Kıymetli okuyucularım bir önceki yazımda, geçen ay idrak ettiğimiz hac ve kurban ibadetlerinin yapıldığı Zilhicce ayında, Medine-i Münevvere’de Hristiyan bir köle tarafından şehit edilen Emîrü’l-Mü’minîn Ömerü’l-Fârûk Hazretlerinin nasıl Müslüman olduğunu anlatmıştım. Bu yazımda bu büyük sahâbînin hilafet yıllarını ve şehit edilmesini ele alacağım.



İLK İSLAM DEVLETİ KURULUYOR



Nübüvvetin 12. senesinde Mekkeli müşrikler, İslam’ın yayılmasını önlemek için başka çare kalmadığına karar vererek en nihayet Peygamber Efendimizi öldürme fikrinde birleştiler. Resûlullah da Cenabı Hakk’ın izni ile Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmek maksadıyla 9 Eylül 622 gecesi Hazreti Ebû Bekir ile birlikte yola çıktı. Hicri 53, miladi 51 yaşında idi. Hicret buyurduğu sahil yolu 400 kilometredir. Bir hafta yolculukla 20 Eylül 622 günü Medine’nin Kuba köyüne geldiler. Eylül’ün 23. gününü de burada geçirip 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye ulaştılar.



Böylece Peygamber Efendimizin reisliğinde ilk İslam devleti de kurulmuş oluyordu. Dolayısıyla Peygamber efendimiz ömrünün son 10 yılında hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Bu ilk İslam devleti düşmanla ilk muharebeyi 624 yılının Mart ayında Bedir’de yaptı. Bu ilk harbin başkumandanı bizzat Hazreti Peygamber idi. Peygamber Efendimizin kurduğu İslam devletinin başına onun vefatından sonra “Halife-i Resûlullah” yani “Allah’ın elçisinin halifesi” sıfatıyla “Hulefâ-i Râşidîn” denilen dört halifesi geçti.



BU ÜMMETİN EN ÜSTÜNLERİ



İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan ve “Gavs-ı A’zam” lakabıyla anılan Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin, talebesine ve bütün gençliğe İslam dinini öğretmek ve itikatlarını düzeltmek için yazdığı el-Gunye li-Tâlibî Tarîḳi’l-Haḳ Azze ve Celle kitabı Sultan II. Abdülhamid Han’ın emriyle Süleyman Hasbî Efendi tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve Umdetü’s-Sâlihîn fî Tercemeti Gunyeti’t-Tâlibîn ismiyle 1886 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu kitaptan bazı bölümleri aşağıya alıyorum:



Ehl-i Sünnet’e göre Muhammed “aleyhisselâm”ın ümmeti, başka peygamberlerin ümmetlerinden daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, ona iman ederek mübarek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı Kirâmdır ki, hepsi ona tâbi olmuş, onun için harp etmiş, onun uğruna canlarını, mallarını feda etmiştir. Onun emrini yapmak birinci vazifeleri olmuş, her hususta onun yardımcısı olmuşlardır.



Bu Eshâbın da en üstünü, Hudeybiye’de Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile biat edip onun için ölmeye hazır olduklarına söz veren kahramanlardır. Bunlar 1400 kişidir. Bunların da en üstünü, Bedir Muharebesi’nde bulunanlardır ki, Tâlût’un askeri gibi 313 kişi idi (Tâlût, hazreti Musa’dan sonra gelen peygamberlerden İşmoil “aleyhisselam” tarafından İsrailoğulları’na hükümdar tayin edilmişti. Binlerce askeri arasında emrine itaat edenler 313 kişi idi). Bunların da üstünü, ilk Müslüman olan Dâr-ı Hayzürân yani Dârü’l-Erkam ehli 40 kişidir ki, kırkıncısı Ömer “radıyallahü anh”tır.



Bunların da üstünü “Aşere-i Mübeşşere”, yani Peygamber Efendimiz tarafından Cennete girecekleri dünyadayken müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebû Vakkâs, Sa’îd b. Zeyd ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tır.



Bunların da üstünü “Hulefâ-i Râşidîn”, yani dört halife olup bunların da üstünü Ebû Bekir, sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali’dir “radıyallahü anhüm ecmaîn”. Peygamber Efendimizden sonra bu dördünün hilafeti 30 sene olup Hazreti Ebû Bekir 2 sene 4 ay, Hazreti Ömer 10 sene, Hazreti Osman 12 sene, Hazreti Ali 6 sene Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” halifesi oldu (Umdetü’s-Sâlihîn fî Tercemeti Gunyeti’t-Tâlibîn, 1303 İstanbul, s. 114-115).



Dikkat edilirse burada Hazreti Ömer’in 40. Müslüman olduğu bilgisi verilirken bu 40 kişinin Dârü’l-Erkam ehli olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla bu rakamın, Nübüvvetin 6. yılındaki toplam Müslüman sayısı değil o anda Mekke’de, Dârü’l-Erkam’da bulunan sahâbî sayısı olması gerekir. Yoksa önceki yazımda da belirttiğim gibi, Hazreti Ömer’in Müslüman oluşundan az önce Mekke’den Habeşistan’a gerçekleşen hicret sebebiyle sadece orada 100’den fazla kadın ve erkek sahâbî bulunmaktaydı.



HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN’İN İKİNCİSİ



Hazreti Ömer “radıyallahü anh” Resûlullah’ın ikinci halifesidir. Kureyş’in eşrafından idi. Hicret-i Nebeviyye’de kırk yaşında idi. Eshâb-ı Kirâm Medine’ye gizli gizli hicret etmişti. Hazreti Ömer silahlarını kuşanarak açıkça hicret etti. Medine’ye daha önce varıp Resûlullah’ın teşrif etmekte olduğunu Medine’deki Müslümanlara müjdeledi.



Ebû Bekr-i Sıddîk ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük dâhil bütün gazâlarda bulundu. Çok kahramanlık gösterdi. Arslan gibi döğüştü. Uhud’da Resûlullah’ın etrafında pervane gibi dolaşarak yanından hiç ayrılmadı.



Daima doğru söylediği için Peygamber Efendimiz kendisine “Fârûk” lakabını verdi. “Fârûk”, hak ile bâtılı birbirinden ayıran demektir. Çeşitli hadis-i şeriflerle medholundu. “Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.” hadis-i şerifi bunlar arasındadır. Ebû Mûse’l-Eş’arî Hazretlerinden rivayet edilen hadis-i şerif ise şöyledir:



“Medine’de bir bahçede oturuyorduk. Kapı çalındı. Resûlullah, ‘Kapıyı aç ve gelene, Cennete gideceğini müjdele!’ buyurdu. Kapıyı açtım. Ebû Bekr-i Sıddîk içeri girdi. Kendisine müjdeledim. Hamd eyledi. Sonra yine kapı çalındı. Yine ‘Aç ve müjdele!’ buyurdu. Açtım. Ömerü’l-Fârûk içeri girdi. Müjdeledim. Allahü teâlâya hamd etti. Yine çalındı. ‘Aç ve Cennet ile müjdele ve üzerine musibet geleceğini söyle!’ buyurdu. Açtım. Osmân Zinnûreyn geldi. Müjdeledim. Hamd eyledi.” (Buhârî, Hadis No: 1490)



GÜNDÜZ BAŞKUMANDAN, GECE MİLLETİN BABASI



Resûlullah’ın vefatında karışıklık çıkmasını önledi. Halife’ye her işinde yardım etti. Halife Ebû Bekir vefat edeceği zaman Eshâb-ı Kirâm’ın ileri gelenlerini çağırıp görüştükten sonra Hazreti Ömer’i halife tayin etti. “Emîrü’l-Mü’minîn" ismini aldı. Az zamanda o kadar çok yer aldı ki, tarihçileri şaşırttı. İslam’ın adâletini bütün dünyaya tanıttı. Çok memleket aldı. Kâdisiye Muharebesi’ni kazanan orduları Azak Denizi’ne kadar ilerledi. Tunus’a kadar fetholundu. İslâm orduları onun zamanında Sâsânî İmparatorluğu’na tâbi Irak, İran ve Azerbaycan ile Bizans İmparatorluğu’na tâbi Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’ı İslâm devletinin topraklarına kattılar.



Ömerü’l-Fârûk “radıyallahü anh” Medine’de, gündüzleri Asya’daki ve Avrupa’daki ordularını idare ve harp ihtiyaçlarını bulup göndermekle uğraşırken geceleri de Müslümanların malını, canını, ırzlarını korumak için sabaha kadar gezer, dolaşırdı. Taberî Tarihi’nde bildirildiğine göre Medine’de hutbe okurken İran cephesinde savaşmakta olan kumandanı Sâriye’ye, “Yâ Sâriye! Dağa, dağa!” diye hitap ettiği ve kumandanının bunu duyarak emri yerine getirip ordusunu kurtardığı yazılıdır. (Taberî, I, 2700-2703).



Bir gece şehirde dolaşıyordu. Bir evden gelen çocuk ağlamalarını işitti. Oraya gidip sebebini sordu. Bir fakir kadın “Ben kimsesizim. Buraya geleli iki gün oldu. Çocuklarım açlıktan iki günden beri ağlıyor. Ateş yaktım. Çömleğe yalnız su koyup size yemek pişiriyorum diyerek onları uyutuyorum!” dedi. Halife üzüntüden ağlamaya başladı ve “Ömer helâk oldu! Ömer mahvoldu.” diyerek kendini ayıpladı. Gidip et getirdi. Ateşi alevlendirmek için üflerken mübarek sakalı tutuştu.



HALİFE HANGİNİZ?



Hazreti Ömer iri yarı, buğday renkli ve uzun boyluydu. Gözleri kızıl, bıyıklarının ucu sarı idi. Üzüntülü veya düşünceli olunca uçlarını bükerdi. Sakalı ve bıyıkları sık idi. Yanaklarının üzerinde az idi. Sol elini, sağ eli gibi iyi kullanırdı. Eyere dokunmadan ata binerdi. Çok heybetli, yüreği çok kuvvetli idi. Edebinden ve hayâsından, Resûlullah’ın huzurunda o kadar yavaş konuşurdu ki, “Yüksek söyle yâ Ömer! İşitmiyorum.” buyurulurdu.



Resûlullah’ın kayın pederi, Hazret-i Ali’nin de damadı idi. Çok âdil, âbid, çok merhametli, aşağı gönüllü, fakirlikle yaşar bir zat idi. Kudüs’e gidip adaleti ile Rumları hayran bıraktı. Kudüs’e giderken deveye, kölesi ile nöbetleşe biniyordu. Şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti, adaleti, askerleri, üç kıtayı titreten İslam halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı.



Miladi takvimle 10 sene 2 ay dünyada hiç görülmemiş bir adaletle halifelik yaptı. Ölünceye kadar bütün İslam âlemi, Resûlullah zamanındaki huzur, safa ve rahatlık içinde yaşadı. Devrinde 4000’den fazla cami ve mescit yapıldı.



ŞEHİT EDİLİYOR



23 (644) yılı haccını eda edip Medine’ye döndüğü günlerde, Mugîre b. Şu‘be Hazretlerinin Basra valisi iken edindiği kölesi Ebû Lü’lü Fîrûz, efendisinin kendisinden fazla ücret aldığını söyleyerek Halife’den bunun azaltılmasını talep etti. Hazreti Ömer onun demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını öğrenince kendisinden alınan ücretin fazla olmadığını bildirdi. Ama Hristiyan köle ikna olmamıştı.



Zilhicce ayının son günleriydi. Bir sabah namazı vaktiydi. Adeti olduğu üzere saflar arasından geçerken cemaate safları düzeltmelerini söyledi. Mihraba geçip iftitah tekbirini aldı. Tam o sırada mescide girmiş bulunan Ebû Lü’lü Fîrûz kabzası ortada olan iki başlı bir hançerle Halife’yi altı yerinden yaraladı. Safları yarıp kaçarken elindeki hançeri sağlı sollu rasgeldiği kimselere vurup yaralayan katil yakalanacağını anlayınca intihar etti. Bu arada yaraladığı 14 kişiden 7’si vefat etti.



Özellikle karnından aldığı yara sebebiyle yere düşen Hazreti Ömer namazı kıldırması için Abdurrahman b. Avf Hazretlerini imamete geçirdi. Namazdan sonra Hazreti Ömer kaldırılıp evine götürüldü.



Halife ölüm döşeğinde iken kendisine, yerine birini bırakması teklif edildi. O da o sırada hayatta olan Aşere-i Mübeşşere’den yakın akrabası olan Sa’îd b. Zeyd dışındaki altısının toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi. Ebû Ubeyde b. Cerrâh Hazretleri 5 sene önce vefat etmişti. Oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dâhil etti.



Oğlu Abdullah’ı Hazreti Âişe’ye yollayarak Resûl-i Ekrem’in ayağının dibine defnedilmek için izin istedi. Hazreti Âişe kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul etti. Hazreti Ömer yeni halife seçilmeden önce vefat etti. Cenaze namazını Suheyb-i Rûmî Hazretleri kıldırdı. Resûlullah’ın yanına defnedildi.



Cenabı Hak hepimizi Peygamber Efendimizin ve bütün Eshâbının şefaatlerine nail eylesin.