Kıymetli okuyucularım bu yazımı, şu anda da içinde bulunduğumuz bir Zilhicce ayında Medine-i Münevvere’de Hristiyan bir köle tarafından şehit edil

Kıymetli okuyucularım bu yazımı, şu anda da içinde bulunduğumuz bir Zilhicce ayında Medine-i Münevvere’de Hristiyan bir köle tarafından şehit edilen Emîrü’l-Mü’minîn Ömerü’l-Faruk Hazretlerine ayırıyorum. 622 yılında Peygamber Efendimiz tarafından kurulan İslam devletinde, 634-644 yılları arasında 10 yıl devlet başkanı olan bu büyük sahâbîyi anlatmaya, Nübüvvetten sonraki ilk 6 yılda yaşananlarla başlayalım.
ÇİLELİ BİR ALTI YIL
Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselam”a 610 yılında nübüvvet gelerek hicri 40, miladi 39 yaşında iken peygamber olduğu bildirildi. Üç sene sonra da risalet geldi. Bu tarihten itibaren herkesi açıkça imana çağırmaya başladı. Ancak içinde yaşadığı Cahiliye devri toplumunda bu iş çok çileli ve meşakkatli oldu. Mekke ahalisi iman etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyorlardı. Artık işkenceye başlamış, işi azdırmışlardı. Nitekim ilk Müslümanlardan Ammâr b. Yâser’in annesi Sümeyye Hatun ve babası Yâser müşrikler tarafından işkenceyle şehit edildiler.
Mekkeli müşriklerin Müslümanlara var güçleriyle karşı koydukları bu dönemde Peygamber Efendimiz İslam’ı yaymak için, ilk Müslümanlardan Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın “radıyallahü anh” Safa Tepesi eteklerindeki evini kullandı. Bu eve İslam tarihinde Dârü’l-Erkam denilir. Nübüvvetten 6 yıl sonra, Hazreti Ömer’in de iman etmesiyle Mekke’deki Müslümanların sayısı nihayet 40’a ulaşabilmişti. Bunların 34’ü erkek, 6’sı kadın idi.
Hazreti Ömer’in 40. Müslüman olduğu bilgisi, İbn Hişâm’ın Resûlullah’ın hayatını anlatan çok kıymetli eseri es-Sîretü’n-Nebeviyye kitabından alınmıştır. Bu rakam, o anda Mekke’de, Dârü’l-Erkam’da bulunan sahâbî sayısını gösterse gerektir. Yoksa o sırada sadece Habeşistan’da, Hazreti Ömer’in Müslüman olmasından az önce Mekke’den gerçekleşen hicret sebebiyle 100’den fazla kadın ve erkek sahâbî bulunmaktaydı.

HAZRETİ ÖMER MÜSLÜMAN OUYOR
Peygamber Efendimizin ikinci halifesi Hazreti Ömer’in “radıyallahü anh” dokuzuncu babası olan Ka’b, Resûlullah’ın da sekizinci babasıdır. Annesi Hanteme bint Hişâm, Ebû Cehil’in kız kardeşi idi. Hişâm’ın altıncı babası Mürre, Resûlullah’ın yedinci babasıdır. Hazreti Ömer Hicret’ten kırk sene önce Mekke’de doğdu. Kureyş’in büyüklerinden idi. Çok güzel konuşurdu. Önce Resûlullah’a düşman idi.
Bi’set’in yani Resûlullah’a peygamber olduğu bildirildiği günün 6. yılında, Resûlullah’ın amcası Hazreti Hamza imana gelince Müslümanlar çok kuvvetlendi. Çok sevindiler. Bu iş Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar.
“Muhammed’in adamları çoğalıyor. Bunu önlemeye çare bulalım.” dediler. Her biri bir şey söyledi. Ebu Cehil,
“Muhammed’i öldürmekten başka çare yoktur. Bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altın veririm.” dedi. Ömer b. Hattâb yerinden fırladı.
“Bu işi Hattâboğlu’ndan başka yapacak yoktur.” dedi. Ömer’i alkışladılar.
“Haydi Hattâboğlu! Görelim seni.” dediler. Ömer kılıcını çekerek yola düştü. Nu’aym b. Abdullah’a rastladı.
“Bu şiddet, bu hiddetle nereye ya Ömer?” dedi. O da,
“Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden Muhammed’i öldürmeye gidiyorum.” dedi.
“Ya Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. Onun eshâbı çevresinde, pervane gibi dolaşıyor. Ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. Ona yaklaşmak çok zordur. Onu öldürsen bile Abdülmuttaliboğulları’nın elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?” dedi. Ömer bu sözlere çok kızdı.
“Yoksa sen de mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim.” diyerek kılıcına sarıldı.
“Ya Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fatıma ile zevci Sa’îd b. Zeyd’e git ki, ikisi de Müslüman oldu.” dedi. Ömer onların Müslüman olduğuna inanmadı.
“Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın.” dedi. Ömer şaşaladı. Bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fakat Arapların âdeti olan kan davası başlayacaktı. Kureyş ikiye bölünecek, birbiri ile çarpışacaktı. Böylece değil yalnız Ömer, bütün Hattâboğulları öldürülecekti. Fakat Ömer çok kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişti. Kardeşini merak edip hemen evlerine gitti. O anlarda Tâhâ sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fatıma bunu yazdırıp Habbâb b. Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Ömer’i kılıç belinde, kızgın görünce yazıyı sakladılar. Habbâb’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince,
“Ne okuyordunuz? dedi. Sa’îd,
“Bir şey yok.” dedi. Ömer’in kızması artarak
“İşittiğim doğru imiş. Siz de onun sihrine aldanmışsınız.” dedi. Sa’îd’i yakasından tutup yere attı. Fatıma kurtarayım derken onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan aktı. Ömer kanı görünce kardeşine acıdı. Biraz sendeledi. Fatıma’nın canı yanıp kana boyandı ise de iman kuvveti kendisini harekete getirip Allahü teâlâya sığınarak
“Ya Ömer! Niçin Allah’tan utanmazsın? Ayetler ve mucizeler ile gönderdiği Peygamber’e inanmazsın? İşte ben ve zevcim Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz.” dedi ve kelime-i şehadeti okudu.
HELE ŞU OKUDUĞUNUZ KİTABI ÇIKARINIZ
Ömer ne yapacağını şaşırdı. Yere oturdu. Yumuşak sesle,
“Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarınız.” dedi. Fatıma getirdi. Ömer’e verdi. Ömer güzel okuma bilirdi. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur’ân-ı Kerîm’in fesahati, belagati, manaları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşattı. “Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep onundur.” ayetini okuyunca, derin düşünceye daldı.
“Ya Fatıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allah’ın mıdır?” dedi. Kardeşi,
“Evet, öyle ya! Şüphe mi var?” dedi.
“Ya Fatıma! Bizim 1500 kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok!” diyerek şaşkınlığı arttı. Biraz daha okudu. “Ondan başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. Her şey ancak ondan beklenir. En güzel isimler onundur.” ayetini düşündü.
“Hakikaten ne kadar doğru.” dedi. Habbâb bu sözü işitince yerinden fırladı. Tekbir getirdikten sonra,
“Müjde ya Ömer! Resûlullah Allahü teâlâya dua ederek ‘Ya Rabbi! Bu dini Ebu Cehil ile yahut Ömer ile kuvvetlendir.’ buyurdu. İşte bu devlet, bu saadet sana nasip oldu.” dedi. Bu ayet-i kerime ve bu dua Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen,
“Resûlullah nerede?” dedi. Kalbinde, Resûlullah sevgisi yanmaya başladı. O gün Resûl-i Ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Safa Tepesi yanında, Erkam’ın evinde Eshâbına nasihat veriyordu. Eshâb-ı Kirâm toplanmış, onun nurlu cemalini görmekle, tatlı tesirli sözlerini işitmekle kalplerini cilalıyor, ruhlarını ferahlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neşe içinde hâlden hâle dönüyorlardı. Ömer’i buraya getirdiler. Ömer’in kılıçla geldiği görüldü. Ömer heybetli ve kuvvetli olduğundan Eshâb-ı Kirâm Resûlullah’ın etrafını sardı. Hazreti Hamza,
“Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm.” dedi. Resûlullah,
“Yol verin, içeri gelsin!” buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikte olarak içeri girdi. Cebrail “aleyhisselam” daha önce, Ömer’in iman ettiğini, yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah Ömer’i tebessüm buyurarak karşıladı ve
“Bırakınız, yanından ayrılınız.” buyurdu. Bıraktılar. Resûlullah’ın önünde diz çöktü. Resûlullah Ömer’in kolundan tutup
“İmana gel ya Ömer!” buyurdu. O da temiz kalp ile kelime-i şehadeti söyledi. Eshâb-ı Kirâm sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi.
SENİNLE KIRK OLDUK
Müslümanlar o zamana kadar gizli imana gelirlerdi. Hazreti Hamza’nın ve üç gün sonra Hazreti Ömer’in imana gelmesi ile Müslümanlar kuvvetlendi. Ömer “radıyallahü anh”,
“Kardeşlerimiz ne kadardır?” dedi.
“Seninle kırk olduk.” dediler.
“Öyle ise ne duruyoruz? Haydi çıkalım, Harem-i Şerif’e gidelim. Açıkça okuyalım!” dedi. Resûlullah kabul buyurdu. Önde Ömer, sonra Ali, ondan sonra Resûlullah, sağında Ebû Bekir, solunda Hamza, arkasında öteki sahâbîler yürüyerek Harem-i Şerif’e gittiler. Kureyş’in ileri gelenleri orada Ömer’den müjde bekliyorlardı.
“Ömer Muhammedîleri toplamış getiriyor.” dediler. Sevindiler. Ebu Cehil zeki ve cin fikirli olduğundan bu gelişi beğenmedi. İleri varıp
“Ya Ömer! Bu ne?” dedi. Hazreti Ömer hiç aldırış etmeden,
“Eşhedü en la ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah.” dedi. Ebu Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Dona kaldı. Hazreti Ömer “radıyallahu anh” bunlara dönerek
“Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki, Hattâb oğlu Ömer’im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın!” dedi. Hepsi geriye çekilip dağıldılar. Ehl-i İslam Harem-i Şerif’te saf olup yüksek sesle tekbir aldı. İlk olarak meydanda namaz kıldılar. Hazreti Ömer o günden sonra dayısı Ebu Cehil’e ve kâfirlerin ileri gelenlerine meydan okudu.
DÂRÜ’L-ERKAM’A NE OLDU?
Özellikle hacca veya umreye giden okuyucularımızın aklına, Safa Tepesi’nin bile camekan içine alındığı günümüzde, bu tepenin eteklerinde olduğu bilinen Dârü’l-Erkam ne oldu sorusu mutlaka gelecektir.
Peygamber Efendimiz Hazreti Ömer’in Müslüman olmasından sonra, Nübüvvetin 6. yılı sonuna kadar İslam’ı yaymak için kullandığı Dârü’l-Erkam’dan çıktı. Erkam b. Ebü’l-Erkam “radıyallahü anh” bu evi çocuklarına bırakmış, oğulları ve torunları yıllarca burada oturdular. Daha sonra ikinci Abbâsî halifesi Cafer Mansur Dârü’l-Erkam’ı sahiplerinden satın aldı. Ölümünden sonra ise oğlu Halife Mehdî’ye intikal etti. Halife Mehdî bu evi karısı Hayzürân’a bağışladı. Hayzürân çevresindeki bazı evleri ve arsaları da satın alıp Dârü’l-Erkam’ı yeniden yaptırdı. Bundan dolayı Dâr-ı Hayzürân adını aldı ve içinde bir de mescit yapıldı.
Tarih boyunca birçok defa tamir gören Dârü’l-Erkam son dönemlere kadar muhafaza edilmiştir. En son Sultan III. Murad Han tarafından 1591’de mescit olarak yenilenen bu tarihî yapı, Suudi Arabistan yönetimince Harem-i Şerif için yapılan çevre düzenlemesi sırasında yıkılarak arsası Harem arsasına katılmıştır.
Gelecek yazımda bu büyük sahâbînin hilafet yılları ve şehit edilmesini ele alacağım. Cenabı Hak Peygamber Efendimizin ve bütün Eshâb-ı Kirâmının şefaatlerine nail eylesin.