Hocalı soykırımının 27. Yıldönümü vesilesiyle birçok etkinlik düzenlendi. Bir taraftan soykırımı lanetlenirken her zaman olduğu gibi “nerede bu

Hocalı soykırımının 27. Yıldönümü vesilesiyle birçok etkinlik düzenlendi. Bir taraftan soykırımı lanetlenirken her zaman olduğu gibi “nerede bu dünya, nerede bu insanlık” çıkışlarını tekraren duyduk. Gittikçe daha fazla ülke tarafından soykırım olarak tanınması ve daha fazla etkinliğe konu olması da büyük bir başarı olarak kabul edildi. Bununla beraber soykırım suçlularının yargılanması ve tutuklanması konusunda Azerbaycan yargısının bir girişimi olmadığı gibi halen yurtlarından ayrı yaşayan bir milyon kaçkının evlerine dönüşü için ciddi bir program bilinmemektedir.

Azerbaycan Milli İlimler Akademisi üyesi ve milletvekili Yakup Mahmudov’un Havla (Helva) vecizesi yapılması gerekenleri özetledi: “Havla, Havla demekle ağzın şirin olmaz; Havla yersen ağzın şirin olur.” Demekki sadece kınamakla, ayıplamakla, lanet okumakla suçlular cezasını çekemez, mağdurlar haklarını geri alamaz, o halde adalet yolunda mesai harcamak, hatta masraf yapmak gerekmektedir.

III. Uluslararası Hocalı Soykırımı ve Türk Dünyası Sempozyumu’nun başarılı organizatörü, İİBF Dekanı Betül Karagöz hocamızın “ıslak mendil edebiyatına son verelim” önerisi de literature yeni bir kavram kazandırdı. İlk gün Giresun Üniversitesi’nde, ikinci gün Görele Belediyesi’nde düzenlenen programlar, şehitlerin ve mağdurların ruhları için Kur’an-ı Kerim tilaveti ve dualarla başladı. Görele’deki şehitlik ziyareti de programa ayrı bir anlam kattı.

Kıbrıs, Cezayir, Filistin, Keşmir, Kazakistan gibi birçok Türk-İslam coğrafyalarında yaşanmış soykırımlar konusunda tebliğler sunuldu. Herkesin ortak sorusu, niçin Türk ve İslam halkları her fırsatta bu mezalime maruz kalıyor? Niçin bu zulümler çağdaş batı tarafından normal karşılanıyor, geçiştirilor? Niçin bu soykırımcılar cezalandırılmıyor?..

Kıbrıs’ta 1960 antlaşmalarıyla bir devlet kurulduğu halde Rum tarafı bunu yıkarak belki de dünya tarihinde ilk defa bir devletin soykırım suçu belgesini oluşturmuştur. Akritas Planı, adadaki Türkleri, sadece etnik ve dini kimliklerinden dolayı yok etmeyi hedefleyen bir Rum bakanlar kurulu kararı olduğu halde Türkiye bunun için gerekli girişimlerde bulunmamıştır. Halbuki bu belge 1948 Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi kapsamında soykırım suçu belgesi olup aynı zamanda uygulama alanına da geçmiştir.

Cezayir’de atılan atom bombalarının Nagazaki ve Hiroşima’da atılanlardan çok daha güçlü olduğunu, birçok katılımcı ilk defa öğrenmiş oldu. Cezayir’de sadece halkın bağımsızlık mücadelesi vardı. Buna karşı Fransa’nın attığı atom bombalarıyla on binlerce insan ölmüş, yüzbinler sakat kalmış, sakat olarak dünyaya gelmiştir. Ancak halen dünya (ve Türkiye) atom bombasının öldürücü silah olarak sadece Japonya’da kullanıldığını zannetmektedir. O yıllarda bir İstanbul camiinde Cezayirliler için dua eden bir vâizin sorgulandığı da ayrı bir gerçektir.

İsrail devletinin kuruluşu öncesinde Filistin’e Yahudi göçüyle beraber Müslümanlara karşı soykırım kapsamındaki saldırılar on yıllardır sürmektedir. Bu coğrafyada da onbinlerin ölüm, yüzbinlerin sürgün sebebi Müslüman olmalarıdır. Bu gerçek her fırsatta kendilerini soykırım mağduru gösteren Yahudilerin tam anlamıyla soykırım suçu işlediklerini göstermektedir.

Hindistan ve Pakistan’ı yeniden karşı karşıya getiren Keşmir, İngilizlerin her yerde olduğu gibi sömürdükleri halkları çatıştırma projelerinin örneklerindendir. İngiliz sömürgeciler bu kıtadan ayrılmak zorunda kalırken tartışmalı bölgenin başına bir Hindu prens getiriyor ve Hindistan yahut Pakistan’a katılmakta serbest bırakılıyor. Kahir ekseriyeti Müslüman olan halk Pakistan’a katılmak isterken baştaki Hindu prens Hindistan’ı istiyor. Ve 70 yıldır çatışmalar sürüyor. Belirtmek gerekir ki İngilizlerin çatışmacı tezgahlarından Hindular da zarar gördüğü halde Müslümanlara karşı uyguladıkları zulmün suçlusu doğrudan kendileridir.

Kazakistan’da Bolşevik İhtilalinden önce ve sonra defeatle soykırım suçu işlenmiş ve yüzbinlerce soydaşımız hayatını kaybetmiştir. Diğer Türk coğrafyalarında olduğu gibi Kazakistan’daki bu vahşet de unutturulmak istenmektedir.

Dünyanın her tarafından acı hikayeleri dinlerken birçok gerçekleri de öğrenmiş olduk. İsrail’in saldırgan politikalarında holokost gözyaşları etkili olmuştur. Her fırsatta bunu duyurmak için yüzbinlerce kitaplar, romanlar yazılmış, filmler çekilmiş, eserler üretilmiştir. Bundan hareketle yok olan bir kültürün mensubu olarak Ermeni toplumu, kendileri soykırımcı olduğu halde mağdur rolüyle kitaplar yayınlamış, filmler çevirmiştir. Bu arada siyaset arenasında da soykırım yalanını tanıma diplomasisini zorlamışlardır.

Azerbaycanlı kardeşlerimiz de Yahudilerin ve Ermenilerin bu faaliyetlerinde esinlenerek her fırsatta haykırmaktadırlar: Dünya niçin Hocalı soykırımını tanımıyor? Bununla beraber dikkate almadıkları bir gerçek daha var: Yahudiler sadece “ıslak mendil edebiyatı”na sarılmamışlar, fakat uluslararası diplomasiyi, ulusal ve uluslararası yargı mercilerini, ekonomik ve askeri imkanları olabildiğince kullanmışlar, bu arada aldıkları tazminatlarla “havla” da yemişlerdir. Amazon ormanlarında saklanan son Nazi subayını yakalatarak yargılanmasını, dünyayı da heyecanına ortak ederek zevkle izlemişlerdir. Ermenilerin soykırım yalanlarını yargıya taşıyacak yüzleri olmadığı halde Türkofobi/İslamafobi üzerinden ABD ve Avrupa’da bazı yargı yerlerine başvurmuş, hepsinde meyyus olmuşlardır. Bununla beraber siyasal alandaki faaliyetleri, hemen her ülkede ileri düzeyde gerçekleşmiş sivil toplum kuruluşlarının da desteği ile sürmektedir.

Başta işgal altındaki topraklarından çıkarılmış olanların kurduğu sivil toplum kuruluşları olmak üzere soykırım ve sürgün mağdurlarının etkili bir şekilde örgütlenerek uluslararası alana çıkmaları gerekmektedir. Azerbaycan yönetiminin bu konuda Rus baskısı altında olması sivil toplum örgütlerinin hak arama faaliyetlerine engel değildir. Bu aşamada Türkiye’den de akademik, hukuksal ve siyasal desteğe ihtiyaç vardır. Gerek Sempozyumun kapanış oturumunda alınan kararlar, gerekse aynı zamanda Avukat olan Görele Belediye Başkanının, Baro aracılığıyla harekete geçme projesi ıslak mendil edebiyatıyla yetinilmeyeceğini göstermiştir.