet, doğrudur. Birini tanımak için bir şeyi, anlamak için onu yaşamak lazım, tanımak lazım.