Tarih’e damga vurmuş birçok vaka, keşif, ilim, bilim; hep bir dönüşümün sonucudur. İnsan, ruh ve bedenden oluşmuştur ya!.. Dönüşüm de buradaki

Tarih’e damga vurmuş birçok vaka, keşif, ilim, bilim; hep bir dönüşümün sonucudur. İnsan, ruh ve bedenden oluşmuştur ya!.. Dönüşüm de buradaki tercihini değiştiriyorsa Dünya’da bundan bir hayli etkilenir. Tercihimiz ruh mudur? Beden midir?.. Değişim ve dönüşümde bu tercihe göre şekillenir. 
Bir de ağzı ile ruh deyip, eylemleri beden diyenler var. En tehlikelisi onlardır… Hak yerler… Bu başlı başına incelenecek bir konu…
Evet tercihlerimiz çok önemlidir. Sadece bilmek değil, derinlemesine bilmek önemlidir. Çünkü tercihinin sonunda; ya tercihinin esiri olursun ya da tercihin senin esirin olur.
Kısa bir süre önce memlekete ziyarete gitmiştim. Ziyaretim esnasında köyümüzün yaşlılarından biri ile tanıştım. Adettir, tanımadığın birini gördüğünde tanımak için “baba” sorulur. O da aynen öyle yaptı, babamın kim olduğunu sordu, söyledim. Hemen tanıdı, babamın arkadaşıymış. Dur dedi sana babanın küçüklüğünden bir hatıra anlatayım. Çok sevindim, hevesle dinlemeye başladım. 
“Henüz 16 yaşlarındaydım, dedi. Hava kararmaya başlamıştı. Eşeğimin sırtında köye doğru ilerliyordum. Köy merasından geçerken, sizin avlu da babanı gördüm. Annesi kızıyordu, çok kızmış olmalı ki hafifçe dövüyordu da… İyice yaklaştım ve;
Hayırdır Mustafa, dedim.
Şimdi konuşmayalım akşama görüşürüz dedi. 
Bende sessizce yoluma devam ettim. Akşam oldu, baban köy meydanına geldi. Her akşam gençler orada toplanırdık. Tekrar sordum; 
Hayırdır Mustafa!..
Sorma arkadaşım bir kabahat işledim, annem kızdı ve beni cezalandırdı.
Ama, gördüm dedim. Babanda avludaydı, karışmadı mı? Diye tekrar sordum.
Yok karışmadı!.. Evimizde babam kızarken annem asla ses etmez. Annem kızarken de babam asla ses etmez. Dedi.” 
Babamın yaşamından küçükte olsa bir bölüm dinlediğim için çok sevinmiştim. Ayrıca hikaye de çok güzel mesajlar vardı, etkilenmiştim. Bundan 70 yıl önceydi ama bugünkü pedagogların “Anne kızarken baba karışmamalı, baba kızarken anne karışmamalı” söylemlerini o gün yaşıyorlardı. 
Çünkü aksi davranışlar taraf tutma, bölünme emareleri taşıyordu. Uzun vadede saygı, sevginin kaybolması riski taşıyordu. Kişiliğinin oturduğu bu yıllar çocuk için çok önemlidir.
Bugün pedagoglarımızın çırpınışlarına rağmen, çoğu evde bu kural uygulanamıyor. Ama yıllar önce yaşayan dedelerimiz, atalarımız bunu layıkıyla uygulamışlar.
Bugün ise bizler diyoruz ki!.. “Bizim neslimiz en gelişmiş nesil, hele bizden sonraki nesiller daha da gelişmiş doğuyor”. Hatta bir ara çok dikkat çeken şu örnek verilmişti; “Bugün çıkan tek bir günlük gazetede bulunan bilgi, geçmişte yaşayan bir kişinin ömür boyu edinemeyeceği bilgidir.” Doğru mu? Zaman, Görücez…
Evet bizler bugün ticari olarak çok geliştik. Çok iyi hesap, kitap yapar, pazarlık eder, mal satarız. Bol bol tüketir, lüks tüketir, kolaylıkla dev madenler açar, doğa tahribatından çekinmeyiz. Aynı zamanda daha fazla televizyon, dizi seyrederiz. Çocuğumuzdan daha fazla vakit ayırırız televizyona… Hele hele teknoloji de üzerimize yok… En sevdiğimiz şey “hızla” yaşamak, zamanla yarışmak. Zamanı, rakibimiz zannediyor, onunla yarışıyoruz. Zaman bu zaman!.. Don Kişot’luk yapmaya, yel değirmenleri ile savaşmaya ne gerek var!.. 
Daha kötüsü de var. Sadece iş alabilmek için cemaatlara karışanlar var… Geçenlerde bir kuruluşta çalışan işçi ve ailesi ile tanıştık. Samimi sohbet başlayınca eşi şu itirafta bulundu. “Ben türban takmak istemiyorum ama eşim işten çıkartılmasın diye takıyorum.” Dedi. Çünkü, eşi türbansız olanlar işten çıkartılacakmış. Yöneticileri bir cemaatin içindeymiş… Falan, filan… Yanlışlar sinsilesi nasılda zorlamalar doğuruyor… Her bir üst kademenin alt kademeyi zorlaması, katlamalı zorlamalar ve sosyal yaralar getiriyor. 
Hepsi ne için? Tabi ki Para için… Beden için…
Paraya yönelmemiz aynı zamanda bizleri yalnızlaştırdı. Paraya daha düşkünüz. Eskisi gibi yardımlaşmıyoruz. “Para ister, mal ister” diye görüşmek istemiyoruz. Yalnızlaşıyoruz. Hatta İngiltere’de “Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık” bile kuruldu. Bizde de yakındır. 
Özet ile; Geçmişimizle kıyaslanamayız bile… tercihlerimiz çok farklı. 
Geçmişimizin derdi, güzel ahlâktı, insandı, doğa idi. Allahın bizlere sunduğu emanetlere iyi bakmaktı. Ticari hiçbir kaygı güdülmezdi… Siftah yapmamış esnafın, siftah yapması için müşterisi komşuya gönderilirdi… Söz gerçekten senet idi. Evrak aranmazdı… Askere gitmek, vatan borcunu ödemek en büyük gururdu. Çünkü biz asker bir milletin evlatlarıyız. Askere gitme yaşı gelindiğinde bütün köy kutlamalar yapardı. En büyük onurdu. Şehitlik mertebesinin tarifi yoktu. Ki bugün de yok… Çocuklarımız savaşta iken, şehit düşerken kimse onları üzecek, komikliklerde yapmazdı… 
“Afrin’de en ön safta bende yer alırım” demez, gider önsafta dururdu…
“Bizi Afrin’e götür” sloganına, hem de gülerek “Çıkışta hazırlanın gidiyoruz” diyemezdi… Bu cümle için yüreği el vermezdi. Şehitler üzerinden siyaset yapmak mı? Hangi ahlâka sığardı… Sözkonusu bile olamazdı… 
Maalesef ki maalesef ne idik ne olduk?..  
Bu pencereden bakıyorum da galiba babam, cettimiz, atalarımız derin uykulara dalmadı… Asıl derin uykuya dalan “herşeyi çoooook bilen” bizler olduk… Yakındır diye umalım uykusu kaçanların, uyuya kalanları uyandırması…