Hoş geldin Yaşar amca. Öncelikle okurlarımız seni tanısınlar istiyorum. Kimdir Yaşar Türkoğlu?

Hoş bulduk Sevgili Yağmur. “Kimdir Yaşar Türkoğlu” sorusu zor bir soru. İnsanın kendini tanımlaması zordur. Dıştan bir göz bu tanımlamayı daha doğru yapar aslında. CV içerikli bir cevap vermem gerekirse de 1961 Karabük doğumluyum. Evliyim ve Çağrı, Koray adlarında iki çocuğum var. Gazi Üniversitesi / Teknik Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi/Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum. Niğde/Bor’da başladığım öğretmenlik görevi Aydın/Söke’de bitti. Şu an emekliyim yani. Buna halen Kuşadası’nda yaşadığımı da ekleyelim.
"Kimdir Yaşar Türkoğlu sorusuna on sekizinde babasını kaybetmiş bir işçi çocuğuyum diye cevap vermek yeterli aslında. Çünkü kimliğimin oluşmasında çok erken yitirilmiş baba figürü en önemli etkendir. Babasız yetişenin bir tarafı hüzündür hep."

 



 

“Söyleyemediğim için yazıyorumdur…”

Peki; gelelim edebiyata, yazarlığa… Nasıl başladı bu yolculuğun?

“Yazar olayım, şair olayım” gibi bir dertle başlamadım yazmaya. Kendimi bir şair olarak tanımlamadım hiç. Şairim, yazarım demek benim için çok iddialı bir söz olur. Ben sadece yazmaya çalışıyorum ve olanaklar çerçevesinde kimi zaman kitaplaştırarak kimi zaman sosyal medya aracılığıyla paylaşıyorum yazdıklarımı. Benimkisi şu gök kubbede hoş bir seda bırakmaya çalışmaktan öte bir şey değil. Yazmaya geç başladım. Bu yüzden sana imreniyorum. Şu küçücük yaşına iki kitap sığdırdın ve bu güzel gazetede röportajların, yazıların yayınlanıyor... Önceleri beni etkileyen olayları yazıyordum. Şiiri düşünmüyordum sürekli. Sonraları birilerinin gazına geldim sanırım. “Güzel yazıyorsun, yeni şiirler var mı” gibi teşvik eden sorular ve belki de içimde birikenlerin ortaya çıkma ihtiyacı yazmaya itti beni. Bana neden yazıyorsun sorusunu sorduklarında verdiğim cevap “söyleyemediğim içindir herhalde” derim. Utangaç olanların iletişim araçlarından bir de yazmak sanırım.

Kitaplarından bahseder misin bizlere?

“Adın Yağmur Olsun” ve “Bulutların Moruna Bıraktım Yüreğimi” adlı iki kitabım var basılmış. Basıma hazır dört şiir dosyam var. Şu an bir roman da yazım aşamasında. Adın Yağmur Olsun, ilk kitabım. Yarısı duygusal içerikli, yarısı sosyal içerikli şiirlerden oluştu. İkinci kitabım Bulutların Moruna Bıraktım Yüreğimi ise tamamı duygusal şiirlerden. Basılmaya bekleyen dosyalar da duygusal içerikli şiirlerden oluşuyor.
“Keşke mutluluk yazabilseydim…”
Şairin ilham kaynağı yaşadıklarıdır, şahit olduğu yaşanmışlıklardır. Şair yazdıklarını o an yaşamasa da, yazdıkları hep bildiği şeylerdir. Ne bilirse onu yazar şair. Benim bildiklerimin çoğu hüzne dair. O yüzden hüzün yazarım. Keşke mutluluk yazabilseydim.

 



 

Yazmış olduğun 2 tane şiir kitabın var. Yüzlerce de şiir… İlham kaynağın var mıdır? Bu şiirler nasıl çıkar ortaya?

Bu soru oldukça riskli bir soru… Memursan, öğretmensen ve de üstelik evliysen bu soruya sağlıklı bir cevap vermek zor. Kurmaca bir sevgiliye bile “seni seviyorum” demek ciddi sıkıntılar yaratır. Yazdığın her duygusal şiir “kime yazıldı bu” sorusuyla karşılaşıverir. Arkadaşların sorar (çok önemli değildir) eşin sorar (cevaplaması!)… Her sorana bir cevabın olmalıdır. İnanmış görünürler ama inanmadıklarını anlarsın. Sanırım şiire şöyle başlanıyor. O an bir şeyi gerçekten yaşıyorsun ve duygularını şiire döküyorsun. Yazdıklarının direkt bir muhatabı var. Sonraları ise bir fikri duyguya dönüştürüyorsun. Diyelim ki sahilde bir bankta oturuyorsun yalnız başına. Diyelim ki iki martı konuyor ve birbirlerine kur yapıyorlar ya da birbirlerine sokulmuş iki sevgili görüyorsun yandaki bankta oturan. Eğer sürekli şiiri düşünüp şiiri yaşıyorsan (ki şairle şiir yazan arasındaki fark da budur. Şair sürekli şiiri arar. Tıpkı boynunda asılı fotoğraf makinesi ile her an bir ayrıntı yakalayıp fotoğraflamak isteyen fotoğraf sanatçısı gibi) Bir dize yakalarsın mutlaka ve gerisi o tek dizenin ruhuna girmenle, onu nakış gibi işlenmenle ilgilidir. Arının bal yapmasına benzer bir şeydir bu. Şairin ilham kaynağı yaşadıklarıdır, şahit olduğu yaşanmışlıklardır. Şair yazdıklarını o an yaşamasa da, yazdıkları hep bildiği şeylerdir. Ne bilirse onu yazar şair. Benim bildiklerimin çoğu hüzne dair. O yüzden hüzün yazarım. Keşke mutluluk yazabilseydim.

“Herkesin bir Adı Yağmur’u olmuştur bir zamanlar…”

Hep sormak istemiştim; “Adın Yağmur Olsun” nasıl yazıldı?

Adın Yağmur Olsun kitabı benim ilk kitabım. İçinde uzun bir zaman aralığında yazılmış yetmiş altı şiir var. Ben bu yolculuğa başlarken ille de kitabım olsun diye başlamadım. Dolayısı ile içinde aşk, yoksulluk, savaş, kadın, özgürlük, çocuk gibi temalardan oluşan şiirler var. Neden “Adın Yağmur Olsun”a gelince; kitabın ilk altı şiirinin adı bu. Yağmur adı çok güzel bir ad. Bir dönemin en çok koyulan adlarından biri. Senin adın da Yağmur. Eminim ki adını çok seviyorsundur. Eskiler yağmura rahmet derlerdi. Yağmur yağacak yerine rahmet yağacak denirdi önceleri. Yağmur berekettir. Yağmur bahardır aynı zamanda. Şairin yağmur imgesi de baharı anlatır. Baharsa; dirilişi, yeşermeyi, çiçeklenmeyi, çağlamayı anlatır. Kitaba adını veren şiirlerin muhatabı belirsiz bir kişi. O yüzden ona bir ad vermem gerekiyordu ben de adını Yağmur koydum… Bu şiirleri okuyanlar “kim bu adı Yağmur olan?” diye sorarlar hep. Sadece bir düş desem şiirlerin büyüsü bozulur, öyle biri var desem eşim kapının önüne koyar hemen. Az önce “ilham kaynağın var mı” sorusuna verdiğim cevabı hatırlatarak belki şunları da ekleyebilirim; kitapta birebir yaşamadığım Kocaeli depremiyle ilgili bir şiir vardır. Okuyanların çoğu o depremi gerçekten yaşadığımı sanır. ”Sizin hiç…”adlı bir şiirim vardır savaşta bacaklarını kaybetmiş bir çocuğun dilindendir. Sen de şairsin bilirsin; şair bildiği duyguları yazar. Yine de şöyle bir cümleyle sonlandırayım. Herkesin bir Adı Yağmur’u olmuştur bir zamanlar.

Tüm emeklerini düşündüğünde, kitaplarınla, şiirlerinle hak ettiğin değerin verildiğini düşünüyor musun?

Bu soruna verilecek cevap ahlarla vahlarla sürüp gider. Kendi özelimde cevap vermeyeyim. Sanatın her dalında özellikle amatör diye adlandırılan sanatçıların problemidir bu. Nihayetinde ülkemizde sanata ilginin içler acısı bir durumda olduğu gerçeği var. Kişi başına okunan kitap sayısı diğer ülkelerle karşılaştırılınca yüzümüz kızarıyor utançtan. Okuyucunun bir kitaba değer biçebilmesi için öncelikle kitabın ona ulaşması gerekiyor. Sıkıntı burada başlıyor işte. Toplum okumayı bir ihtiyaç, bir gereklilik olarak görmeyince yayınevleri de sadece kolay satabilecekleri kitaplara yöneliyorlar. Her yıl binlerce kitap basılır bu ülkede. Ama raflarda genellikle aynı yazarların kitaplarını görürsünüz. Yayınevleri, kitapevleri açısından anlaşılabilir bir şeydir bu. Çünkü ticari bir faaliyet yürütüyorlar. Devletin eğitim ve kültüre bakış açısı değişmedikçe bu sıkıntının çözülmesi mümkün değil. Bazen bana yazdıklarını kitaplaştırmak isteyenler gelir ve nasıl yapacaklarını sorarlar. Onlara öncelikle şunları söylerim; kitap bastırmak kolay ama dağıtımı zor. Yayınevlerine bastırırsan dağıtımının hiçbir garantisi yok. Her yıl yüzlerce kitap basıyorlardır seninki gibi hangi birini tanıtacaklar, hangi birini dağıtacaklar. Belki sadece internet ortamında satışa sunacaklar. O ortamda hangi okuyucu ulaşabilecek sana. Kendin bastırırsan dağıtımı kendin yapacaksın. İlk okuyucularının çevrendekiler olacağını düşünüyorsundur. Çevrendeki herkesin büyük bir sevinçle kitabını almak için sıraya geçtiği hayal ediyorsundur, ama etme. Tanımadığın insanların ilgisizliği canını çok yakmayacaktır ama yakın çevrenin ilgisizliği, burun kıvırışları olacak canını yakan. Harcamalarının yarısı geri dönerse iyidir, harcamalarının tamamı geri dönerse harikadır. Harcamalarından fazlası ise sadece bir rüyadır. Bunları bilerek yola çıkmalısın çünkü her yıl binlercemizin yaşadığı hikâye budur. Ben ilk kitabımı bastırırken şu gök kubbede hoş bir seda bırakayım dedim öncelikle. Tabii ki çok kişiye ulaşmasının düşünü de kurdum. Yakın çevremden canımı yakanlar oldu. Ama çoook uzaklardan, tanımadığım insanlardan aldığım mesajlar iyi ki yazmışım, iyi ki kitaplaştırmışım dedirtti bana. Şunu da ekleyeyim unutmadan, kitap bastıran arkadaşlar kitaplarını hediye etmesinler kimseye. Kitaba para vermeye korkan insan kitabın kıymetini bilmez. Ayrıca bir sonraki kitabın kaynağını da oluşturmak gerek bir yandan.

O kadar şiirinin arasında bizlerle senin için en özel olan şiirini paylaşır mısın?

Bir şiir seçmem oldukça zor ama ille de seçmem gerekiyorsa “Sizin Hiç…(savaşın çocuğu) adlı şiirim olabilir… Yıllar önce televizyonda bir belgeselde mayınlara basıp bacaklarını kaybeden çocukların marangozların yaptığı tahta bacaklarla futbol oynayışını seyrettikten sonra yazdığım bir şiirdir bu. Ne yazık ki o şiirde anlattıklarım hala devam ediyor ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor.
“Aşk güzeldir…”
En uzakta olandan, en imkânsız olandan doğandır aşk. Aşk güzeldir. Yaşadığınızı hissettiren güzel bir acısı vardır. Herkes aşkı aramalı, aşkı yaşamalı. Aşksız olmaz… Ama bir şartla; Nazım’ın dediği gibi, “yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı” diyerek ve bunu kabullenerek…

 

Aşk şiirleri yazan biri olarak ve uzun yıllardır mutlu bir evlilik süren biri olarak, sence aşk nedir?
Aşk; hakkında uzunca konuşabileceğim bir konu aslında. Ama aşkı tanımla deyince kestirmeden bir cevap vermekte zorlandım bak. Herkesin ve her neslin başka bir aşk tanımlaması var. Bilim adamları ciddi ciddi uğraşıyor aşkın ne olduğunu anlamak için. Ben şair kafasıyla cevap vereyim; en uzakta olandan, en imkânsız olandan doğandır aşk. Tek kişilik bir duygu olduğunu düşünürüm. İkinci bir kişi vardır ama o sadece aşkın mayasıdır. Bir süre sonra o kişi gerçekliğini kaybeder, senin aşık olduğunla gerçek olan birbirinden farklı olur. Aşk güzeldir. Yaşadığınızı hissettiren güzel bir acısı vardır. Herkes aşkı aramalı, aşkı yaşamalı. Aşksız olmaz yani. Ama bir şartla; Nazım’ın dediği gibi “yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı” diyerek ve kabul ederek.

Yeni nesil yazarları takip ediyor musun? Başarılı buluyor musun?

Birkaç büyük şehir dışında yeni nesil yazarların okuyucusuna ulaşması oldukça zor. Benim de küçük bir şehirde yaşadığım düşünülürse yeni nesil eski nesil ayrımı yapmadan ulaşabildiklerimi okuyorum. İnternet ortamından takip etmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Başarılı bulmaya gelince düşüncelerini, düşlerini bizimle paylaşan herkes kıymetlidir benim için. En sıradan görülen bir kitapta bile daha önce söylenmemiş bir söz, bir cümle mutlaka vardır ve sadece o söz, o cümle bile kıymetlendirir o kitabı, o yazarı.
“Adın Yağmur Olsun”
Kitaba adını veren şiirlerin muhatabı belirsiz bir kişi... O yüzden ona bir ad vermem gerekiyordu, ben de adını Yağmur koydum… Bu şiirleri okuyanlar “kim bu adı Yağmur olan?” diye sorarlar hep. Sadece bir düş desem şiirlerin büyüsü bozulur, öyle biri var desem eşim kapının önüne koyar hemen.

Yeni bir kitap çalışması olacak mı? Baskıya girecek mi yeni şiirler?

Dört yeni dosyam var basıma hazır. İlk iki kitabın yeni baskısını da eklersem altı kitap. Tamamen duygusal sebeplerden beklemedeler. En yakın zamanda inşallah diyeyim…

Sence en büyük Türk kimdir? Ve son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersin?

En kolay sorun bu oldu sevgili Yağmur. Bazılarının adını orasından burasından kırparak söyledikleri en büyük Türk’ün adını tam olarak söyleyeyim; Gazi Mustafa Kemal Atatürk. “Neden o?” diye soracaksan, seni gösterebilirim cevap olarak. Yetmez mi sevgili Yağmur? Gazetemiz okurlarına saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Herkesin yazacak bir şeyleri mutlaka vardır. Yazmalarını diliyorum. Çünkü yazmak düşünceleri damıtır, berraklaştırır. Bana bir şeyler söyleme fırsatını verdiğiniz için sana ve gazetenize çok teşekkür ederim.

 

Röportaj: Yağmur Tanyıldız